29 Haziran 2010 Salı

Kamp Programı ve Nam-ı Diğer Gurbet Cup


Kamp programımız belli olmuş. Şöyle alıntılayalım;

2010-2011 Hazırlık Kampı Programı

Galatasaray Profesyonel Futbol Takımı’nın, 2010-2011 sezonu öncesi hazırlık kampı programı belli oldu. Buna göre Galatasaray, 2010-2011 sezonu öncesi hazırlık kampını Hollanda’da gerçekleştirecek.

11 Temmuz 2010 Pazar günü Hollanda’ya hareket edecek olan Galatasaray kafilesi, 25 Temmuz 2010 tarihine kadar sezon öncesi hazırlık kampını Venlo bölgesindeki Horst’te sürdürecek.

Galatasaray Profesyonel Futbol Takımı’nın Hollanda Venlo’da yapacağı hazırlık kampında oynayacağı maçların programı da belli oldu. Galatasaray, hazırlık kampı süresince biri ileride açıklanacak olan beş karşılaşma yapacak.

13 Temmuz 2010 19:00 (CET), 20.00 (TSİ)
FC Kleve – Galatasaray
Volksbank Arena, Kleve

15 Temmuz 2010 19:00 (CET), 20.00 (TSİ)
VFB Homberg – Galatasaray
PCC Stadion, Duisburg

18 Temmuz 2010
Bu karşılaşma ileri bir tarihte açıklanacak.

21 Temmuz 2010
Galatasaray – Fenerbahçe
Bu karşılaşmanın yeri ve saati ileri bir tarihte açıklanacak.

24 Temmuz 2010 19.00 (CET), 20.00 (TSİ)
NEC Nijmegen – Galatasaray
Volksbank Arena, Kleve


Göründüğü gibi 21 Temmuz 2010'da Fenerbahçe'yle ilk derbi var. Bana göre son yıllarda, derbilerde futbol izlemiyoruz. Hakikaten izlemiyoruz. Sürekli gerilim, sürekli bir olay ön plana çıkıyor. Bu "pre-derbi" maçları hem Galatasaray hem de Fenerbahçe arasındaki gerilime paratoner görevi üstlenebilecek maçlar. Lig öncesi böyle turnuvalar, yılda 2 kez karşılaşan iki rakip taraftarının sidik yarışına, taraftarın oluşturduğu atmosfer sonucu kendini kaybeden futbolculara bir engel koyabilir.

Yıllar evvel TSYD vardı ve hakikaten keyifli maçlardı. Türkiye'de aralarında en fazla rekabet olan 2 kulübü tekrar sezon öncesi yapılacak maçlarda görmek hakikaten çok keyifli olacak.

Bir diğer büyük derbisi ise Süper Kupa'da yaşanacak tabi unutmayalım. Bursaspor ile Trabzonspor'un maçı da sezon öncesi oynanacak diğer büyük maç.

27 Haziran 2010 Pazar

1/16: Arjantin 3 - 1 Meksika


İkinci tur maçlarının, ikinci günü iki büyük hakem hatasını izletti bizlere. Önce Lampard'ın sayılmayan golü, şimdi de Arjantin'in ofsayttan attığı gol.

Maça Meksika iyi başladı doğrusu. Arjantin'in problemi olan pas sıkıntısını iyi değerlendirebilirlerdi. Fakat hesaba katılmayan şey, hücuma çıkarken birinci bölgede yaptıkları inanılmaz top kayıpları. Zaten maçın kaderini etkileyen şey bu top kayıplarıydı.

Maça 4-3-1-2 gibi başlayıp Messi'yi yine göbekte kullanan Maradona'nın bana göre bu hatalı tercihi devam ediyor. Messi müthiş bir sağ forvet. Fakat içeriye geçtiğinde durdurulması daha kolay bir oyuncu oluyor ve verimliliği kesinlikle düşüyor. 3-4 kişi çok rahat baskı kurabiliyorlar. Orta üçlüde Veron'un kesik yemesi yorgunluğa bağlanabilir sanırım. Zira müthiş bir turnuva geçiriyor bu adam.

Meksika ise maça "sonunda" Javier Hernandez'i ileri çekerek başladı. Sola Bautista, sağa Dos Santos geçip ileri üçlüyü tamamladılar. Göbekte Guardado, Juarez ve Torrado kaldı. Juarez gibi aslında sağbek olan bir adamın sürekli ortasahada oynatılmasına pek anlam veremiyorum açıkçası.

Maça bakarsak öyle çok konuşulacak bir maç değildi kesinlikle. Ağır Meksika stoperlerine ileri uç oyuncularının yaptığı müthiş baskılarla pozisyonlar buldu Arjantin. Meksika ise uzaktan şutlarla etkili olmaya çalıştı ve oldu da. Salcido maç boyu 3 tane müthiş etkili şut çekti ki biri direkte patladı zaten.

Buna karşılık Tevez'in attığı ikinci gol inanılmazdı. Premier Lig'de de atıyor böyle golleri ama neredeyse gerilmeden, o hızda ve o düzgünlükte topu oraya nasıl yolladı aklım almıyor doğrusu. Higuain'in golünde ise vuruştan önceki çalım muazzamdı. Keza Javier Hernandez'in golü de seyredilmeye değer bir goldü. Şimdi o kadar konuştuk maç hakkında bir şey yok diyeceksiniz. Normaldir. Goller ve Salcido'nun bombalamaları dışında pek keyifli bir maç değildi.

Meksika sonunda ağır defansının kurbanı oldu. Maçları iyi izliyor belli ki Maradona. Bu zaafı müthiş değerlendirdi. Kadro seçimi, oynattığı oyun sürekli tartışılabilir. Fakat kenarda duruşu bile çok başka bu adamın. Oyuncularla diyaloğu da çok fazla belli ki.

Neyse sonuç olarak gollerin müthiş olduğu bir maç izledik. Hakem hatası büyük ihtimalle çok konuşulacaktır. Tabii İngiltere maçındaki kadar değil.

1/16: Almanya 4 - 1 İngiltere


100 yıl boyunca başta İngilizler olmak üzere tüm dünyanın konuşacağı bir maç izledik. Sebebi skor veya oyun kalitesi değil tabii ki. Maç 2-1'ken, Lampard'ın ampül gibi bıraktığı golün verilmemesi. He buna rağmen İngiltere hiçbir şeyi haketmiyor orası ayrı. Çok kötüydüler yine.

Almanya'nın oynadığı stili belirtmiştik daha önce. Yine aynen sahadaydı bahsettiğimiz kurgu. Bu sefer çok erken işledi çünkü çok iyi bir maden buldu Almanya. Önce Upson'ın yarattığı boşlukları çok iyi değerlendirdiler. Daha sonra ise Lampard ile Gerard'ın pek gelmediği ve Barry'nin tek başına savunmaya çalıştığı merkezi değerlendirdiler. Eh 2-0 olan skor, aslında çok rahat 4-0 da olabilirdi. Özellikle Upson'ın hakikaten anlamadığım şekilde acemice oynaması Almanya'nın Mesut, Müller ve Klose gibi tilki adamlarının işine geldi.

İngiltere'nin zaten iyi oynamadığını biliyorduk da bu kadar kötü savunma yapacağını tahmin etmiyordum doğrusu. James, Upson ve Terry arasında 0 anlaşma, Lampard'ın ortasahanın savunma bloğuna getirdiği hantallık, Milner'ın defansif anlamda takıma pek bir şeyler katamaması Almanya'nın çok rahat paslaşmasına, sürekli geriden adam sarkıtmasına sebep oldu.

Bu oyun sürüp giderken maçın 2-0'la kalması aslında İngiltere'nin şansı gerçekten. Hücuma çıkamayan, Lampard'ı kullanamayan, Gerard'ı pasifize eden oyun anlayışı 30'a kadar sürdü. 30'dan sonra Gerard'ın göbeğe gelmesi, Lampard'ın sürekli topla çıkışları Almanya'nın o rahat top alışverişi yaptığı oyunu bozdu. Özellikle Lampard'ın hücumda sorumluluk alması, bir de üstüne Milner'ın Boateng'i sağda haşat etmesi İngiltere'nin o arayıpta bulamadığı tempoyu yükseltmesine sebep oldu. Eh böyle bir kaos ortamı İngiltere'ye yarardı ki Neuer'in de biraz hatasıyla maçın en rezil adamlarından biri olan Upson golü attı. Golden hemen sonra Lampard'ın çizgiyi geçen müthiş şutu gol verilseydi belki çok daha az farklı bir skor izlerdik fakat Almanya'nın maçı yine de kazanacağını düşünüyorum.


İlk yarının sonu İngiltere baskısıyla bittikten sonra ikinci yarının da aynı baskıyla devam edeceği belliydi. İkinci yarıya da çok iyi başladı İngiltere. Rooney'nin ilk yarıdaki hakikaten leş oyunundan sonra ikinci yarıya daha istekli başlaması da İngiltere için bir çok pozisyon yaratma imkanı doğurdu. Topla hareketlenip bir çok arapası denedi. Diğer taraftan Lampard'ın 35 metreye yakın mesafeden vurduğu frikiğin direkten dönmesi maçın ikinci kader anıydı belki. Tam işler yolunda giderken, İngiltere sağdan soldan rakibi ezmeye başlamışken Capello'nun hala anlamlandıramadığım hamlesi geldi;

Cole girip Milner çıktı. Milner'ın savunmadaki faydasızlığından bahsettik. Fakat Boateng'i rezil ediyordu adam sağda. Her pozisyonda orta açmayı başardı. Yani işletiyordu sağ tarafı. Üstelik Milner oyuna sürat katan bir adamdı. Milner çıktıktan, Joe Cole girdikten 3 dakika sonra çok çok güzel bir gol izledik. Frikikten dönen topta Müller'le başlayan kontra 3 pasla sonlandı ve Müller golünü attı. Hakikaten kupanın en güzel hazırlanan gollerinden biridir. İzlemeyenler mutlaka izlemeli. Bu golden de 3 dakika sonra bu sefer yine cümbür cemaat atağa çıkan İngiltere topu kötü kullanıp kaptırınca, sola aktarılan topu Mesut müthiş süratle taşıdı ve Müller'e golü attırıp maçı bitirdi. Bu golde Barry'nin faul yapması gerekiyordu bana göre. En fazla sarı kart alacaktı belki fakat maçın tamamen bitmesini engelleyebilirdi.

4-1'den hemen sonra Löw, Klose ve Müller'i oyundan çıkararak bir nevi kontak kapattı. Maçın temposu iyice düştü böylece. Eğer Müller'i çıkarmasaydı kesinlikle 5. gol de gelirdi. Zira maç o yöne doğru geliyordu. Bir nevi daha ağır bir hezimeti engelledi Löw.

Kupanın en güzel maçlarından birini izlemiş olduk böylece. Bana göre Capello şu saatten sonra durmaz. Ayrıca ilk yarıdaki golün verilmemesi ise yıllarca konuşulur. O top gol olsa bile İngiltere'nin temposunu sürekli tutabileceğini düşünmüyorum kendi adıma. Ayrıca şu ana kadar oynadıkları felaket oyunla gruplardan çıkmayı bile haketmemişti İngiltere.

Ayrıca İngiltere'nin sol kanadını dar eden Lahm'ı da tebrik etmek lazım. Maçın en iyilerinden biriydi kesinlikle.

Akşam yine güzel bir maç izleyeceğimizi düşünüyorum. Umarım bu maç kadar bol gollü ve heyecanlı bir maç izleriz.

Yeni Ev

1/16: Gana 2 - 1 A.B.D


Beklediğim kadar güzel bir maç izledik.

Gana maça klasik 4-2-3-1'yle başladı ve direkt olarak oyunu domine etti. Harika bir takım olduklarını fakat eksikleri bulunduğunu söylemek gerekiyor. Tempoyu yükselttiklerinde karşılarında durabilecek takım çok az. Yine öyle oldu ilk 30 dakikada maçı 2-3 farka taşıyabilirlerdi. Fakat burada eksiklikler devreye girdi.

Birincisi Gana oyuncularının, klasik Afrika kökenli oyuncularda olan mental eksiklikleri mevcut. Doğru tercih yapamama bu eksikliğin en büyük göstergesi sahada. Şut yerine pas, pas yerine şut gibi hatalar farkın açılmasını engelliyor. Bugün elenebilirlerdi bu yüzden.

İkincisi iç oyuncuları müthiş sağlam olsalarda baskı anında top çıkaramıyorlar. Bu da ikinci yarı A.B.D üstünlüğünü getirdi zaten. Maçın ilk yarısıyla ikinci yarısının arasında oluşan bu fark, Galatasaray'ın bu sene çektiği sıkıntıların bir kopyasıydı. Annan, K. Asamoah iyi oyuncular olsa da baskı yediklerinde saçmalıyorlar. Doğru pası verebilecek soğukkanlılığa sahip olamıyorlar. Bu da pas hatasına, dolayısıyla topun rakibe geçmesine sebep oluyor.

A.B.D'ye baktığımızda onlar da 4-2-3-1/4-2-4 ile sahadaydılar. Dempsey'in sürekli yer değiştirdiği, serbest oynadığı bir sistem. Defansif 2'li olan Clark ile Bradley ilk 30 dakika içinde bir çok kez saçmaladı. Clark'ın yerine Edu girdikten sonra A.B.D istediği oyunu oynamaya başladı zaten. Özellikle Edu'nun girmesi, Bradley'nin o alıştığımız box-to-box oyununu rahatça ortaya koymasını sağladı. Savunmaya getirdiği kuvvet ve hız, Bradley'nin topla ve topsuz hücuma çıkışlarının fazlalaşmasını, bu da Gana'nın topla oynama oranının düşmesini sağladı. Zaten Bradley hayvanı bu maçta 16 km. koşarak nasıl bir ciğere sahip olduğunu yeniden gösterdi.

Maçın ikinci yarısı A.B.D 5-6 oyuncuyla rakip yarısahaya baskı yapınca Gana'nın topla ilişkisi kesildi. A.B.D istediği gibi tempoyu ayarlamaya başladı. Gana bu dakikalarda kontra bulabilirdi fakat dediğim gibi iç oyuncularının baskıya karşı dayanıksızlılığı bu tip pozisyonlarda doğru yere, doğru pasın gitmesini engellediği için kontra imkanı hiç olmadı. Doğru bir penaltıyla beraberliği de yakalayınca A.B.D baskısını çekti. Bana göre bir 10-15 dakika daha devam edebilirlerdi. Özellikle topla çıkışları çok iyi olan Kevin Prince Boateng'in de sakatlanması Gana'nın çöküşünü sağlayabilirdi. Fakat A.B.D teknik direktörü daha fazla risk almak istemedi sanırım.

1-1'den sonra baskı geri çekildikçe, Gana tekrar topla oynamaya başladı. Ayew, Inkoom ve Gyan ile etkili olmaya çalıştılar. A.B.D ise Altidore ve Dempsey ile karşılık vermeye çalıştı. Fakat gol olmayınca maç uzatmaya gitti.

Uzatma başlarken bana göre en büyük hatayı yaptı A.B.D ve oyundan Altidore'u çıkardı. Sakatlandı mı tam bilemiyorum fakat asla çıkmaması gerekirdi. Uzatmalar başladığı gibi bir de Gana, Asamoah Gyan ile müthiş bir gol bulunca bu değişikliğin anlamsızlığı iyice ortaya çıktı doğrusu. Hiçbir atak girişiminde bulunamadı A.B.D. İkinci yarıdaki yoğun baskının da bir sonucu olabilir fakat giren Herculez Gomez hiç bir iş yapmadı hakikaten.

Sonuç olarak Gana, A.B.D'yi hakkıyla eledi. İlk çeyrek final eşleşmesi böylece Uruguay - Gana oldu. Uruguay'ın bugünkü oyunu, Gana'nın temposuna yenik düşer bana göre. Eğer Gana tempo yaptığı dakikalarda golleri bulabilirse, yani bugünkü gibi tercih hataları yapmazsa Uruguay'ı eleyecektir. Aksi bir durumda Uruguay'ın ofans gücüyle baş etmeleri zor gibi.

Gana'da benim bayıldığım Gyan'ın müthiş performansı devam ediyor. Harika bir adam kesinlikle. Ah piyasası artmasaydı da Baros'a alternatif olarak alaydık bizim takıma. Hem takım savunmasına bu kadar katkı veren, hem bu kadar hızlı, hem de bu kadar güçlü bir adamı bulmak hakikaten zor. Bocanegra gibi bir adamın müdahalesiyle bile devrilmedi, üstüne bir de çok iyi dengesini koruyup golü attı. Hayran olmamak elde değil. Öte yandan çok merak ettiğim Inkoom'u da seyretme imkanı bulduk. Hakikaten fena bir oyuncu değil. Özellikle ortaları çok güzel. Fakat ben sağbek olarak biliyordum kendisini. Bugün sağ açık oynadı. Sağbekte de izlemek lazım. Tanıdıklardan Kingson'ın galibiyette başrollerden birine sahip olduğunu da ekleyelim. Appiah'a ise biraz daha süre lazım gibi. Ya da artık ondan geçti diyelim. O bildiğimiz hücum gücünün yarısı bile yoktu sahada. Çok özverili oynuyor evet fakat o kadar.

Sonuç olarak Uruguay - Gana maçının da çok keyifli olacağını düşünüyorum. A.B.D'yi de karakterli oyunlarından dolayı tebrik etmek lazım. Hakikaten çok başarılı bir takım olmuşlar.

Ayrıca Gana formasının hastasıyız.

26 Haziran 2010 Cumartesi

1/16: Uruguay 2 - 1 Güney Kore


İkinci turla birlikte maçların güzelleşmeye başlayacağı, gollerin gelmeye başlayacağını bekliyordum. İlk maç böyle bir maç oldu. 3 gol izledik.

Uruguay maça 4-3-3 ile başladı. İleri üçlü müthiş etkili, ortasahadaki 3'lü ise savunma yönünden harika, hücum yönünden oldukça zayıftı. Zaten Uruguay'ı eleyebilecek olan da, turu geçmesine sebep olan da bu iki üçlüydü.

Ofans üçlüsüne bakarsak Forlan biraz daha ortasaha gibi, forvetin hemen bir adım gerisinde oynadı. Hatta Cavani de Forlan'a yakın bir oyun stiliyle oynadığı için sistem çoğu zaman 4-3-2-1'e döndü. Bu aslında ortasahayı hücum anlamında kalabalık tuttu.

Orta üçlüde ise daha evvel sol tarafta oynamış Alvaro Pereira'nın içe geçmesi pek işe yaramadı doğrusu. Uruguay'ın Perez ve Arevalo'nun önüne topla daha iyi çıkabilecek bir adam koyması, özellikle 1-0'dan sonra Uruguay için çok iyi kontra şansları yaratabilirdi. Öte yandan Perez ve Arevalo yine çok iyi oynadılar. Özellikle Perez'in ortasahayı ayakta tutan çabasını tebrik etmek gerek. Müthiş bir azimle oynadı.

Maçın ilk 30 dakikası Uruguay topla istediği gibi oynayan taraftı. Forlan'ın ortasahaya yanaşıp topu tutması, beklerin hücuma katılmasıyla Uruguay topu rakip sahada işlemeye başladı. Fakat maçın başında Cho'nun direkten dönen frikiği gol olsa belki bambaşka bir maç izleyebilirdik. Zaten bu pozisyondan 2-3 dakika sonra Forlan ölü yere müthiş bir top bıraktı, biraz kaleci, biraz defansın hatasıyla golü buldu Suarez ile Uruguay.

Golden sonra kolay kolay toparlanamadı Kore. Dediğim gibi ilk 30 dakika çok iyi top dolaştırdı Uruguay. 30'dan sonra ise Kore, Uruguay ortasahası ile defansı arasına uzun toplar atarak, hızlı oyuncuları sayesinde bu topları toplamaya, oyunu yavaş yavaş Uruguay sahasına yıkmaya başladı. Burada fizik olarak değil de hız olarak Uruguaylı oyuncuları ekarte etmeleri enteresan. Sürekli top şişirip, bu kadar kısa adamlarla o topları toplamayı başardılar.

İkinci yarı Güney Kore golü bulana kadar müthiş oynadı doğrusu. Her şeyi yaptılar. Burada Uruguay'ın geri çekilmesi eleştirilebilir. Fakat 3 maçta da gol yemeyen savunmalarına güvenmeleri bana pek anormal gelmiyor. Bir duran topun çıkarılamaması gol yemeselerdi, zor gol yerlerdi zaten. Gole kadar ki oyunda Cho-Young ile Park'ı kutlamak gerekir. Sağbek Cha Du Ri'yi de tabii ki. Müthiş oynadılar. Özellikle 10 numaralı Cho harika işler yaptı. Bayıldım oyununa.

Fakat golden sonra Uruguay tekrar kalitesini ortaya koyup silkindi. Önce ortasahayı ele geçirdiler, sonra topla tekrar oynamaya başladılar. Eh oyuncular arasındaki fark ise Suarez'in ikinci golündeki vuruşuyla iyice ortaya konuyor zaten.

Güney Kore bu golden hemen sonra Dong Gook ile acayip bir gol kaçırdı. Eğer onu atsaydı ve maçı uzatmaya götürseydi Güney Kore'nin fiziksel olarak daha dayanıklı kalacağını düşünüyorum. Zira Uruguay'ın en sağlam oyuncusu Perez'in son 10 dakika ciğeri düşüyordu sanırım. Müthiş oynadığını tekrar belirtelim. Suarez'in attığı 2. gole ise denecek bir şey yok. İnanılmaz bir vuruş yahu.

ABD - Gana maçı, bu maçtan çok daha keyifli geçecektir diye düşünüyorum.

Daum Gitti


Basında dönen haberlere göre biraz inat meselesi olan Daum - Fenerbahçe bağı kopmuş.

Daum'un şampiyon yapamazsa, hatta herhangi bir teknik direktörün şampiyon yapamazsa gönderileceği çok belliydi. Aziz Yıldırım sene başında ettiği büyük lafların altında kalmazdı doğrusu. Son düdük çaldı, Daum'un gideceği belli oldu.

Tazminat konusunda ne olduğunu tam olarak bilemiyorum. Fakat yardımcılarının gönderilmesini, sunulan ağır şartları Daum'un kabul etmesinin tek sebebi bana göre tazminatını almak istemesiydi. Muhtemelen 5-6 milyon € olmasa da 3 milyon €'ya yakın bir miktarı almıştır.

He aldıysa aldı bana ne. Sorun sürekli bu durumun yaşanıyor olması. Daum'un başarısız olduğunu söyleyebilir miyiz? Eğer Fenerbahçe taraftarı güzel futbol görmek istiyorsa ki ben hiç sanmıyorum, hayır. Eğer Fenerbahçe taraftarı sonuç görmek istiyorsa, yine hayır.

Sonuç kupadır, güzel oyun ise Daum'un Fenerbahçe'ye oynattığı sistemle olacak şey değildir. Sürekli yazdık burada. Daum'un böyle oynamada haklı yanları olduğunu da belirttik. Bilica gibi sakar ötesi ve ne yapacağı belli olmayan bir stoperin varsa savunmanı geriye çekeceksin. İşin acayip tarafı takımda Bilica'yı kesebilecek bir adet bile adam yoktu. Aziz Yıldırım bu hakikaten derinliği olmayan kadroyu yaparken şampiyonluk hedeflediyse hayal kuruyordu ki Daum'dan başkası zannetmiyorum ki o kadroya 2 kulvarda birden final oynatsın.

Daum iyi futbol oynatabilir miydi? Eğer sen adama Stoch'u verseydin, stopere bir tane Edu ayarında bile olsa adam bulabilseydin neden olmasın. Daum'u savunmuyorum sadece elindeki malzemeden, başarı için böyle bir yemek yaptığını söylüyorum.

Daum'u hiç sevmem. Özellikle tribüne oynama konusunda üstüne olmadığını düşünüyorum. Fakat bu şampiyonluğun kaçması durumunun başlıca sebebi Daum değildi. Semih çok çok kötü oynarken, pozisyona giremezken, Güiza'yla pozisyona girmeyi denedi Daum. Oynattığı sistemde Semih'in iş yapmayacağının farkındaydı da işte bizim süper medyamıza gol atma şansı vermeyeceksin. Devre arası transferi olarak da bir diğer Güiza, Gökhan Ünal alınınca zaten yapacak bir şeyi kalmadı Daum'un, Güiza'yı oynatmaktan başka.

Neyse sonuç olarak konuşulan Aykut Kocaman'ın teknik direktör olacağı söylentisi gerçekleşecek gibi. Bana göre Aykut görevinde başarılıydı. İlgilenilen futbolcular vs. belliydi yani. Fenerbahçe'ye kalsa Stoch'a değil, sanırım Güney Amerika'ya gidilecekti yeniden. Fakat teknik direktör olarak ne yapar? Bana göre burası soru işareti. Bir nevi Anadolu'nun Fenerbahçe'si olan Ankaraspor'a sıkıcı bir oyundan fazlasını verememişti Aykut.

Ne diyelim hayırlısı olsun.

Grup Maçlarından Sonra


Grup maçları sonuçlandı. Benim hiç sürpriz saymadığım durum oldu. İtalya ve Fransa grupları geçemediler. İtalya'nın en azından grubu geçebileceğini düşünüyordum. Onu da yapamadı. Her iki ülkede sonuncu olup gruplardan elendiler. Fransa, Domenech'le devam etmenin faturasını ödemeye devam etti. Allah'tan Blanc geldi takımın başına.

Lippi ise şanssız. Pirlo'nun yokluğu çok etkiledi İtalya'nın hücum yönünü. Öte yandan artık bitik oyunculardan oluşuyor İtalya. Yenilenmenin tam vaktidir şu an. Prandelli'yle birlikte 20-25 yaş arasındaki yeni nesil İtalyanlarla yeni bir şeyler denemeliler.

Benim sürpriz adaylarımdan Paraguay da lider olarak yoluna devam etti. Müthiş bir takım yapısına sahip olduklarından bahsetmiştim. En az çeyrek final yapacaklardır. Öte yandan Uruguay'da müthiş bir başlangıç yapıp, gol yemeden grupları tamamlayan iki takımdan biri oldular. Forlan'ın müthiş oyununu ayrı tebrik etmek gerekir. Şöyle bir bakalım diğer takımlara;

Gio'nun hücum liderliği, Blanco'nun tecrübesiyle Meksika bir üst tura geçen diğer ekip oldu. Açıkçası ilk maçlarını izledikten sonra, o savunmayı gördükten sonra pek ihtimal vermiyordum. Fakat Fransa hakikaten çok çok kötü olunca aradan sıyrılmayı başardı Meksika.

Arjantin çok güzel başladı turnuvaya. 3'de 3 yapıp gruplardan çıktılar. Açıkçası oyun olarak pek tatmin etmeseler de, Messi'yi inanılmaz kötü kullansalar da Arjantin ve Maradona isimlerinin üst tura çıkması futbolun romantizmi adına güzel bir olay. Veron'un 35 yaşında olmasına rağmen inanılmaz oynadığını da ekleyelim buraya. Hakikaten müthiş bir adam bu yahu. Bu yaştan sonra o fiziksel dayanıklılık çok çok iyi. Maradona çok iyi motive etmiş.

Güney Kore ise müthiş bir Yunanistan maçıyla başlamıştı gruplara. Harika oynayıp, o savunmayı bilen diye söylediğimiz Yunanistan savunmasını delik deşik etmişti. Gruptan çıkmaları sürpriz bana göre. Fakat hakettiler.

ABD ise London Donovan'ın Cezayir maçındaki golüyle gruplardan çıkmayı başardılar. İngiltere'nin rezalet oynadığı grupta lider olarak çıktılar üstelik. İşin açıkçası son dakikada gelen o gol olmasaydı çıkamıyorlardı. Gol geldi, lider çıktılar. Oyun olarak fena değillerdi doğrusu. Altidore'un, Bradley'nin iyi oyunlarını unutmamak gerekiyor.

İngiltere ise rezalet bir performans sergiledi ilk 2 maç. Heskey'nin dışında şöyle top oynamak isteyen yok gibiydi. Heskey ne kadar eleştirilirse eleştirilsin bana göre turnuvanın en iyi oyuncularından biri şu an için. Müthiş çalışıyor adam. Rooney hiç yok. 3 maçında en etkisiz adamlarından biri. Lampard'dan da daha iyi bir oyun beklerdim doğrusu. İngiltere'nin yıldızı Ashley Cole ve Glen Johnson gibi gözüküyor şimdilik. Harika oynadılar 3 maçta da. Özellikle Glen'in son maçta sağda Milner'la kurduğu ortaklık çok başarılıydı.

Almanya müthiş bir galibiyetle başladı gruplara. Hakikaten çok da güzel top oynadı. Mesut'un liderliğinde yeni nesil Almanlar bambaşka bir futbol oynatıyor Almanya'ya. Sonuçtan daha çok iyi oyuna dayalı bir oyun. Skibbe'nin Galatasaray'da oynatmaya çalıştığı 4-2-3-1'i düşünün. Lincoln yerine Mesut, Kewell yerine Podolski, Arda yerine Müller'i koyun. Tamam işte. Çok keyifli maçlar oynadı Almanya. Özellikle Gana maçı müthişti. Mesut'un büyük bir piyasa yaptığını söylemek lazım.

Gana ise bana göre turnuvanın en iyi oyununu oynayan takım. İnanılmaz bir tempo yapıyorlar her maç. Asamoah Gyan, Andre Ayew, Kevin Prince Boateng, Annan, K. Asamoah gibi adamlar kendilerini çoktan aştılar. Hepsi bir transfer yapabilir turnuvadan sonra. Özellikle Gyan ve Ayew'den büyük takımlara geçiş bekliyorum. Bana göre Gyan, bizim Baros için aradığımız alternatifin ta kendisi. Çok pahalı olacak bu saatten sonra tabi o ayrı.

Hollanda ise o beklediğimiz güzel oyunu vermedi bize belki fakat sonuç odaklı oynayarak bir nevi kupayı hedeflediğini gösterdi. Sneijder'in 3 maçta da ağırlığını koyduğunu görüyoruz. Zaten 3'de 3 yaptı Hollanda. Gruptan çıkacakları belliydi.

Japonya ise bana göre sürpriz yaparak gruplardan çıktı. Honda'nın müthiş hırsı ve katkısı başrol oynuyor tabi. Öte yandan Tanaka'nın savunmadaki başarısını es geçmemek lazım. Her ne kadar turnuva öncesi Drogba'ya yaptığı çok acayip müdehale yüzünden genel olarak pek sevilmediğini düşünsem de en iyi oyuncularından biriydi Japonya'nın. Öte yandan gruptan çıkamayan, bir de üstüne 3'de 0 yapan Kamerun'un iyice bir oturup düşünmesi gerekiyor. Böyle güzel bir ortasaha ve forvet hattına rağmen kaleye Suleymanou'yu koymak hakikaten acayip.

Paraguay'dan bahsetmiştik. Bu yüzden Slovakya'ya geçelim. Hakikaten çok kötü turnuvaya başladı Slovakya. Yeni Zelanda maçında teknik direktörün saçmalıklarıyla puanı bıraktılar. Fakat öyle bir son maç oynadılar ki diyecek bir şey yok. İtalya'yı 3-2 yenip hem İtalya'nın elenmesini sağladılar hem de kendileri çıktılar. Vittek'in müthiş oyununu ne kadar övsek az tabii ki. Neredeyse Slovakya'nın turnuvadaki tüm gollerini attılar. Çok çok beğendiğim bir adam olduğunu söylemiştim turnuva öncesi yazımda. Ankaragücü'nün bonservisini Dünya Kupası sonrasına bırakmadan alması hakikaten çok güzel bir hamle.

İspanya'nın oyununu bozabilecek tek takımı Brezilya olarak gördüğümü söylemiştim. Gruplar aşamasında da topu aldılar rakiplerinden ve vermediler. Yıllardır aynı oyuncular ve aynı sistemle oynamanın bir getirisi olan bu uyumu çok iyi kullanıyor Dunga. İstediği kadar kadro konusunda eleştirilebilir fakat bir sakatlık, bir ceza gibi durum olmaz ise Brezilya kupanın ilk finalistidir gözümde.

Portekiz ise bütün turnuva kötü oynayıp, Kore'ye 7 gol atarak çıktı gruplardan. İlk fırsatta eleneceklerdir. Zaten 3 maçta sadece Kore'ye gol attılar. Hakikaten acayip kötü oynuyorlar. Fildişi Sahilleri ise teknik direktörlerinin kurbanı oldu. İlk maçta rezalet oynayan Aruna'nın 90 dakika sahada kalıp tüm atakları ezmesi, müthiş oynayan Gervinho'nun oyundan çıkması vs. muhtemel bir üç puanı hanelerinden sildi. Kuzey Kore ise benim için müthiş bir takım. Oynamaya çalıştıkları oyunu, yardımlaşmayı unutmak mümkün değil. Çok hoş bir tad bıraktılar turnuvaya.

İspanya ise büyük bir sürprizle başladı turnuvaya. Mükemmel oynadıkları maçta İsviçre'ye mağlup oldular. Fakat daha sonraki 2 maçını da kazanıp tekrar yola devam ettiler. Bana göre şimdilik pek iyi oynadıklarını söyleyemeyiz. Xavi üzerinden hücum şekillendirmemeleri büyük hata. Şöyle üç maça baktığımızda Ramos'un müthiş performansını, Villa'nın özverisini alkışlayabiliriz. Çok çalışıyor bu iki adam.

Şili ise çok güzel futbol oynayarak gruplardan çıktı. İspanya maçında belki 10 kişi kalmasalar çok çok daha keyifli bir maç izleyecektik. Beausejour takımın en iyi isimlerinden biri oldu. Bana göre transfer yapabilir bu turnuvadan sonra. Acayip hızlı ve akıllı bir adam. Diğer kanattaki Alexis Sanchez ise çok iyi maçlar çıkardı.

Son olarak eşleşmeleri yazalım;

Uruguay - Güney Kore
A.B.D - Gana
Almanya - İngiltere
Arjantin - Meksika
Hollanda - Slovakya
İspanya - Portekiz
Paraguay - Japonya
Brezilya - Şili

25 Haziran 2010 Cuma

Grup H: İspanya 2 - 1 Şili


İspanya, Xavi üzerinden atak şekillendirmezse pozisyon bulamaz demiştik. Bugün Xavi üzerinden, en azından maçın belli bir bölümü, atak başlatarak ne kadar fark yaratabildiklerini görmüş olduk.

Xavi bugün hem İspanya'nın hem de sahanın en çok koşan futbolcusu oldu. Tam 11.6 kilometre koşmuş. Öte yandan Pique'den sonra 103 pas denemesiyle takımın en çok pas veren 2. oyuncusu olmuş. Pique 104 deneme. Xavi çok farklı bir adam bu yüzden. Hiç durmayan, hiç yorulmayan, sürekli oyunun içinde kalan ve bütün bunlara bir de olağanüstü futbol bilgisi ekleyen bir adam. Bu adamı ne kadar az kullanırsan, o kadar fazla ihanet edersin futbola.

İspanya son maçından biraz daha farklı sahaya çıktı. Her şeyden öte Iniesta'nın şu takıma girmesi, Xavi'nin performansına direkt pozitif yönde katkı demek. Öte yandan sol forvet gibi oynayan Villa'nın, daha çok merkeze yaklaşması direkt pozisyon olarak döndü İspanya'ya. Attığı golün pozisyonuyla bir alakası yok tabi. Çok net bir vuruştu doğrusu. Herkesin oraya, o düzgünlükte topu yollayabileceğini sanmıyorum. Öte yandan Torres'in daha fazla boş alan bulmasını ve daha fazla pozisyona da girmesini sağladı bu mevki değişimi.

Şili ise 3-4-3 ile maça başladı. Bunun bir sebebi olabilir o da sanırım ortasahayı kalabalık tutup, kapılacak toplarla sürekli hücuma çıkan İspanyol beklerinin boşalttığı alana sarkmak. Beausejour ve Alexis Sanchez gibi iki çok iyi kanat oyuncusu düşünüldüğünde mantıklı bir plan gibi duruyor. Nitekim işe de yaradı. Bir çok pozisyon yarattı Şili böyle. Özellikle Beausejour müthiş bir piyasa yaptı şu maçla. Harikulade oynadığını söyleyebilirim.

10 kişi kaldıktan sonra özellikle daha da iyi kapanmaya başladılar. Tabii ki İspanya'ya da, Şili'ye de skorun yetmesi bir önemli etken. Fakat Xavi ve Iniesta'yı çok iyi savunduktan sonra zaten İspanya'nın pozisyon bulmasını engellemiş oldular. Tabii ki ikinci yarının başında golü hemen bulmaları bir motivasyon sağladı Şiliye fakat bir kişi eksik kaldıktan sonra aynı şekilde sistemlerini işletmeleri de tebrik edilmesi gereken bir konu bana göre. Beausejour üzerinden yaptıkları kontralarla etkili oldular.

Kısaca Şili ve İspanya gruplardan çıktı. İsviçre, İspanya galibiyetiyle müthiş başladığı gruplardan çıkamaması da hakikaten garip oldu. Honduras'a gol atamamaları kendi hataları.

Grup G: Brezilya 0 - 0 Portekiz, Fildişi Sahilleri 3 - 0 K. Kore


Brezilya benim için İspanya'nın oynadığı futbolu oynayabilecek tek takım şu an. Zaten her maç daha fazla kanıtlıyor öyle olduğunu. Maç başında topu alıyorlar, daha vermiyorlar. Dunga, özellikle kadro konusunda çok çok eleştirilse de kulüp takımı gibi yönettiği için bu pas sistematiğini takıma iyi yedirdi. Bu maçta da yüzde 65'lere varan topla oynama yüzdesi bu yüzden. Toplamda 712 pas gibi hayvani bir rakama ulaşmış Brezilya bu maç. 596'sı yani yüzde 84'ü isabetli.

Bu öküzsel istatistiğe ulaşmalarının bir diğer sebebi tabii ki Portekiz'in beraberliğe yatması fakat Fildişi Sahilleri maçında da aynı oyunu oynamıştı Brezilya. Keza hazırlık maçlarında da. Felipe Melo ve Gilberto Silva çok iyi 2 kesici olsa da oyunun yaratıcılık anlamında yükünü Kaka, Elano ve Robinho çekiyor. Bu üç isimde yokken Brezilya'nın Portekiz kilidini çözmede zorlanacağı belliydi. Zaten öyle de oldu.

Portekiz ise Ronaldo'yu ileri atıp 4-5-1 gibi bir dizilişle sahaya çıktı. Danny ile Coentrao Ronaldo'ya yardım ediyor gibi görünsede hiçbir iş yapmadılar ve Ronaldo sahadan silindi haliyle. Eh bu skor Portekiz'e yarıyorken farklı bir şey beklememek lazım onlardan. Maçı da iyice sertleştirip temponun yükselmesine hiç izin vermediler. Yani sonuca yönelik başarılı bir taktik uyguladılar.


Fildişi Sahilleri ise maça çok iyi başladı. Keita, Drogba derken hemen maçın başında 2 golü atıp Portekiz'in streslenmesini sağlayabilirlerdi. Fakat özellikle 2-0'dan sonra bir durgunluk geldi Fildişi Sahilleri'ne. Biraz Keita, biraz Drogba, biraz da Yaya Toure bir şeyler yapmaya çalışsa da o tempoyu hiç yükseltemediler. İşin ilginç yanı Kuzey Koreli futbolcular fizik olarak müthiş bir dezavantaj yaşıyorken bu tempoyu yapamamaları.

Kuzey Kore yine paslı oyununa devam etti. Zaten istatistiklere bakarsak 414 pas denemesi yaptıklarını görüyoruz. Fiziksel dezavantaj fazla olduğu için dar alanlarda çok top kaptırdılar ki bu da isabetli pas oranını yüzde 54'e indirerek kendini belli ediyor. Sonuçta benim 3 maç boyunca çok saygı duyduğum bir oyun oynadı Kuzey Kore. Turnuvada çok az takım bu kadar kişilikli oynadı.

Sonuç olarak bu gruptan Brezilya ile Portekiz çıkmış oldu. Fildişi Sahilleri umarım Eriksson'u buldukları yere postalarlar. Hakikaten şu Portekiz maçında yaptıkları grubun kaderini belirledi.

24 Haziran 2010 Perşembe

PES 2011


Yaz ayına girilmesiyle, beklenen oyunlardan ve projelerden haberler bir bir gelmeye başladı. Önce Konami'den ilk PES açıklaması gelmişti. Bu açıklamaya göre PES bu seneki hatalarından dersini almıştı (Hatalardan ziyade PS3 ortamında Fifa'nın inanılmaz sıçrayışı bana göre ki bir PES oyuncusu olarak bunu diyorum.) 360 derece pas ve kontrol, paslaşmada tıpkı Fifa'daki gibi güç barı kullanılması (aslında pas şiddetini basılı tutarak kontrol edebiliyorduk ama böyle daha takip edilebilir bir değer olacaktır.), yeni skill ve hareketlerin yanında bu hareketlerin sağ analog kontrolüne atandırılması (Bknz. FİFA 2010), tamamen yenilenmiş 1000'e yakın oyuncu animasyonu, ikili mücadelelerin gerçekçileştirilmesi(Artık Walcott veya Ronaldo ile 4 kişi içinden geçilmesin rica ediyorum.). Geliştirilmiş taktik sistemi başlıca eklenecek yeni özellikler. Açıkcası bence PES 2011 büyük bir değişim olacak KONAMİ adına ve eğer gerçekten bahsettikleri atılımları gerçeleştirirlerse, FİFA'ya verdikleri zirveyi 1 sene sonra tekrar geri almış olacaklar.
Son olarak oyun hakkında fikir edinmemiz adına E3 fuarında yayınlanan PES 2011 videosu. Hareketler bir sert ve köşeli olmuş ama daha oyunun çıkmasına zaman olduğuna göre heyecanlanmamak için hiçbir neden yok.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Grup C: İngiltere 1 - 0 Slovenya


Önceki 2 maçında rezalet oynamış bir İngiltere'ye karşı, hiç beğenmediğim fakat 4 puan toplamayı başarmış olan Slovenya vardı.

Yine önceki 2 maçından farklı olarak İngiltere forvete Defoe ile Rooney'yi yerleştirmiş, sol tarafa geçen Gerrard ile forveti 3'lemeyi amaçlamıştı. Göbekte Barry ile Lampard, sağda ise Milner vardı.

Şimdi şöyle bir baktığımızda İngiltere maça çok baskılı başlayacak diye bekledik. Fakat ilk 20 dakika maç 2 taraf içinde eşit gibi gözüküyordu. Lampard'ın kaçak oyunu, Milner'ın pek bir işe yaramayan denemelerine karşı, Slovenya hücum oynuyor, rahat top yapıyordu. İlk 20'den sonra Milner'ın çok çok güzel ortasına Defoe hakikaten iyi bir koşu yapıp golü attı. Bu golden sonra Slovenya çökmeye, İngiltere o bildiğimiz sağlı sollu ataklarıyla rakibini ezmeye başladı. Rooney, Gerrard, Defoe gibi isimlerle gol kaçırdı.

Bu büyük baskının en büyük sebeplerinden biri Gerard kesinlikle. Harika bir oyun oynadı. İkinci isim ise Milner. Slovenya sol savunmasını Glen Johnson ile çok yordu. İkinci yarının sonuna doğru Slovenya'nın biraz daha etkili olma çabaları ise Dünya Kupası'nda varolma çabası olarak nitelendirebiliriz. Skorun açılmamasının en büyük faktörlerinden biri Handanovic olabilir. Tüm turnuva boyunca sağlam oynadı zaten. İyi bir kaleci olduğunu biliyorduk.

Diğer maçta ise ABD, Cezayir'i Donovan'ın uzatmalarda attığı golle yendi. İngiltere maçına bakmaktan o maçı pek seyredemedim fakat zaten futbol kahramanı olan Donovan, bu golle birlikte efsaneleşecektir artık.

Aslında daha ayrıntılı yazmak isterdim ama Marsel İlhan'ın, Hanescu ile olan maçını izlemekteyim. Büyük bir heyecan hakikaten. İlk seti kaybetti fakat iyi oynamakta şu an.

Başarılar Marsel.

Emre Güngör Gaziantepspor'da!


Önce Uğur, şimdi Emre.

Geldiğinde Song'u kesen, Euro 2008 kadrosuna giren, daha sonra burada da iyi maçlar çıkaran fakat ondan sonraki sezonu sürekli sakatlanarak, oyuna girdiği gibi çıkarak geçiren bir Galatasaray kariyerine sahip Emre.

Kimi zaman gece hayatı dendi bu olanlar için, kimi zaman ise Euro 2008 öncesi yapılan fizik yüklemenin sonuçları dendi. Hangisi bilemiyorum. Bu sene ise aklımda bir tek Kayserispor deplasmanında Neill'le olan müthiş uyumu, inanılmaz iyi oyunu ve Trabzonspor maçında harika oynamasına rağmen yaptığı absürd hata var.

Keza Milli takımın ABD kampında da aynı şeyi yaptı. Her Galatasaraylı'nın kesinlikle beğendiği bir adam Emre Güngör. Fakat bir türlü istikrarlı olamadı, bir türlü aynı çizgide kalamadı. Ya hata yaptı, ya sakatlandı. Rigobert Song gibi Galatasaray tarihinin en sağlam defans hatlarından birini kuran adamı kesebilecek kadar potansiyeli olan Emre, şimdi Gaziantepspor'a gitti. 2 milyon TL karşılığı bu transfer gerçekleşmiş.

Üstüste bu kadar oyuncu yollamak sanırım maaş bütçesini biraz düşürmek amacıyla yapılıyor. 4 altyapı oyuncumuz, 2 adet as takım oyuncumuz takımdan ayrıldı. Servet de büyük ihtimal gidecek. Ali Turan'ın transferi hem Uğur'u, hem Emre'yi yedekleyebilecek bir transfer olsa da bir oyuncuya daha ihtiyaç var gibi o bölgede.

Sonuç olarak fena olmayan bir para kazandı Galatasaray. En azından aldığımız fiyatın üstüne sattık adamı. Ne diyelim yolu açık olsun.

Emre Güngör Gaziantepspor’a Transfer Oldu

Profesyonel futbolcumuz Emre Güngör’ün Gaziantepspor’a transferi gerçekleşmiştir. Emre Güngör’e Kulübümüze olan hizmetlerinden dolayı teşekkür eder, bundan sonraki futbol yaşamında üstün başarılar dileriz.

www.galatasaray.org

Profesyonel futbolcumuz Emre Güngör'ün 2.000.000 TL. bedelle Gaziantepspor Kulübü Derneği'ne transferi gerçekleşmiştir.

http://kap.gov.tr/yay/Bildirim/Bildirim.aspx?id=120206

Hoşçakal Küçük Kaptan


Geçtiğimiz günlerde transfer görüşmelerinin başladığını duyurmuştu Galatasaray Uğur hakkında. Bugün sonuçlanmış ve Uğur, Ankaragücü'ne transfer oldu.

Uğur'u çok severim. Bana göre sakatlanmadan önceki performansı inanılmazdı. Hem savunma hem de hücumu müthiş oynuyordu adam. Bir nevi Sergio Ramos performansıydı. Hatta takımın asist kralıydı o dönem. Sonra malum buzlu zeminde oynanan Konyaspor maçı geldi. O maçı ertelemeyen Federasyon'a yazıklar olsun. Bir gencin futbol hayatıyla oynadılar.

Uğur'un sakatlığını biliyorsunuz. Diz kapağı kırıldı. Yürüyemeyecek bile denmişti O'nun için. Fakat tekrar sahalara döndü. Eh haliyle eski Uğur'dan eser yok. Ne hızı kalmış, ne de o cesareti. Beli ağırlaşmış, bacakları ağırlaşmış ki kesinlikle olağan şeyler bunlar. Adamın dizi 3 parçaya ayrılmıştı.

Yeniden bir başlangıç yapmalıydı Uğur. Bu önünde oynayan Sabri varken olmazdı. En iyisini yapıp Ankaragücü'ne gitti. Hem de para kazandırdı kulübüne.

İyi şanslar Küçük Kaptan. Kolay kolay unutulmayacaksın. Tekrar yuvanda oynayacağın günleri de göreceğiz.

Hoşçakal.

Uğur Uçar Ankaragücü'ne Transfer Oldu

Profesyonel futbolcumuz Uğur Uçar'ın MKE Ankaragücü'ne transferi gerçekleşmiştir. Galatasaray Futbol Altyapısı'ndan yetişerek, A takıma yükselen Uğur Uçar'a Kulübümüze olan hizmetlerinden dolayı teşekkür eder, bundan sonraki futbol yaşamında üstün başarılar dileriz.

www.galatasaray.org

Profesyonel futbolcumuz Uğur Uçar'ın 1.300.000 TL bedelle MKE Ankaragücü'ne transferi gerçekleşmiştir. Uğur Uçar, Galatasaray Sportif Sına ve Ticari Yatırımlar A.Ş.'den 2009 - 2010 Futbol Sezonu sonuna kadar olan hak edişlerinin 100.000.-TL kısmından feragat etmiştir.

http://kap.gov.tr/yay/Bildirim/Bildirim.aspx?id=120190

Çağlar Birinci Galatasaray'da!


Resmi siteden görüşüldüğü açıklandıktan sonra bitti gözüyle bakıyorduk zaten. Şimdi Çağlar ve çok konuşulan bedeli hakkında biraz yazalım.

Birincisi verilen 4 oyuncu 20-24 arası yaşlarda. Yani artık genç değil bu adamlar. Bu yüzden yok A2 takımını verdik, yok geleceğimizi verdik gibi veryansınlara asla ama asla gerek yok. İkincisi Serdar Eylik'i kiraladık ki Denizlispor'un zeminini düşününce Serdar'ın orada çok iyi işler yapabileceğini umuyorum.

Buraya kadar tamam. Mantıklı ve güzel tercihler. Her genç Galatasaray'da oynayacak diye bir kural yok zaten. Fakat işin acıklı tarafı 1.5 milyon €. Maalesef şu para bu transferin güzelliğini çok çok bozuyor. Verilen 4 + 1 oyuncunun toplam değeri 3 milyon € eder herhalde. E Çağlar'a bakıyoruz;

Yükselmekte olan bir kariyere sahip, yeni yeni milli takımda oynuyor fakat savunmasında oynadığı Denizlispor düşmüş ligden. Yani bu adam daha tam olarak bir şeyler yapamamış. Fakat bedeli, yaptıklarından çok çok fazla. İşte eleştirilerde o zaman haklı olmaya, Çağlar'da 5 futbolcu + para karşılığında geldiği için bunun sorumluluğu altında ezilmeye başlayabilir.

Ben Çağlar'ı beğenirim. Savunması çok iyi, hücum katkısı vasat üzeri bir adamdır. Kuvvetlidir. Volkan Yaman olmayacaktır umarım. Büyük ihtimal stopere geçebilecek Hakan Balta yerine sol tarafta iyi işler yapabilir. Veya olası bir stoper transferi durumunda sol tarafı da iyi yedekleyebilir. Her zaman için kadroda kendine yer bulacaktır yani.

Umarım ödenen bonservis bedelinin etkisinde ne taraftar ne de Çağlar kalır bundan sonra.

Başarılar Çağlar.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Grup H: İspanya 2 - 0 Honduras


Çok sıkıcı, İspanya'nın kendi kimliğinden uzaklaştığı bir maç izledik.

İsviçre maçında İspanya çok iyi top oynamış, rakibini dağıtmış fakat golü bulamayıp golü yemişti. Del Bosque sanırım yine öyle bir kaza yaşamamak için direkt sonuca giden bir takım kurmuş.

Xavi'nin son derece pasif kaldığı, Busquets'in ve Xabi Alonso'nun bir işe yaramadığı, sürekli ne alakaysa kanattan ortalar yapıldığı garip, bozuk, kırık bir 4-3-3 ile sahadaydı İspanya. Zaten bu takımın 4-4-2 performansı mükemmel iken Busquets gibi değersiz bir oyuncu için sistem değişikliği ne kadar doğrudur bilemiyorum.

Üstelik İspanya'nın en zayıf noktası Capdevilla iken bir de oraya David Villa'yı çekmek hakikaten biraz garip. Honduras maçı diye böyle olmuş olabilir fakat David Villa'nın bu akşam ki performansı sonucu umarım orada bırakmaz onu Del Bosque. Yoksa Şili oyuncusu Alexis Sanchez orada dans edecektir.

Koca maçta hakikaten İspanya'nın İspanya gibi oynadığı çok çok az bölüm var. Bunda sürekli kanattan orta denemelerinin çok büyük etkisi var. Xavi'nin neredeyse başlattığı atak yok yahu. 1 tane o bildiğimiz paslarından verdi o da maç 2-0'ken.

Honduras ise İspanya'nın açıkları üzerine bir oyun planı kurmuş. Özellikle sol kanattaki zaafı ilk yarı sürekli değerlendirmeye çalıştılar. Kenarlara koydukları hızlı oyunculara topu aktarıp, oradan bir pozisyon yaratma uğraşı içindeydiler tüm maç. Maç boyu inanılmaz oynayan Sergio Ramos sağ tarafı güzel kapattı belki ama Capdevilla ile Villa savunma konusunda çok sıkıntı yaşattı. Tabii biraz kalitesizlik Honduras'ın tehlike yaratmasını engellese de dediğim gibi Şili böyle pozisyonları sonuçlandıracak bir takım.

Neyse üzerinde pek konuşulacak bir maç değildi. Kısa kısa geçelim;

* İspanya gerekli skoru aldı.
* David Villa'nın ilk golü muhteşemdi ve adam Marc Overmars gibi oynadı solda.
* Xavi gibi bir oyuncuyu bu kadar az kullanmak futbola ihanettir.
* Sergio Ramos büyük adam.
* Busquets ne arar la bazarda?

Grup G: Portekiz 7 - 0 Kuzey Kore


Uzun bir zamandır yazmıyordum. Biraz kafa toparlayıp tekrar blogun başına dönmüş oldum. Döndüğüm gibi de sempatiyle baktığım Kore'nin 7 yemesi hakikaten garip oldu.

Maçla ilgili konuşacak bir şey yok. Takım olarak çok iyi bir ilk yarı çıkardı aslında Kuzey Kore. Pozisyona girdi, 2 adet net pozisyonu harcadı. Fakat ikinci yarı araya güç farkı bariz bir şekilde girdi ve ikinci yarıda tam 6 gol yedi Kore.

Normaldir. Hala farklı bir grupta olsalar ikinci tura geçebileceklerini düşünüyorum. Zira bu adamlar hakikaten iyi top oynuyorlar. Ama güçleri, bu gruba göre inanılmaz düşük.

Portekiz ise C. Ronaldo'nun önderliğinde 7 gol buldu. Yazacak da başka bir şey yok sanırım.

15 Haziran 2010 Salı

Grup G: Brezilya 2 - 1 Kuzey Kore


Beklediğimden çok daha keyifli bir maç izledik. Kuzey Kore gibi bir takımı keşfettik. Hakikaten bitti diye çok üzülüyorum şu an.

Kuzey Kore'den bahsedelim;

Adamlar bir örnek gibi. Hepsi hızlı, hepsi çevik, hepsi son derece hırslı ve hepsi aynı boyda. Çok acayip bir takım hakikaten. Turnuvaya katılan bir çok takımdan daha akılları başında, daha disiplinli, daha tekniğe dayalı bir oyun oynuyorlar. Topu kapıp 2 pasla da hücuma çıkabiliyorlar, 9-10 pas yapıp set hücumuna da geçebiliyorlar. Eğer G grubu gibi hakikaten çok zor bir grupta olmasalar gruptan çıkabilecek kadar iyiler.

Maça Kuzey Kore 5-3-1-1 gibi bir dizilişle başladı. En uçta oynayan, blogdaki incelemede de bahsettiğimiz Jong çok garip bir adam. Bugün heyecanına yenik düştü. Pek becerikli değildi fakat müthiş bir şut kabiliyeti var. Bunun dışında çok da güzel oyunu okuyor. Fiziksel dezavantajına rağmen topu tutup, sağa sola attığı paslar derstir tek forvetim diye gezinenlere. Kesinlikle ve kesinlikle Avrupa'da çok rahat oynar bu adam. Ben anlamıyorum arkadaş; Adam bir baş kısa stoperlerden, takır takır hava topu aldı, asist yaptı. Çok acayipti. Dediğim gibi heyecanını yensin gol bekliyorum bu turnuvada ondan. Portekiz'in canını yakar gibime geliyor.

Kuzey Kore'nin solbeki de muhteşemdi. İsimler şimdi aklımda değil. Fakat harika bir hücumcu olduğunu söylemek lazım. Maç boyu oradan rahatsız edip durdu Brezilya'yı. Maicon maçın adamı olmasına rağmen üstelik. Öte yandan harika bir alan ve adam savunması yapıyor Kuzey Kore. Top 3. bölgedeyken adam savunmasına geçiyorlar hemen. Müthiş paylaşıyorlar rakip oyuncuları. Top ortasahaya doğru açılmışken Jong'da topun arkasına geçiyor ve alan savunmasını devreye sokuyorlar.

Hakikaten araştırılması gereken bir takım Kore. Teknik direktörleri çok iyi, haddini çok bilen ve direkt olarak avantajları üzerine oynayabilen bir takım yaratmış. Bu gayet kısa ve çelimsiz gözüken takımın oyuncularının Lucio'larla, Melo'larla, Gilberto'larla başetmesi hakikaten çok şaşırtıcı. Ayrıca çok da çevikler. Her pozisyonda Brezilyalı oyunculardan bir saniye daha erken hareket edip, bozuyorlar oyuncuları. Kalecileri hatalı bir gol de yese bana göre pozisyon almayı bilen bir kaleci. Bir çok top üstüne gelmiş gibi gözüktü fakat kesinlikle bilinçli şekilde pozisyon aldığı da vardı.

Brezilya'ya baktığımızda Dunga'nın klasik oyununu gördük. Zaten takım hiç değişmiyor. Belki 1-2 kişi o kadar. Kulüp takımı havasında milli takımı yönetmenin avantajlarından iyi yararlanıyor Dunga. Bir kere arkadaşlık çok iyi. Gol sevinçlerinden, oyuncuların çıktıktan sonraki hareketlerine kadar belli ediyor kendini.

İkincisi takım gözü kapalı pas yapabiliyor. Bu maç tabii ki ölçü değil. Kuzey Kore'nin iyi oyunu kadar Brezilya'nın biraz hazırlık maçı havasında oynaması da etkiliydi bu kötü gözüken oyuna fakat ben grubun diğer maçlarında, Brezilya'nın dişini fazlasıyla göstereceğine eminim. Bizim Elano için güzel bir başlangıç oldu bu arada. 1 gol 1 asist ile maçı tamamladı. Dediğim gibi ölçü değil. Fakat böyle bir başlangıç yapmak Elano'ya moral verecektir.

Kuzey Kore ise sanırım bir çok kişinin sempati duyduğu bir takım olmuştur bugün sahaya koyduğu karakterli ve gururlu oyunla.

Kesinlikle izlediğim en bilinçli takımdı. Çok acayipti çok. Gönül isterdi ki "Ölüm Grubu" değil de başka bir grupta yer alsalardı.

Grup G: Fildişi Sahilleri 0 - 0 Portekiz


Güzel, keyifli bir maç daha izledik. Bugün 2'de 2 gidiyor güzel maç sayısı. Umarım Brezilya - Kuzey Kore maçında da aynı şey olur da ilk hat-trick'i yapar 2010 Dünya Kupası.

Fildişi Sahilleri sahaya 4-3-3 düzeniyle çıkmış. Neden olduğunu anlayamadığım anlamsız Sven tercihlerine değineceğiz ama önce kadroya bakalım. Kalede çaresizlikten Barry oynadı. 1-2 absürd hareket, top sektirme, rahat tutabileceği topa uçma vs. yaptı fakat tehlikeli bir atak olmadığı için sorun olmadı. Solbek Tiene, sağ bek Demel, stoper ikilisi Zokora(?) ve Toure. Orta üçlüde Tiote, Yaya Toure ve Eboue(?) görev alırken forvet üçlüsünde sağda Aruna, ortada Gervinho ve solda Kalou görev aldı.

Şimdi tercih anlamsızlıklarına bakalım. Birincisi Zokora gibi bir oyuncuyu stopere koymak nasıl bir olaydır bir türlü anlamıyorum. Yahu böyle bir ortasahan var da sen böyle nankörlük yapıyorsan kaybet yahu o maçı. Yani sağbekte oynayan Demel'i göbeğe, ortasahada oynayan ve kaybolan Eboue'yi sağbeke ve Zokora'yı kendi yerine koymak çok mu zordu anlamıyorum hakikaten.

Bir diğer gariplik ise sağ tarafta Aruna tercihi. Şimdi Galatasaray taraftarıyım diye demiyorum ama Keita inanın Fabio Coentrao'nun olduğu Portekiz'in sol savunmanı yokederdi.. Bu adam hiçbir şey yapamadı yahu. Keita böyle bir savunmayı Türkiye'de bulamıyor lan! Darmadağın ederdi ya. Resmen 90 dakika boş boş koşmasına dayandı Aruna'nın. Adam ne şut çekti, ne doğru düzgün orta yapabildi, ne cezasahasına koşu yaptı. Hiçbir şey yapmadı. Tamam şimdi yiğidin öldürüp, hakkını yemeyelim; çok iyi bir savunma yaptı. Fakat hakikaten o kanadı kullanamamak içler acısıdır.

Portekiz'e dönersek;

Savunma 4'lüsü; Ferreira - Carvalho - Bruno Alves - Coentrao'dan kuruluydu. Onların önünde Meireles - Deco - Pedro Mendes üçlüsü ve en uçta Ronaldo - Liedson - Danny. Kadro top oynamaya müsaitti ve Portekiz'de öyle yaptı. Maçın büyük bölümü topa sahip oldu. Deco ortasahanın en iyi adamıydı fakat çok erken çıktı oyundan. Eğer sakatlık değilse çok büyük bir teknik direktör yanlışı bana göre. Zaten karşılarında bar badigardı gibi adamlardan kurulu bir ortasahaya bu kadar eziliyorken, Deco gibi 2-3 pasla işi açabilecek adam son ana kadar tutulmalıydı oyunda. Tabi maçı kazanmak istiyorsanız. Zaten maç boyu Ronaldo'nun ayağına bakıyordu Portekiz.

Maça baktığımızda ilk 15-20 dakika çok keyifliydi. Portekiz topu dolaştırıyor, pozisyon bulmaya çalışıyor ki Ronaldo'nun müthiş bir şutu direkten döndü, Fildişi topu kaptığı gibi Gervinho'nun hücum liderliğinde atağa kalkıyordu. Daha sonra oyun yavaşladı. Baya yavaşladı üstelik. Fildişi'nin 4-3-3'ünün sağ tarafı zaten Demel ve Aruna ile pek verimli olmadı. Savunma anlamında çok iyi işler yaptılar. Ama hücum 0.

İkinci yarı Fildişi müthiş başladı. 65'e kadar top vermedi Portekiz'e ki topla oynama oranlarında öne bile geçti. Gervinho'nun, Kalou'nun değerlendiremediği 1-2 pozisyon sonrası sanırım Sven-Goran Eriksson bu son vuruş sıkıntısına çare olsun diye Drogba'yı oyundan aldı. Ama yine yanlış bir tercih ile; pozisyona girmek için uğraşan iki adamdan biri olan Kalou'yu oyundan çıkardı. Yahu hakikaten ben anlamıyorum bu adamı. Drogba'nın oyuna girmesinden sonra Portekiz topu tekrar vermemek için çok uğraştı ve 5-10 dakikada soğuttu Fildişi'nin baskısını. Fakat bu sefer onlar için Deco'nun yokluğu, pozisyon yaratamamak olarak döndü. Üstüne bir de solda Demel tarafından çok çok iyi savunulan Ronaldo eklenince Portekiz topla oynayan ama hiçbir sonuca varamayan bir takım oldu. Belki Ronaldo'nun sağa geçmesi, savunma anlamında nispeten daha kötü olan Tiene'nin üzerine gitmesi Portekiz'e pozisyon imkanı doğurabilirdi.

Maç Keita diye bağırıyorken, Eriksson uykusundan 83'de uyandı ama bu sefer de maçın en iyisi olan Gervinho'yu oyundan aldı. Gervinho demişken bugün Portekiz'i darmadağın ettiğini söylemek gerekiyor. Bruno Alves, Carvalho gibi kalıplı adamları çok çok rahat geçti tüm maç. Oyundan çıkması faciadır. Hakikaten şu maçı kazanamadıysa Fildişi, Eriksson'un saçmasapan tercihleri yüzündendir. Biliyorsunuz teknik direktörleri fazla eleştirmem. Fakat Keita'nın bir maçını izleyen biri bile Coentrao'yu paramparça edebileceğini anlardı yahu. Zaten Keita girdiği gibi ki sol tarafta oynadı, takıma tekrar hava getirdi. Sol tarafı çok iyi kullandı. Drogba'ya da çok güzel bir top attı fakat Drogba'nın kötü vuruşu golü getirmedi.

Portekiz'i bugün izledikten sonra Fildişi Sahilleri'nin, Brezilya ile birlikte gruptan çıkacağını düşünüyorum artık. Tabii Eriksson ne yapıp edip bir çomak sokabilir.

Grup F: Slovakya 1 - 1 Yeni Zelanda


Güzel bir maç izlediğimizi belirtelim.

Bu kadar keyifli olacağını tahmin etmiyordum açıkçası. Slovakya'nın ilk 20 dakikadaki oyunu, bir sürpriz olabileceğini düşündürse de son 10 dakikaya kadar oyunu domine ettiler doğrusu.

Yeni Zelanda'nın taktiği belli. Oyunu kendi yeteneklerine göre çevirmek. Akıllı ve tutabilme ihtimali olan bir taktik aslında. Fakat oyuncular hakikaten kalitesiz. Slovakya'ya karşı geniş alanda değil ama dar alanda bir 4-3-3 ile karşıladılar. Slovakya sebebini anlamadığım şekilde ortadan gelmeye çalıştı ilk 20 dakikada. Eh haliyle bu da Slovakya'nın fizik olarak zayıf oyuncularının o kalabalıkta ezilmesini sağladı.

Daha sonra Weiss'ın hakikaten çok iyi oyunuyla oyunu yavaş yavaş kanatlara açmaya, adam eksilterek bu katı bölgeyi yıpratmaya başladı. Zaten daha sonra Slovakya iyice oyunu genişleterek pas yapıp, topu vermedi Yeni Zelanda'ya. İleri 3'lüsü gayet iri yarı olan Yeni Zelanda ise aldığı topları hızla ileri oynayarak orada top tutmaya çalıştı. Fakat bekler ve ortasahalar yetersiz olduğu için pek faydasını göremedi. Bu arada bir kalecileri var ki Allah'a emanet.

İkinci yarı Slovakya aynı oyununu devam ettirdi ve gol de kenardan ortayla geldi. He orta yapıldığı sırada Vittek ofsayt, yan hakem rezalet yerde durmuş. Fakat Vittek çok ölü yere vurdu topu. Çıkması imkansızdı doğrusu. Golden sonra Yeni Zelanda pes etmiş, Slovakya fark yapacakmış gibi göründü. Zaten Sestak, Hamsik, Weiss vs. pozisyonlar kaçırdılar. Oyuncu değişiklikleri yapmaya başladı Slovakya ki bana göre büyük bir hatayla topun Slovakya'da kalmasını sağlayan oyunculardan biri olan Vittek çıktı. Vittek hem hücuma hem de pas trafiğine direkt etki eden bir oyun oynadı.

Zaten Vittek çıktıktan sonra top sürekli Yeni Zelanda'da kalmaya başladı. Sürekli ileriye top şişirdiler ki Skrtel gibi bir oyuncuya rağmen bir çok hava topunu indirmeyi başardı Smeltz. Daha sonra gol de geldi. Matteo Ferrari çakması Reid güzel bir gol atıp 1-1 yaptı durumu.

Bu Slovakya'ya ders olsun. Yeni Zelanda'yı hafife almanın acısını gruptan çıkamayarak ödeyebilirler.

Fenerli arkadaşlarımız Stoch'u merak etmişlerdir. Sanırım sakatlığı dolayısıyla son 6 dakika oynadı. Pek riske etmediler.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Grup F: İtalya 1 - 1 Paraguay


Sürpriz adayımın Paraguay olduğundan, taş gibi defansları olduğundan bahsetmiştim. Beni haksız çıkarmadı aslanlarım!Şaka bir yana disiplinli iki savunma izledik. İşin garibi koskoca maçta, savunma anlamında 1 hata yapan Paraguay'ın, o hatada golü yemesidir. Futbol işte başka bir şey diyemiyoruz.

Paraguay klasik 4-4-2'sini sahaya sürmüştü. Roque ve Cardozo'nun sakatlıkları onları yedek kulübesinde başlatsa da, ileri ikili Dortmund'dan birbirini tanıyan Barrios ve Valdez'e emanet edilmişti. Ortasahada ise kuşkusuz maçın yıldızlarından biri olan Vera, Cacares, Riveros ve Torres çok iyi bir 4'lü oluşturdu. Savunmada Alcaraz ve Paolo da Silva taş gibi ikili olmuşlar doğrusu. Nefes bile aldırmadılar Gilardino ve Iaquinta'ya. Solbekte Morel, sağbekte Bonet işlerini iyi yaptılar.

İtalya'ya döndüğümüzde 4-3-3 sistemiyle sahadaydılar. İleri üçlü için sol forvet Iaquinta tercihi biraz garip geldi bana. Di Natale orada çok daha verimli olabilirdi. Ortada Gilardino ve sağda hücum adına İtalya'nın en iyisi olan Pepe. Ortasahada maçın İtalya adına yıldızı De Rossi'ydi doğrusu. Hakikaten çok başka bir adam. Müthiş bir pozisyon bilgisi var bir kere. Bir çok pas kesti. Ayrıca oyun görüşü ve tekniği de çok iyi. Paraguay'ın sürekli oyunu sıkıştırmaya çalışan ortasahasının çabalarını tek pasla bozdu neredeyse her defasında. Hücuma da destek verdi. Yenilen golde biraz hatası vardı sanki. Fakat onun dışında kusursuza yakın oynadı. De Rossi'nin yanında bol bol şut atan Montolivo ile sahanın en kötüsü Marchisio vardı. Hakikaten neden oynadığını ben pek anlamadım. Savunmanın yıldızı Cannavaro'ydu. Bu performansı verebilen bir stoper neden Arap ülkelerine gider anlamıyorum. O'nun yanında Chiellini idare eder iş yaptı. Sol tarafta Criscito hücum anlamında iyi işler yapmaya çalıştı. Sağbekteki Zambrotta ise ilk 20 dakika çok fazla hücuma destek verip sonra durdu sanki.

Kadroları geçtikten sonra maça dönersek İtalya'nın oyunun hakimiyetini elinde tuttuğu bir 20 dakika ile oyun başladı. Fakat dediğim gibi Paraguay'ın defansı bütün çabaları eritti doğrusu. Özellikle stoperler müthiş çalıştı. 20. dakikadan sonra Paraguay doğru yaptığı işi yapmaya, topu kanatlara açmaya başladıktan sonra bir 5-6 dakika çok iyi bir baskı yaptı. 1-2 pozisyon yarattı bu arada. Fakat gol olmayınca tekrar savunmaya çekildi ki tam bu sırada Alcaraz'ın güzel golü geldi. Golden sonra İtalya'nın daha fazla bastıracağını düşünüyordum aslında. Fakat Paraguay oyunu iyice soğutup ilk yarıyı bitirdi.

İkinci yarı İtalya'nın taktiğinde bir değişiklik gördük. Sağ taraftaki Pepe, sola geçip şut opsiyonu yaratmıştı kendine. Zaten bir kaç girişimi de vardı bu sayede. Öte yandan Paraguay ise ortasahadaki presini daha da yoğunlaştırdı. Hatta Torres çıkıp, Santana oyuna girerek, savunmayı biraz daha kuvvetlendirdiler ki kalecinin bir hatası, İtalya'ya golü getirdi. Golü haketti mi haketmedi mi bilmiyorum İtalya. Fakat ilk hatada golü çıkarabilmek, büyük takımların işidir. Paraguay'ın bundan sonra baskı yiyeceği belliydi fakat iyi dayandılar yine. Böyle bir hatadan sonra disiplinden kopmayıp, maça devam etmek ise bir takımın kararlılığını gösterir. Bu da teknik direktörün işidir. Hakikaten güzel bir savunma yaratılmış ve uygulanmakta.

Roque ile Cardozo gibi hücum hamlelerine, Di Natale ve Camoranesi ile cevap verdi Lippi. Aslında Camoranesi'nin oyuna girmesi, 4-2-3-1'i tekrar devreye soktu İtalya için. Marchisio hakikaten çok kötüydü yahu. Ne pas atabildi, ne bir iş yapabildi. Sahada gezindi. Camoranesi ise sağa sola fena toplar atmadı doğrusu. Di Natale ise stoperlerin arasında gezindiği için kayboldu.

De Rossi ile Vera'ya ayrı bir parantez açmak gerek. De Rossi İtalya'nın belki de sahanın en iyisiydi kesinlikle. Aynı şekilde Vera, De Rossi'den daha hücuma dönük bir oyuncu olsa da sahada gezmedik yer bırakmadı. Üstelik sorumluluk alan bir oyuncu Vera. Sağ tarafı da çok güzel kullandı. Santana oyuna girip, 4-3-1-2'ye dönüldüğünde forvet arkası olmasına rağmen önlibero kadar uğraştı. De Rossi ise İtalya'nın yılmamasını sağlayan adamdı belki de. Sürekli top çaldı, sürekli oyun açtı. Çok acayip yahu. Roma'dan ayrılır mı bilemem ama sanırım Dünya'da oynayamayacağı takım yok gibi.

Neyse sonuç olarak iki adet güzel defans izledik. Belki İtalya bu defansa gol atabilir ama Yeni Zelanda ile Slovakya çok çok zorlanacaklar. Paraguay için İtalya'dan puan almak, bir üst tura geçmenin yarısı bana göre. Bir galibiyet bile yetebilir bundan sonra. İtalya ise Yeni Zelanda ile Slovakya'yı daha rahat geçecektir. Pirlo'nun tekrar oyuna dahil olması durumunda hücumdaki tıkanıklığı da çözebilirler bana göre.

Bir de Iaquinta sol forvet olmasın be Lippi.

Grup E: Japonya 1 - 0 Kamerun


Hollanda - Danimarka maçının yorumunun sonunda pek keyifli maç olmayacağını düşünüyorum demiştim. Nitekim çok çok sıkıcı bir maç daha izledik. Belki son 10 dakika için biraz heyecanlıydı diyebiliriz.

Paul Le Guen beğendiğim bir teknik direktör. Bana göre bugün 4-3-3 dizilimi konusunda doğru fakat oyun felsefesi konusunda biraz hatalı davrandı. Makoun - Matip - Enoh gibi iç oyuncularıyla pas yapmaya çalışmak felaketle sonuçlandı doğrusu. Bir dolu pas hatası, bir dolu tercih hatası Kamerun adına oyunu kilitledi. Üstelik tempo yaparak sahayı dar edebilecekleri bir Japonya karşısında kendi kendilerini imha ettiler.

Eto'o, Inter'de bir kanat forvet olarak oynayabiliyor. Paul Le Guen'in onu bu pozisyonda kullanmasını anlayabiliyorum. Üstelik inanılmaz düz 3 adamdan, hadi Enoh'un topla arası biraz iyi yalan demeyelim, oluşan ortasahayı düşündüğümüzde yaratıcı tek oyuncunun bu sene Mourinho ile de bazen forvet arkası oynayan Etoo'nun olması normal. Ama böyle olunca da Kamerun'un hücum gücü hakikaten azalıyor. Bana göre en doğru tercih 4-2-3-1 dizilimi olacaktı. Orta 2'lide Enoh ile Matip, ileri üçlüde Moting - Emana - Etoo ve forvette Webo. Böylece bahsettiğim tempoyu yakalayabilirdi Kamerun. Emana'nın sürekli topla içeri dalışları ve oyun görüşü hem Etoo'nun hücum verimini arttırırdı, hem de zaten pek de iyi olmayan Japonya savunmasını delik deşik edebilirdi.

Nakata, Nakamura, Ono gibi isimlerden sonra yeni nesil Japon ortasahası çok düz kalıyor. Honda'nın ayağına bakıyor takım. Biraz kanatlarda Matsui'nin etkili oyunundan bahsedebiliriz. Hakikaten galibiyeti haketmedi Japonya. Ama Kamerun da haketmedi. Böyle ortada, sıkıcı bir maçtı. Konuşulacak ne var diye düşünüyorum hakikaten. Belki Kawashima'nın güzel performanslarına devam etmesinden de bahsedebiliriz. 2-3 böyle maç daha oynarsa Fransa ortasıra ekiplerinden birine transfer yapabilir aslında. Yan top zaafı dışında pek bir eksiği yok gibi.

Oyunun son 10 dakikası ise Kayserispor - Manisaspor vs. maçları gibi geçti. M'bia'nın inanılmaz şutu ve son dakikada Kawashima'nın iyi bir kurtarışı vardı bu süre zarfında. Sanırım son 10 dakika takımı Samet Le Aybaba yönetti Kamerun'u. Halbuki Geremi'nin girişi, Eto'o'nun ortaya, Webo'nun yanına gelişiyle kanat ortalarından bir sonuç çıkabilirdi.

Son olarak umarım Galatasaray forumlarında yazan insanlar Emana'nın ön libero değil forvet arkası oynadığını anlamışlardır. Abi lütfen... Anlayın bunu artık.

21.30'da benim turnuvadaki sürpriz adayım Paraguay'ın maçı var. İtalya'nın da sonunda sahne alacak olması bu maçın heyecanını arttırıyor. Merakla bekliyorum.

Grup E: Hollanda 2 - 0 Danimarka


Maçın büyük bölümü sıkıcıydı. Elia'dan önce, Elia'dan sonra diye ayırmalıyız bu maçı.

Danimarka oyuna 4-4-1-1 gibi bir sistemle başlamış, en ileriye Bendtner'i, sağa Rommedahl'i, sola Enevoldsen'i, ortaya Poulsen, Kahlenberg ve Bendtner'in arkasına da Jorgensen'i koymuştu. Amaç öncelikle Hollanda'nın pas oyunu etkinliğini pasifize etmek ve kapılacak topları sağa sola taşımak veya Bendtner üzerinden verkaçlarla gol bulmak. Nitekim ilk yarı bunlara benzer 1-2 atak geliştirdi Danimarka. Kahlenberg ile Bendtner paslaşması, Rommedahl'in ortasına Bendtner kötü vuruşu ve soldan atılan ters bir topta Rommedahl'in kalecide kalan şutunu hep bir plan üzerinden işledi Olsen'in adamları.

Hollanda ise bana göre kendi sistemlerine ihanet eder bir seçimle maça başladılar. Solda 4-2-3-1 gibi dizilmişti sahaya Hollanda. Solda Vaart, sağda Kuyt ve göbekte Sneijder'in önüne geçen Van Persie ilk yarı boyunca bireysel çabalar dışında sisteme uyan atak geliştiremediler. Bunun sebebi ise hızlı kanat forvetlerin olmayışı. Kuyt müthiş bir takım oyuncusu olsa da sağ tarafa geçtiği zaman oranın hücum verimliliğini oldukça düşürüyor. Van der Wiel gibi hücum bekinin önünde Kuyt'un savunma gücünden yararlanarak dengeli bir sağ kanat oluşturmak istemiş olabilir belki teknik direktör fakat o zaman sol tarafa direkt kaleye gidebilecek, yerleşik Danimarka savunmasını yıpratabilecek bir adam koyması gerekirdi. Sanırım isimler, sistemin önüne geçti ilk yarı.

Dediğim gibi Persie'nin bir iki denemesi, Vaart'ın savunmadan dönen şutu dışında hiçbir şey yoktu Hollanda hücumu adına. Oysa Van Bommel rakip alan savunmasını çok fazla yıpratıyordu top sürerek ve dikine oynayarak. Hollanda'nın savunması ise soldan yıprandı doğrusu. Zaten Van Bronckhorst'un savunmanın en zayıf halkası olacağı belliydi. Artık yavaş yavaş miadını doldurmuş Rommedahl karşısında bile bu duruma geliyorsa Hollanda'nın solbek araması gerekecek.

İlk yarı böyle kısır geçmişti ki ikinci yarı, ilk yarının en iyi adamlarından Simon Poulsen uzun bant, kısa bant ve sayı gibi bir üç top oyunu oynadı ve Hollanda'nın işini kolaylaştırdı. Zaten ayağında top tutmakta sıkıntı çekmeyen Hollanda, bir de rakipte Bendtner sakatlanınca iyice rahatladı. Bendtner pek iyi oynamasa da iyi top tutup, takımını taşıyabiliyordu. Yerine giren Beckmann sahada bile yoktu. Bir de bunun üstüne Hollanda'nın teknik direktörü Marwijk takımın aksayan bölgelerini teker teker tamir edince oyun Hollanda'nın istediğine döndü. Yukarıda belirttiğim Elia'dan önce, Elia'dan sonra durumu da buradan sonra başladı. Birincisi Danimarka sağbeki Jacobsen'in defolarını birer birer ortaya çıkardı Elia. İkincisi Hollanda'nın en büyük eksikliği olan tempoyu takıma taşıdı. Vaart, Sneijder, Kuyt ve Persie dörtlüsüyle oynanan uyuşuk oyunu hemen değiştirdi. Sol taraftan sürekli orta yaptı. İçe kaçıp gol aradı. Hakikaten çok iyiydi. Şurada bir parantez açıp Rijkaard'ın Stoch isteğini daha iyi anladığımızı düşünüyorum Elia üzerinden. Arda'da Vaart'ın biraz daha kanatta oynayabilen versiyonu. Oyunu hızlandıracak adamlar buradakiler oysa. Bu yüzden Stoch bana göre gerekli bir transferdi. Maça dönersek; Elia aksine bugün Persie acemi gibiydi. Topu ayağında tutamadı, doğru şut ve pas tercihleri yapamadı. Müthiş bir adam olduğu için kötü günüydü diyelim ki zaten oyundan alındı haklı olarak. Persie'nin yerine giren Afellay ise maç boyu iyi gözüken Poulsen'i müthiş zorladı. Yani iki tane hareketli oyuncu Hollanda'nın tüm oyununu değiştirdi.

Robben'in eksikliğinden inceleme yazılarında bahsetmiştik. Elia ile, Afellay ile Hollanda bir yerlere gelebilir. Fakat Robben o eşiği atlatacak olan adamdır. Bugün Danimarka'ya karşı bu kadar sıkışan oyun, Robben olsaydı 20. dakikaya kalmaz açılacaktı kesinlikle. Elia'nın girişi ve 25-30 dakikalık oyunu bile referanstır bu konuda.

Elia'nın girmesinden sonra çok keyifli bir maç izledik. Danimarka'nın en yapacağını 20 dakika sonra başlayacak maç ile daha iyi oturtabiliriz kafamızda. Fakat şimdilik çok yavan bir hücum hatları olduğunu söyleyebiliriz. O yaratıcılık eksikliğini genç Eriksen'le veya Jorgensen'le kapatmak istiyorlar sanırım. İlk maç itibariyle Eriksen için bir şey diyemesem de Jorgensen'in maç boyu kayıplarda olduğunu düşünürsek zor gibi duruyor. Öte yandan sol kanat Enevoldsen'in gayet kaliteli bir oyuncu olduğunu gördük ilk maç için. Son olarak pek emin olamadığım Sketelenburg'un gelen 1-2 topta başarılı olduğunu söylemeliyim.

Pek sanmasam da Japonya - Kamerun maçı umarım daha keyifli geçer.

Grup D: Almanya 4 - 0 Avustralya


Gönülden desteklediğim Avustralya'nın yenilmesine ne kadar üzüldüysem, Mesut Özil'in hücum liderliğini üstlendiği Almanya'nın müthiş oyununa o kadar sevindim.

Galatasaray'ın geçen sene Skibbe zamanında oynamaya çalıştığı, kısmen çok çok başarılı olduğu 4-2-3-1 düzeninde yayılmıştı sahaya Almanya. Mesut'un tam anlamıyla bir Lincoln göreviyle oynayıp, her hücumu şekillendirmesi Almanya'nın oyununa müthiş bir zenginlik getirmiş. Müller, Khedira, Mesut, Marin gibi yeni nesil Almanların, Almanya'ya kazandırdığı çeşitli kimlikler yavaş yavaş meyvasını veriyor gibi.

Maça dönersek;

Aslında Avustralya'nın daha iyi oyun oynamasını beklerdim. Müthiş bir kadroları olmasa da EPL kökenli ortasahaları var. Yani en azından futbol oynamayı denemeliydiler bana göre. Sürekli kanatlara uzun top atmaya çalıştılar. Bu da zaten çok uzun boylu olan Almanya oyuncularının işine geldi. Her topu topladılar ve çok süratli bir şekilde hücuma taşıdılar. Bu hıza Avustralya'nın bekleri dayanamadı doğrusu. Solda 35'lik Chipperfield, sağda Wilkshire çabuk pes ettiler ki maçın daha 10. dakikası dolmadan Podolski müthiş bir gol attı. Neill'in ofsaytı bozması, kalecinin biraz hatalı hamlesi golün gelmesine yardım etse de Podolski'nin müthiş şutunu unutmamak lazım.

Golden sonra Avustralya topla oynayacağına daha çok geri çekildi, daha çok uzun top düşündü. Eh bu da Almanya'nın ekmeğine yağ sürdü doğrusu. Böylesine ağır bir savunmayla da bu tempoyu zaten kaldıramazdı Avustralya. Topa daha çok sahip olup, daha çok pas yapmayı deneselerdi en azından Almanya'nın temposunu düşürebilirlerdi. Böyle olmayınca Almanya'nın ikinci golü geldi ki tamamen Schwarzer'in hatasıdır. Bir kaleci çıktığı topu alacak. Alamazsa kesinlikle hata kalecinindir. Klose'de çok sevdiği gollerden birini attı.

İkinci yarı başladığında Avustralya biraz daha eli yüzü düzgün oynamaya başladı aslında. Neill'in sürekli topu ortasahaya aktarması, Holman'ın oyuna girişi biraz daha eli yüzü düzgün bir Avustralya gösterdi ki Cahill'in bana göre ağır kırmızı kartıyla birlikte bu hafif silkiniş yerini hezimete bıraktı.

Almanya çok daha fazla topla oynamaya, çok daha fazla pas yapmaya başladı. Zaten disiplini pamuk ipliğine bağlı Avustralya, bu sürekli top peşinde koşma işiyle iyice konsantre olarak dağıldı ve sürekli açıklar vermeye başladı ki Neill'in hatası, Khedira'nın çabası ve Müller'in müthiş şutu ile fark 3 oldu. Almanya'nın 5-6 yapacağını düşünmeye başlamıştır sanırım izleyenler ki bu sefer Mesut ortaladı, Cacau dokundu ve 4'e çıktı fark.

Avustralya'nın şu oyun düzeniyle bir şeyler yapma şansı yok. Sürekli uzun top, sürekli bir baskı demek. Benim anlamadığım böyle bir oyun belirleyip, Kennedy yerine ileride Garcia ile başlamak. Gereksiz bir hamleydi bana göre ki Garcia kayboldu 1-2 pozisyon hariç.

Almanya ise şüphesiz güç gösterisi ile başladı. Tahminimden daha iyi oynamasının sebebi Avustralya mı yoksa hakikaten Almanya ilk 4'e kalabilecek mi göreceğiz.

Her şeye rağmen Mesut'un lider olduğu bir Almanya izlemek çok keyifli.

13 Haziran 2010 Pazar

Grup D: Gana 1 - 0 Sırbistan


Turnuvanın en güzel maçını izledik. Bu maçtan önceki değil yazılmak, anılmaya bile pek değmeyecek Cezayir - Slovenya faciasından sonra böyle bir maç müthiş oldu.

Öncelikle maça tarafsız gözle başlayıp, Gana forması, tenimin siyaha dönmesiyle bitirdiğimi söyleyeyim. Müthiş tempo, müthiş kanat organizasyonları, müthiş bir hız ve güç oyunu. Hakikaten Gana, Sırbistan'a tempo olarak fazla geldi.

4-2-3-1 ile sahaya dizilmişti Gana. Asamoah ve Annan ortasahası hem top tekniğiyle hem de çok güzel alan savunmasıyla zaten pek de güzel maça başlayamayan Stankovic - Milijas ikilisini pasifize etti. Andre Ayew - Prince - Tagoe üçlüsü ise sürekli ön alan baskası ve sürekli bindirmelerle iyice Sırbistan'ı şaşırttı.

Sırbistan'ın 4-2-4 şeklinde sahaya dizilmesi normal gibi aslında. Krasic ve Jovanovic gibi iki hızlı ve etkili kanat düşünüldüğünde, Zigic faktörü de tahtaya yazıldığında normal bir tercih. Fakat Krasic hakikaten yok gibiydi bugün. Ne ayakta durabildi, ne pas verebildi, ne top tutabildi. Böyle bir adam değil aslında. Umarım daha iyi oyunlarını seyrederiz. Sol tarafta ise Jovanovic sürekli zorlamaya çalıştı. Zaten oldukça hızlı bir adam. Çok yıprattı Gana sağ bekini.

Gana'nın sahadaki yıldızı ise Gyan'dı. Hakikaten müthiş bir oyun oynadı. Bir tek forvet nasıl oynaması gerekir, nasıl hücum, nasıl savunma yapması gerekir hepsini tek tek gösterdi bugün. Stoperlere baskı yaptı, pas alışverişine katıldı, top taşıdı vs. vs. Galatasaray'ın Baros'a alternatif aradığı şu zamanda Sercan'a milyonlar saçmak yerine çok mantıklı bir tercih olabilirdi aslında. Rennes'de oynadığını biliyoruz. Böyle oynarsa gerçi mantıklı kısmı biraz geçersiz kalacak.

Sırbistan'ın Milijas ve Stankovic ikilisi aslında doğru oynattı takımı. Ömer Üründül şov yapsa da şu Gana'ya tempo yapmaya çalışsaydı Sırbistan, darmadağın olurdu. Kanatlarda pek verimli olmamaları, Sırbistan'ın bütün oyun planını dağıttı aslında. Zigic'in sürekli cezasahası içinden uzak kalması da bu oyun planının işlememesi sebeplerinden biri.

Gana savunmasının zaaflarını daha iyi değerlendirmeliydi Sırbistan. Yan toplarda, cezasahasına yapılan ortalarda sürekli adam kaçırdı Gana. Üstüne üstlük Kingston gibi bir topu en az 3 hamlede çıkarabilen bir kaleciye daha fazla şut denemelilerdi.

Sırbistan 10 kişi kaldıktan sonra daha iyi oynaması ise ortasahayı pek kullanmamaya başlamasından dolayıydı. Zira Gana'nın o savunmasını 11 kişi açamayan takım, 10 kişi hiç açamazdı. Bu sebeple uzun toplarla ortasahayı geçip, Pantelic'in bu tip oyunlara uygun stilini kullanmaya çalıştılar. Bu arada kırmızıdan önce Lazovic - Zigic değişikliğinin, bana göre çok kötü bir değişiklik olduğunu söylemeliyim.

Neyse sonuç olarak bana göre şu ana kadar ki en keyifli maçı izledik. Darısı Almanya - Avustralya maçına.

Kalbimiz Neill ve Kewell'la.

Quaresma Beşiktaş'ta!

Beşiktaş'ın maddi anlamda epey zorlu bir sürece gireceği bir transfer oldu. Gayet iyi yanlış anlamayın. Müthiş bir isim. Şurada konuşmuştuk.

Hayırlı olsun.

2010 Dünya Kupası 2. Gün

Maçları tam izleyemedim. Şöyle bir baktığım için ufak notlar yazacağım.

* Güney Kore, Yunanistan'a duran toptan gol attı. Maçın özeti budur bana göre. Nerde 2-3 sene evvel olan taş defans, nerde şimdi ki altıpasa düşen topu seyreden defans.

* Arjantin kazandı kazanmasına fakat koca maçta ortasahaları var mı, yok mu hiç anlamadık. Nijerya elini kolunu sallaya sallaya atak yaptı. Grupları biraz güçlü olsa dağılırdı Arjantin.

* İngiltere, ABD maçı çok keyifliydi. İngiltere ne yaparsa yapsın o kalecilerle başı hep yanar. Bir ülke her büyük turnuvada bildiğin bariz kaleci hatasıyla gol yer mi yahu? Seaman'dan beri izliyorum. Seaman dahil her turnuvada içeri alan kalecileri oldu. Tebrik ederim.

11 Haziran 2010 Cuma

Grup A: Uruguay 0 - 0 Fransa


Turnuvanın ilk maçının aksine pek de keyifli olmayan, aralarda temponun az da olsa yükseldiği bir maç izledik.

Fransa'nın gruplara iyi başlayamayacağı belliydi. Fakat ben daha kötü bir Fransa beklediğimi söylemeliyim. Sahaya 4-2-3-1 ile yayılmış bir Fransa vardı. Toulalan ile Diaby ileri 3'lünün arkasını kapatıyor, Ribery ağırlıklı bir hücum planıyla Uruguay'ın güzel planlanmış savunması geçilmeye çalışılıyordu.

Fakat eksikler oldu. Mesela Govou hiç top oynamadı. Keza Gourcuff hakikaten futbola yeni başlamış gibiydi. Ne doğru düzgün pas verebildi ne de doğru düzgün şut çekebildi. Bu topal 4-2-3-1'in yine de bir şekilde yıkılmamasını sağlayan isim ise Toulalan'dı. Hakikaten müthiş çalıştı. Gelişebilecek Uruguay kontralarının tamamını kesti, olumlu paslar kullandı. Diaby'nin hücuma çıkışlarında savunmasını iyi yaptı. Bugün Toulalan yerine başka biri olsaydı çok farklı bir maç seyredebilirdik Fransa aleyhine.

Uruguay ise 3'lü savunma görünümünde, rakip ataktayken 5'li savunmaya dönen bir dizilişi tercih etmişti. 3-4-1-2 gibi gözüküyordu sahada. Özellikle sağ ve sol kanatlar yoruluncaya kadar güzel de işlediler bu sistemi. Fransa'ya doğru düzgün pozisyon vermediler, Forlan'la da pozisyon buldular. Uruguay'ın ilk 11'inde ise işe yaramayan 2 adam vardı. Biri maç boyunca ofsayttan çıkamayan Suarez, diğeri ise oynayıp, oynamadığı bile belli olmayan Ignacio Gonzales. Bu iki isime rağmen sahada bir Forlan vardı ki hakikaten anlatılmaz. Müthiş bir ortasaha gibi oynadı. Suarez'i sürekli pozisyona sokmaya çalıştı, takımın pas yapmakta zorlandığı zamanlar ortasahaya gelip top dağıttı. İleride top tutup, takımını hücuma çıkardı. Hakikaten müthiş bir performans izledik bu süper adamdan. Bir de gol atsaydı tam olacaktı.

Fransa Ribery'nin kişisel becerisiyle sağdan çok geldi. Üstüne Evra'da çok fazla orayı kullanınca Uruguay'ın sağ kanadı Maximiliano Pereira sadece savunma yapmak durumunda kaldı. Neredeyse hiç çıkamadı. Fakat işlemeyen Fransa sağ kanadını Alvaro Pereira çok güzel kullandı yorulana kadar. Maç boyu her hücuma çıkıp savunmaya geldiğinde 150-200 metre katetti bu adam. Hakikaten 80'e kadar da yorulmadı ciğersiz herif.

Merakla beklediğim Lodeiro'nun çok acemice kırmızı görmesi ise hakikaten üzücüydü. Halbuki oyuna girdikten sonra Ignacio'nun yapamadıklarını yapmaya, oyunu hareketlendirmeye çalışıyordu. Yazık oldu.

Maçın fazla konuşulacak bir tarafı yok aslında. Toulalan'ın ve Forlan'ın müthiş performansları maçın güzelliğiydi.

Grup A: Güney Afrika 1 - 1 Meksika


Hakikaten çok keyifli bir maç izledik. Bunun sebepleri var tabi. Öncelikle Güney Afrika'dan başlayalım;

Maçın başında müthiş bir baskı yediler. Hatta bizim Gio, klasik gol kaçırmalarından birini yapmasa daha ne olduğunu anlayamadan mağlup duruma düşeceklerdi. Fakat biraz şans, biraz Mokoena ile Khumalo'nun iyi oyunu bu durumu engelledi. Daha sonra Meksika'nın defoları yavaş yavaş belli olmaya başladı zaten. Özellikle sol kanadı otoban yaptı bir ara Gaxa ile Modise. Biraz becerikli olabilseler zaten iş bitecekti. Güney Afrika'nın oyununa saygı duymak lazım. Müthiş bir alan savunması seyrettik. Dikgacio ile Letsholonyane iki stoperin önünü müthiş kestiler. Dikgacio beğendiğim bir oyuncuydu fakat bugün oynadığı oyun gerçekten çok başka. Hem hücuma hem ofansa bu kadar katkı alkışlanmalı sadece.

İlk yarıya baktığımızda stoperlerin topu kullanma problemi biraz canını yaktı Afrika'nın. Gio, Vela gibi yerinde durmayan adamlar bol bol top çaldı. İkinci yarı Pareira'nın bunu iyi görüp, müdehale etmesi, ortasahaları top almaya zorlamasıyla sorun nispeten çözüldü. Zaten daha sonra hızlı hücumlarını seyretmeye başladık Afrika'nın ki harika bir gol izletti bize Tshabalala. O kadar dar bir açıdan ancak öyle vurulur ki kaleci hiçbir şey yapamasın topa. Golden sonra 2 net pozisyon daha kaçırdı Afrika.

Bu arada hızlı hücum derken bir oyuncudan daha bahsetmek lazım; Itumeleng Khune. Geçen yaz oynanan Konfederasyon Kupası'nda da çok iyi maçlar çıkarmıştı fakat bugün müthiş isabetli degajlar attı ileriye. Hakikaten takımın hızlı hücuma çıkmasının en büyük etkenlerinden biridir. Bu da bir kalecinin, sisteme ne kadar yarar sağlayabileceğini gösteriyor bize. Çok iyi bir maç çıkardı adam. Gio'nun şutunda yaptığı kurtarışta çok başarılıydı.

Meksika'ya bakarsak;

Meksika benim maçtan önce favorimdi. Zaten maça da çok iyi başladılar. İlk yarının son 2-3 dakikasına kadar da fena oynamadılar fakat Gio'nun eline bakıyordu takım. Gio 20-25 dakika sürekli içeri dalınca topla haliyle bir süre dinlendi. O ara Vela'nın bir pası var fakat maç boyunca Vela hiçbir şey yapmadı doğrusu. Bu da Meksika'nın hücum opsiyonlarını çok çok azalttı. Beklerin hiçbir işe yaramayan hücum ve defans performansları da eklenince Gio vs. Güney Afrika tadında bir maç izledik. Ortasahada Torrado'nun oyununu beğendim. Güzel top dağıttı. Marquez ise topla iyi fakat savunma konusunda hakikaten yolun sonuna gelmiş gibi. Çok çok ağırlaşmış. Kalçasını çeviremez hale gelmiş adam. Tamam süper hızlı değildi fakat bu kadar da ağır değildi yahu.

İkinci yarı Meksika çok kötü başladı oyuna. Bunun bir sebebi de Pareira'nın ön liberolarını biraz daha ileri itmesi. Böyle olunca canavar gibi adamlar sürekli top çalmaya başladılar. Zaten Meksika'nın savunması çok acayipti. Tamam 4-3-3 savunması hücumdayken 3'lü olması normal fakat 3'ü birbirinden ağır, 3'ü pozisyon almayı becerememiş, uyumsuz defans olunca haliyle rezalet bir görüntü çıkıyor ortaya. Eh bekler zaten oyundan bihaber ileri gittikleri için sürekli kanatlar boş kaldı. Gaxa'nın Maicon performansı sergilemesinin en büyük sebeplerinden biri Salcido'nun Caner Erkin tadında oynamasıydı zaten. Öte yandan maç boyu 2-3 hava topu dışında hiçbir şey yapmayan, takımın oyununu da engelleyen Franco'ya nasıl bu kadar sabretti Aguirre ben anlamadım. Her şeyi geçiyorum Guardado nasıl bu takıma giremedi onu da anlamadım. Oyuna girdikten sonra toparladı adam sol tarafı biraz.

Golü Marquez'le bulmaları şans doğrusu. Bir anlık ofsayt tuzağı hatasıyla golü bulmasalar biraz zor pozisyon çıkarırlardı o alan savunmasından. Bu arada ikinci yarı oyuna giren 37'lik Blanco'nun, Xavi'vari oyununu da unutmamak lazım. Yürüyerek yetişilecek toplara yetişemiyordu belki fakat topu her ayağına aldığında doğru yere, doğru pası yolladı adam. Öte yandan yine ikinci yarı oyuna giren Javier Hernandez'le maça başlasa Aguirre belki daha farklı olurdu. Maç boyu neredeyse oturan Franco'nun aksine adam sürekli boğuştu o canavar stoperlerle.

Maçın sonlarına doğru Mphela'nın direkten dönen topu da güzel 90 dakikanın son esprisi olmuş oldu. Maçı Güney Afrika haketti bana göre. Kadroları, bu kadroya göre oynadıkları müthiş doğru oyuna hayran olmamak elde değil. Şu maçtan galibiyet çıkarabilselerdi üst tur için büyük avantaj sağlayabilirlerdi. Öte yandan Meksika'nın bu savunmayla maç kazanması çok zor gözüküyor. Meksika erken elenir.