30 Nisan 2010 Cuma

God of War 3


Son yılların tabiri caizse ortalığı kasıp kavuran, serinin son halkası ülkemizde tv reklamları, duraklardaki panolarda yerini almış bir oyun. God of War 3. Ps'in en iyi oyunu desek heralde abartmış olmayız.Oyunu takıp menüye girdiğimizde Kratos'un yarısı ekranı kaplıyor. New game'e tıklayıp direkt oyuna giriyoruz. İkinci oyunun kaldığı yerden Gaia üstünde Olimpos dağına çıkarken buluyoruz kendimizi.

Oyun başladığında hem hatırlatma anlamında, hemde yeni başlayanlar için öğretici amaçlı oyun için guide ile karşılaşıyoruz. Kare ile normal atak, üçgen ile heavy atak, x ile zıplama vs gibi genel bilgileri, bize çerez olarak gönderilmişaskerler üzerinde deniyoruz. Öncelikle şunu belirteyim bir puanlama yapacaksak 10 üzerinden 10 veriyorum oyuna. Sırf görüntüdeki kalite ve sürekli bizi oyun içinde tutan atmosfer (özellikle boss fight'lar) bize oyunun ne kadar muazzam olduğunu anlatır cinsten.

Oyun boyunca neredeyse Yunan mitolojisinin kökünü kurutuyoruz. Poseidon, Hades, Helios, Hermes, Hercules, Afrodite (Onu çok farklı bir şekilde "alt" ediyoruz:) hercules'ide sayarsak karşılaşacağımız tanrılardan bir kaçı.Blades of Exile ile oyuna başlıyoruz. Kullandığımız ana silahlar Max 5 levele kadar yükseltilebiliyor. Her lvl farklı bir combo ve damage arttırması sağlıyor. Bu silahları eski oyunlarda olduğu gibi etraftan toplayacağımız kırmızı orblarla geliştiriyoruz.Bu orblar kestiğimiz yaratıklardan, etrafta bulduğumuz sandıklardan sağlanıyor. Health ve Magic için de yine etraftaki sandıklardan yararlanıyoruz. Bu sandıkları R1'e basılı tutarak açabiliriz. Oyunu oynamayanlar için hikayeyi pek kurcalamadan anlatamaya çalışacağım.Ama ilk boss fight'ımız olan Poseidon savaşı kesinlikle farklı bir tecrübe. Hele onun gözünden çıplak elle verdiğimiz dayak ise beni benden aldı. Burda bir ekleme yapmak istiyorum. Oyunda kesinlikle sansür vb. şeyler yok ve bazı savaşlarda Kratos'un komple kan ile bulandığını bile görebiliyoruz. Bu da oyuna kesinlikle çok güzel bir hava katmış. Hellios'un kafasını çıplak elle koparttığımız sahneyi görünce bana hak vereceksiniz. Health, Magic barlarının yanında bir de item power barı var. Bu Apollo Bow için ayrılmış.Kendi kendine dolan bu bar sayesinde seri veya bir kerede güçlü ok atışları yapabiliyoruz. Oyun içinde 4 ana silah sahibi oluyoruz. Blades of Exile, Claws of Hades, Nemesis Cestus (Cüneyt Arkın'a selam olsun) ve Nemesis Whip. Bu silahları normal yön tuşları ile değiştirebiliyoruz. Savaş içinde değiştirmek için ise L1+x tuşuna basınca geniş bir saldırı yaparak sıradaki silaha geçiyor. 4 silah kulağa yetersiz gelsede, emin olun komboları ile birlikte yeterince doyurucu bir yelpaze sunuyor bize.

Oyuna başlarken 3 adet açık, 1 adet kilitli zorluk seviyesi bulunuyor.Tavsiyem en düşük Spartan yerine God modunda oyuna başlamanız. Aynı noktada bir kaç kez takılırsanız oyun size sadece o fight için easy mod'a geçmenizi teklif ediyor. Biraz aşağılama gibi ama işe yaramıyor değil:)Kratos'un ayrıca bir de kanatları var. Normal veya çift zıplama yapınca son kez x tuşuna bastığımızda elimizi kaldırmaz isek kanatlarını açıp süzülüyor. Zaten oyun için Guide mod size bunları anlatıyor. Bazı bulduğunuz oyun içi itemleri oyunu bitirmeden kullanamıyorsunuz. Mesela Hera'nın kadehi buna bir örnek.Her silahın R2 tuşuna basınca aktive olan farklı bir büyü özelliği var. Bu özellikler upgradeler ile birlikte gelişiyor.Silahları kısaca tanıtacak olursak;

Blades of Exile: Ateş kaynaklı bir silah. Zaten ana silah olarak nitelendirebiliriz. Bu silahın büyüsü sparta ordusu taktiği gibi bir nevi. Etrafınız kalkanlarla birlikte sarılıp aradan çıkan mızraklar sayesinde 360 derece zarar verebiliyorsunuz. Geliştirildikçe bu sisteme ok saldırılarıda ekleniyor.Açıkcası oyun boyunca genelde ben bunu kullandım. Çok güzel komboları ve görüntüsü var ve gayet seri bir silah.

Claws of Hades: Hadesin kullandığı zincirler. Hades ile boss fight sırasında edindiğimiz bir silah. Adından da anlaşılacağı gibi yer altını temsil eden bir silah. Blades of Exile gibi kullanışlı bir silah. Büyü olarak etrafa Cerberius tarzı köpekler yolluyor ve bu köpekler oldukça kuvvetli.Lvl arttırımlarıyla birlikte değişik komboları açılıyor. L1+ yuvarlak tuşuna bastığımızda tuttuğunuz rakipten ruh çıkartıp kendisine zarar vermesini sağlıyor.

Nemesis Cestus: Hercules'in oyun başında gördüğümüz aslan başlı yumrukları. Yine Hercules ile savaşımızda kazanıyoruz. Diğer silahlara nazaran daha ağır ancak çok kuvvetli damage verebiliyor. Özellikle geliştirmelerini tamamlandığımızda kalabalık yerlerde bile kısa sürede fightı bitirmenizi sağlayabilecek bir silaha dönüşüyor.

Nemesis Whip: Hephaestus'un bize bir "hediyesi". Elektrik bazlı bu silah damage olarak yüksek olmamak birlikte çok seri. Açıkcası çok tercih ettiğim bir silah olmadı.
Hellios Head: İsmi herşeyi açıklıyor zaten:) Bu silah düşmanları kör etmek için ve karanlıkta yol bulmak için kullandığımız bir "organ". L2 ve üçgene basılı tutunca çıkartıyoruz. 1 lvl arttırabiliyoruz.

Apollo's Bow: Apollo'nun oku. Uzun menzilli tek silahımız. L2 ve kareye basıp kullanıyoruz. Seri kullanımı yanında basılı tuttuğumuzda ateşli saldırı yapabiliyoruz.

Boots of Hermes: Hermesin botu. Kısa süreli hızlı koşmaya yarıyor. 1 lvl arttırımı var. Upgrade ettiğimizde arkasından ateşler çıkartıyor. Dar alanlarda işe yaramıyor değil.

Blades of Olympus: Bu silahı ekranın sağ altında dolan Rage of Sparta sayesinde kullanabiliyoruz. Bu özellik yeni eklenmiş oyuna. Kestiğimiz yaratıklar sayesinde ekranın sağ altındaki God of War ikonu doluyor. Süreli kullanımı olan bu silah R3+L3 ile aktive oluyor ve elimizde kılıç herkesi biçiyoruz. Bir nevi Berserk mod gibi birşey. Bu sırada yok denecek kadar az damage alıyoruz. Boss fightlara saklamanızı öneririm.

Toparlayacak olursak beklenen oyun beklediğimizi kesinlikle değdi. Eleştirebileceğimiz tek yönü kanımca oyun süresinin kısa olması ve Zeus fight'ının daha zor olabileceği yönünde olabilir. Bunun harici gerek oyun atmosferi, gerek grafikleri, gerekse bizi başına bağlayan akıcılığı ile God of War 3 bir şahaser olmuş desem yalan olmaz. İmkanı olanların denemesini şiddetle tavsiye ediyorum.

25 Nisan 2010 Pazar

Galatasaray 0 - 0 Bursaspor


Maç katiline(!) rağmen güzel... Pardon değiştiriyorum mükemmel bir maç izledik. Tempo, gol pozisyonu, pas, organizasyon vs. vs. ne istenirse bir futbol maçından bunları izledik. Fakat TSL'in maç katillerinden biri olan Bünyamin Gezer maçın içine etti.

Sertliğin olmadığı, iki takım içinde galibiyet gerekmesine rağmen sahanın neredeyse hiç kızışmadığı, sadece futbol oynamayı düşündüğü şu maçta ön plana çıkmak hakikaten bir başarıdır. Herhangi bir hakem böyle maçta ortaya bile çıkmaz yahu. Göremezsin bile. Ama Bünyamin gözükür. İsmi yeter onun.

Maça dönersek hem Galatasaray hem de Bursaspor kendi oyunlarını oynadılar. Galatasaray son 2 maçtır oynadığı müthiş oyunu tekrarladı. Bursaspor ise o bildiğimiz kanatlara ve hızlı hücumlara dayalı oyununu kullandı. Hakikaten çok çok keyifli bir maçtı.

Galatasaray, Volkan ve Sercan tehlikesine rağmen Neill ve Hakan Balta'nın çok iyi uyumuna güvenerek savunmasını ileri çıkardı ve bol bol pas yaptı. Arda'nın, Mehmet Topal'ın, özellikle Keita ve Baros'un ekstra performansları da bu oyuna eklenince hakikaten müthiş organizasyonlar yaptı Galatasaray. Oyunu taç çizgilerine kadar genişletti, hücuma ekstra adamlar soktu. Yani ne yapılması gerekiyorsa onu yaptı.

Bursaspor ise bana göre Ozan yerine Turgay ile başlasaydı çok çok daha etkili olabilirdi. Bunun haricinde Ertuğrul Sağlam'ın herhangi bir hatası olmadı 85'e kadar. Yine bildiğimiz oyununu oynattı. Ve sonuç da alabilirdi. Sercan'ın son hamlelerdeki o bir türlü bitmeyen eksikliği sebebiyle çok pozisyon harcadı. Keita'yı, Baros'u durduramadı fakat gol yemeyerek savunmasını da sonuçta başarılı sayılacak bir performans sergiletti takımına.

Maçın hemen başında Keita - Gio - Baros üçlüsüyle bir organizasyon yaptı Galatasaray. Gio'nun bir saniyelik gecikmesi sebebiyle pozisyonu düzgün kullanamadı. Bu da klasikleşmeye başladı. Hemen maçın başında pozisyonu buluyor Galatasaray. Neredeyse bir çok maçta böyle pozisyonları harcıyoruz. Manisaspor maçında da farkı kaçırmıştı Galatasaray. Bu maçta da birçok beceriksizliği ve şanssızlığı yaşadı.

Bursaspor daha sonra top kayıpları aramaya başladı. Özellikle Ivankov'da kalan tüm topları Ivankov müthiş başlattı. Volkan Şen üzerinden bir çok atağı başlattı takımı adına. Bursaspor'un hazırlık pasları yapmadan direkt olarak kanatlardan atağı başlattığı oyun sistemi, Galatasaray'ın oynamak istediği oyunla birleşince müthiş maçlar çıkabilir ortaya. Hakikaten böylesine iyi kontra adamlarıyla, Galatasaray'ın oyunu rakip yarısahaya hapsederek oynama düşüncesi birleşince ligin genel kalitesinin kat be kat üzerine çıkan bir maç izledik. Yani bu kadar güzel bir maç için konuşulacak pek bir şey kalmıyor sanırım.

Savunmayı Galatasaray'dan daha fazla düşünen Bursaspor'un bir çok pozisyon vermesi Bursaspor adına düşünülmesi gereken bir durum bana göre. Galatasaray'ın bu oyun sisteminde pozisyon vermesi, bireysel hatalar dışında normaldir. Bursaspor'un bu kadar gömülü oynayan defansına rağmen 5-6 gollük pozisyon vermesi stoperlerden çok bana göre önliberoların hatasıdır. Zira Galatasaray'ın pas organizasyonunu ikinci yarıdaki 10 dakika dışında hiç bozamadılar. Alan savunmasını pek beceremediler. Seneye muhtemelen CL'ye kalacakları için 2 ön libero almak Bursaspor'un bütün zaaflarını neredeyse ortadan kaldırır.

Galatasaray'ın maç içindeki eksikliklerinden devam edersek Caner, Elano ve Gio'nun pek etkili olmadığını söyleyebiliriz. Özellikle Elano yapmaması gereken çok pas hatası yaptı. İkinci yarı Keita'ya müthiş bir pas çıkarsa da maç genelinde olması gerekenden çok daha kötüydü ofans anlamında. Savunmasına laf söylemiyorum pek. Fakat ofans olarak çok ama çok pasif kalıyor. Gio ise bu maç biraz savruktu. Bir çok atağımızda vardı fakat etkili olamadı, topu kontrol edemedi vs. Caner ise müthiş tercih hataları yapmaya devam ediyor.

Galatasaray'ın maç içindeki doğrularına baktığımızda; Mesela duran toplarda Bursaspor'un tüm etkinliğini sildi Galatasaray. Bunun ötesinde topu çok iyi kullandı, kanatları müthiş kullandı, Arda'nın pas futboluna daha fazla uyumlu gözükmesi, Neill'in pas organizasyonuna yaptığı müthiş katkısı sayılabilir burada.

Bu sonuçla birlikte Galatasaray UEFA'ya kaldı. Artık 2 takımda tüm maçlarını kaybetmeyeceğine göre CL şansı tamamen geçti. Baros'un sakatlığı, Rijkaard'ın zorunlu da olsa sistem değişikliği, hakemler vs. vs. Bir sürü bahane sayılabilir. Fakat yeniden sisteme dönerek sert takımlara bile karşı başarılı olabileceğimizi ispatladık. Seneye her şey çok farklı olacaktır. Eminim.

Son olarak hakeme teşekkür etmek lazım. Şu güzelim maçı katletmek hakikaten başarıdır. Bunu başardı.

Tebrikler.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Hoşgeldin Ali Turan


Ali Turan bugün ilk antrenmanına çıkmış.

Devre arası hatırladığımız gibi Galatasaray takıma katmak istemiş, fakat Süleyman Hurma denen acayip adam kontratı biten oyuncu için bin türlü TV'ye çıkıp bize sormadan oyuncumuzu ayartıyorlar gibi saçmasapan açıklamalarda bulunmuştu. Aynı adam daha önce Troisi, bu sefer ise Moritz'i "ayartma" yoluyla aldı ya neyse.

Bu olaylar sonunda Ali Turan kadro dışı bırakıldı. Kayserispor'un defansı çöktü. Yerine takviye de yapılmadı. Daha sonra Ali Turan ile sözleşmeleri de feshedildi. Sanırım sözleşmesindeki bir iki maddeye uymadı Kayserispor. Böylece Ali Sami Yen'de oynanan maçlarda görünen Ali Turan, artık antrenmanlara da çıkmaya başladı.

Hoşgeldin diyoruz tekrar. Umarım bir çok başarıya katkıda bulunacaktır. Dün yapmış olduğu bir söyleşiyi de alıntılayalım;

DİK DURDUM KAZANDIM...

Kayserispor’la resmi olarak bağlarını koparan ve bu hafta Florya’da çalışmalara başlaması beklenen Ali Turan, Radyospor’da Özgür Sancar’la Haber Özel Programı’nda yaşadıklarını anlattı.

Kayserispor’la resmi anlamda hiçbir bağının kalmadığını belirten Ali, "Şu anda boştayım. Ben devre arası Galatasaray ve başka takımlardan teklif gelmesine karşın “Kayserispor’da sezon sonuna kadar oynarım. Sezon sonu giderim” dedim. “Devre arası gidersem takımıma da para kazandırmış olurum, bunu da değerlendirebiliriz” dedim. Ama yönetim transferime izin vermedi; ardından beni kadro dışı bıraktı.” şeklinde konuştu.

KARARIMDAN DOLAYI ASLA PİŞMAN OLMADIM

Kararlığından taviz vermediğini dile getiren Ali Turan, “Kadro dışı bırakılmama rağmen bu karara karşı dik bir duruş sergiledim. Buna ihtiyacım vardı. Ben altı yıl Kayserispor’da oynadım. Hiçbir zaman “sözleşmemi uzatmam” demedim. Hiçbir zaman anormal maddi taleplerde bulunmadım. Yeri geldi boş mukaveleye imza attım. Başkanımız “3 yıl imza at” dedi, “hayır” demedim. Ama karşılığını alamadım maalesef” dedi.

KAYSERİSPOR’DA KADRO DIŞI BIRAKILACAK EN SON KİŞİ BENDİM

Kadro dışı bırakılmayı ve sonrasında yapılanları hak etmediğini belirten tecrübeli futbolcu, yapılanlara tepki duyduğunu ifade ederek, “Kayserispor’da en son kadro dışı kalacak adam bendim; ama beni kadro dışı bıraktılar. Bu durum çok zoruma gitti. Bütün bunlar yaşandıktan sonra, bana sözleşmeni uzat takımda kal teklifi yaptılar. Ben de kesin bir dille “hayır” dedim” diye konuştu.

EN KISA ZAMANDA YENİ DÖNEME BAŞLAYACAĞIZ

Bu hafta içerisinde Florya Metin Oktay Tesisleri’nde çalışmalara başlaması beklenen Ali Turan, Galatasaray’la ilgili olarak sorulan sorulara cevap vermekten kaçınırken, “Başkanımız Adnan Polat, benimle ilgili gerekli açıklamayı yapmış, en kısa zamanda yeni döneme başlayacağız” demekle yetindi. Şampiyonluk yarışının son haftaya kadar süreceğini belirten başarılı defans oyuncusu, "Doğuştan hangi takımlı olduğumu en kısa zamanda herkes görecek." diyerek önemli bir mesaj verdi.

ÖNCE YENİ TAKIMIMDA BAŞARI SONRA MİLLİ TAKIM

Ali Turan sözlerini şu ifadelerle tamamladı: “Şampiyonluk yarışında hiçbir şey bugünden belli değil. Bence son hafta her şey belli olur. Zamanı gelince herkes doğuştan hangi takımlı olduğumu görecek. Milli takım benim için çok önemli. Önce yeni takımımda başarılı olmak, ardından uzun yıllar A Milli Takım’ın formasını giymek istiyorum.”

Radyospor.com

Mehmet Topal, Valencia, 5 Milyon Euro?


Bir başka transfer spekülasyonu daha yazalım. Bayadır Superdeporte isimli gazetede Mehmet Topal'ın Valencia'ya satılacağı konuşuluyordu.

Bugün Bülent Timurlenk twitter adresinde Topal'ın, Valencia ile 4 yıllık sözleşme için ön protokol imzaladığını yazmış. 5 milyon Euro olduğu bonservisin ise söyleniyor.

5 milyon Euro az gibi görünüyor fakat bir Türk oyuncu var mı 5 milyon Euro'ya giden tam bilmiyorum. En büyük isimler bile, sanırım Hakan Şükür dışında, bonservis bedeli olmaksızın gittiler. Nihat'ı tam hatırlamıyorum ama 4.5 milyon Euro gibiydi bonservisi.Türk oyuncuların Avrupa'da piyasası yok. Eğer Topal gidip, iyi de iş yaparsa muhtemelen daha fazla ücretler konuşulmaya başlanabilir. Ayrıca aldığı fiyatın 5 katına satmış Galatasaray eğer doğruysa. Kötü bir rakam değil kısaca.

Valencia'yı bayadır seyretmiyorum. Eğer tek ön liberolu 4-3-3 oynuyorlarsa müthiş katkı yapabilir Mehmet Topal. Ayrıca kendisini geliştirebilecek bir yaşta. Yani genç daha. Orada bu işi çok iyi bilen Baraja, Albelda gibi isimlerden çok şey öğrenebilir. Yani hem kendisi için hem de Milli takım için çok yararlı bir transfer olacağı görüşündeyim. Tabii bazı zorluklar da bekliyor. Manuel Fernandes, Banega gibi gençler de var orada. Yani çok çalışması gerekiyor. Bu sene oynadığı oyunla kadroya girmesi imkansız bu yüzden. Eğer son iki maçtır oynadığı oyunun üstüne çıkarsa ilk 11'e girmesi olasıdır.

Ayrıca Galatasaray 5 milyon Euro'ya çok iyi isimler de bulabilir. Yani bu fiyat az diye düşünenler için bu konuda çok iyi örnekler var ki bugün Milan'ın milyon Euro'lar döktüğü Pastore de 4 milyon Euro'ya gitti Palermo'ya. Hitzlsperger'de 1 milyon Euro'ya gitmişti sanırım Lazio'ya. Aranıp, bulunabilir kısaca.

Eğer doğruysa Topal'ın yolu açık olsun. Umarım çok başarılı olacaktır.

20 Nisan 2010 Salı

Yapma Be Kaptan


Arda Turan, Galatasaray'da en sevdiğim oyuncudur.

Futbol zekasına, karakterine, Galatasaray sevgisine saygı duyarım. Kaptan olduğu gün Bülent Korkmaz'dan sonra ilk defa birini Kaptan olarak benimsedim. Çünkü bu adam Galatasaray'lıydı. Düzgündü. Yakışıyordu bana göre.

Herkes suratının asık olmasını, Liverpool söylemlerini vs. eleştirip, kaptan olamaz diyordu ama bana göre öyle değildi. Hala değil. Fakat ilk defa "Yapma be kaptan." dedim. Muhtemelen ufak bir gerginlik, Arda'nın üzerindeki stresle birlikte büyüyüp kavgaya dönüşmüş. Caner ile Arda'nın arasının çok çok iyi olduğunu biliyoruz. Manisaspor'dan başlayan, milli takımlarda devam eden bir dostlukları var. Kavga olur. Sorun değil. Sorun Arda'nın kavga etmesi. Zira takımın kaptanıdır. Ne olursa olsun, olayı soğutup daha sonra aralarında konuşarak halletmesi gerekirdi. Yani soğukkanlı olması gerekirdi.

Arda genç bir oyuncu. Çok erken kaptan yapılmadı bana göre. Kaptanlığı da öğrenir insan. Bundan sonra muhtemelen böyle bir olaya karışmayacaktır. Fakat şık durmadı. Bu kadar eleştirildiği bir dönemde büyüklük göstermeliydi. Taraftarla arası bozukmuş falan umrumda değil. Çünkü o besteyi yazanlar bana göre taraftar bile değil. Bu yüzden taraftara karşı tasarrufuna hak veriyorum. Fakat takım arkadaşlarına karşı tasarruflarına çok dikkat etmesi gerekir.

Bana göre ilk büyük hatasını yapmıştır Arda Turan. Böyle bir olayın tekrarlanacağını sanmıyorum. Antrenmanda kavga da olabilir. Normaldir. En yakın arkadaşlarımızla bile kavga edebiliriz.

Fakat Arda Turan, Kaptan'dır. Yapamaz böyle bir şeyi.

Bir daha olmasın be Kaptan.

18 Nisan 2010 Pazar

Fenerbahçe 1 - 0 Beşiktaş


Beşiktaş'ın 11'ine bakıp heh işte Mustafa Denizli böyle takım çıkarırsa olacağı bu diyemeyiz. Fakat Mustafa Denizli'nin maç içi hatalarını değiştirmez. Daum müthiş yönetti takımı, onun sayesinde bu maç böyle oldu da diyemeyiz.

Maçın hemen başında gol olunca Mustafa Denizli'nin tüm planı çöktü zaten. Bu gol ise Daum'un çok çok işine geldi. Zaten savunmasını geri çeken, önlerine Selçuk ile Emre'yi koyup çok güzel bir şekilde gömülen Fenerbahçe'nin bu skor iyice işine geldi. Çünkü Beşiktaş bu ilk 11'le pozisyon bulamazdı. Bir pozisyon dışında da bulamadı zaten. Bunun tersine, böyle bir savunma bloğuyla çıkan Beşiktaş'ın savunmasını sürekli deldi Fenerbahçe.

Bu blogda çok yazdık. Güiza atar, atamaz bu takımın santraforudur. Oynadığı sürece Fenerbahçe pozisyona girer. Pozisyona girmemesi süpriz olur hatta. Bugün de gördük. Güiza sürekli hareket halinde olduğu için bir çok boşluk yarattı ve içeri kateden Özer, Alex sürekli defansın arkasına sarktı.

Öte yandan Mehmet Topuz ile Gökhan Gönül, çift bekli Beşiktaş sol kanadı dağıttılar. Pas yapamayan, tek pozisyon yaratabilecek oyuncusu sağ kanada hapsolan bir takımın en azından iyi savunma yapmasını bekleyebiliriz. Fakat bu kadar az gol yiyen bir takımın böyle boşluklar vermesi ilginç doğrusu.

Fenerbahçe golü bulduktan sonra tempoyu düşürdü, kontra aradı, topu çevirdi. Beşiktaş'a topu vermedi bile neredeyse. Fink, Ernst gibi iki önliberoya bir de İbrahim Toraman'ın eklenmesi Beşiktaş'ın takım dengesini çok bozdu bana göre. Hücum ile forvet bağlantısı zaten kıl payı bağlı olan takım bu 3'lüyle çıkınca, üstüne Selçuk ve Emre o bağlantıyı tamamen kopartınca Beşiktaş çok çaresiz gözüktü sahada.

Bana göre golden hemen sonra bile oyuncu değiştirmesi lazımdı Denizli. Çünkü bariz bir şekilde en azından 60 dakikayı gol yemeden geçmek için çıkartılmış bir kadroydu bu. Hücum planı bile yoktu. Böyle bir ilk 11'in değil yediği gol çıkarması pozisyon bile çıkarmasının mucize olduğunu anlaması gerekirdi.

İkinci yarı kendi adıma Fink'in yerine Holosko veya İsmail Köybaşı yerine Serdar Özkan alınsaydı, zaten iyi olmayan Fenerbahçe kanat savunmasını yıpratabilirdi. Ama bana göre çok çok alakasız ve gereksiz bir değişiklik yaptı Denizli. İbrahim Kaş çıktı, Uğur İnceman girdi. Bu kadar gereksiz bir değişikliği hem kazanmak zorunda olduğun, hem de mağlup durumda götürdüğün bir maçta yaparsan puan alamazsın. Belliydi bu. İkinci yarı başında yine Fenerbahçe oyuna başladı. Fakat yavaş yavaş geri düşmeye, topu Beşiktaş'a vermeye başladı. Kısaca yavaş yavaş yoruldu Fenerbahçe. Fenerbahçe çok baskı yedi, fakat pozisyon vermedi.

Özer Hurmacı ve Emre Belözoğlu oyundan düşünce pas yapamadı Fenerbahçe. Beşiktaş ise böylesine düşen bir ortasahanın tam isteyeceği gibi oynadı. Derken Beşiktaş'ın ilk pozisyonu oldu. Ondan da penaltı çıkardı Beşiktaş. "Mustafa Denizli Şansı" devreye girebilirdi aslında. Penaltı gol olsaydı, zaten oyundan yavaş yavaş düşen Fenerbahçe, golün coşkusuyla daha agresif oynaması muhtemel olan Beşiktaş'a maçı verebilirdi.

Fakat penaltıyı değerlendiremedi Bobo. Bilica'nın penaltı noktasını eşelemesi ki doğru tabir bu sanırım, çok eleştirilecektir. Fakat ben o hareketin değil, Bobo'nun hakikaten rezil bir penaltı kullanmasına bağlıyorum kaçan penaltıyı. Yani kullanacağı köşeye o kadar baktı ki Volkan'ın kurtarmaması hakikaten garip olurdu. En azından havadan atsaydı o şutu gol atabilirdi fakat hem cılız, hem köşeyi bu denli belli eden bir penaltı kullanınca Beşiktaş'ın ayağına gelen tek fırsat kayboldu.

Bu dakikadan sonra Fenerbahçe'nin rahatlayacağını düşünüyordum fakat çok savruk oynamaya başladı. Defanstan sürekli top şişirildi, Selçuk ile Emre iyice defansa gömüldü ve Beşiktaş'a yeniden toparlanabilme fırsatı verildi. Fakat Mustafa Denizli bu maç hakikaten uyuduğu için bu fırsatı da değerlenemedi. Üstüne üstlük bu Fenerbahçe'nin 1-2 pozisyon da bulduğunu unutmamak gerekiyor.

Bana göre bugün maçı Mustafa Denizli yapamadığı değişikliklerle Fenerbahçe'ye vermiştir. Fenerbahçe'nin oyununu küçümsemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Sadece ikinci yarı yapılabilecek 1-2 değişiklikle maçı çevirebilme ihtimali varken bu hamleleri maç artık geçip gittikten sonra ki Holosko 85'te oyuna girdi, yapması Fenerbahçe'nin sarsılıp yıkılmamasının en büyük sebebidir.

Fenerbahçe böylece şampiyonluk yolunda bir adım daha atmış oldu. Haftaya Galatasaraylı olacaklardır sanırım. Beşiktaş ise bundan sonra 3 takımın da aynı anda puan kaybetmesiyle belki Şampiyonlar Ligi'ne kalma umudunu sürdürebilir.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Sonunda!: Manisaspor 1 - 2 Galatasaray


Geçen haftaki müthiş kadrodan sonra bu hafta da aynı şey olur mu? Yoksa Rijkaard da oyuncular gibi deplasmanda oynamaktan etkilenir, değiştirir mi diye düşünmüştük. Fakat Rijkaard kadroyu bozmadı ve geçen haftaki güzel oyunu "Diyarbakırspor takım mı ehele"'ye bağlayanları yanılttı takım.

Galatasaray müthiş başladı maça. Gol olana kadar yanılmıyorsam topu 2-3 kere tutabilmiştir Manisaspor ayağında. Önce müthiş olmasa da vasat üstü bir baskı bile Manisaspor stoperlerini tedirgin etti ki maç boyunca bu baskıyla bazı pozisyonlar yakaladı Galatasaray.

Galatasaray'ın oyun şablonu belliydi. Hakan ve Neill'den oluşan hakikaten top tekniği yüksek ikili, önlerinde Sivasspor maçının ilk yarısıyla yükselişe geçeceğini yavaş yavaş belli eden Mehmet Topal, onların önünde Elano ve biraz daha serbest oynayan Arda, sağda Keita, solda Gio ve forvette ilk 90 dakikasını çıkaran Baros.

Galatasaray'ın sistemi için her şeyden önce iç ve forvet oyuncuları çok önemli. Özellikle Baros'un yokluğunda Galatasaray, öne geçtiği maçlarda çok kontra sıkıntısı çekti. Bugün ise Baros'un özellikle sağa sola açılarak takımı atağa çıkardığı pozisyonlarda Galatasaraylılar bir dolu "keşke" ile başlayan cümle kullanmıştır eminim. Kesinlikle takımın kaderini direkt etkileyen bir sakatlıktı. Nispeten yerini dolduran Kewell da sakatlanınca hücum yönünde büyük aksaklık çekmeye başladı.

İç oyuncularının önemini ise maçın Ergin girdikten sonraki bölümünde anlamıştır Galatasaraylılar. Zira önde Momha, Isaac ve Ergin'in baskısı gelince Sabri ve Caner çok gereksiz uzun top oynamaya başladılar. Halbuki burada devreye içlerin girip pas opsiyonu yaratmaları lazım. Neyse ki Neill müthiş katkı yapmaya devam edip bu sorunu biraz olsun azaltıyor.

Maça dönersek Galatasaray'ın alanı çok genişletip, stoperlerini de ileri çıkararak baskıyla başlaması uzun süredir deplasman galibiyeti olmayan bir takım için iyi işaretlerdi. Anlaşılan o ki hafta arası taktik idman kadar mental olarak da iyi hazırlanmış oyuncular. Sivasspor karşısındaki o çekilme olmadı. Maça başladığı gibi gol atacağını belli etti Galatasaray. Fakat burada ufak bir sorun çıktı. Keita, Gio, Arda, soldan Caner, sağdan Sabri, göbekten Elano çok kötü son toplar atmaya başladı. Baros böylece baskılı ama efektif olmayan bir Galatasaray seyretmeye başladık.

Daha sonra bir duran topla öne geçince Rijkaard hemen Gio ile Keita'nın yerini değiştirip, kontraya bekletti takımı. Ters kanat oynayan bu oyuncular böylece rahatça kaleye inebilecekti. Nitekim Keita'yla, Gio'yla bir çok top getirdi Galatasaray. Fakat o son paslar hep kötü olunca net pozisyon üretemediler. Oyunun bu kısmında tek net pozisyonu Arda'nın arapasında topla buluşan Baros kaçırdı. Olsun kaçırsın. Bu maç yaptığı katkıları yapabilecek herhangi bir santrafor yok Türkiye'de.

Oyunun Manisaspor cephesine bakarsak, çıkan kadro, 1 kişi hariç, bana göre doğruydu. Galatasaray'ın iyi paslaşacağını düşünmüş Reha Kapsal. Bu sebeple alan savunmasında iyi olan oyuncuları koymuş. Öte yandan Galatasaray'ın savunmasının ileri çıkacağını düşünüp Isaac'e top atacak iki tane pas yeteneği iyi oyuncu yerleştirmiş; Mehmet Güven ve Nizamettin.

Nizamettin her zaman beğendiğim ve Galatasaray'da çok rahat rotasyona girebilecek bir oyuncu. Hem savunma yönü hem de hücum yönü fena olmayan bir oyuncu. Yaşı da genç sayılır hala. Öte yandan bu sene çok iyi oynayan bir Mehmet Güven ki çok iyi paslar attı yine defansın arkasına, Galatasaray'ın savunmasını zorlamaya çalıştı. Zaten böyle bir pozisyon da hatalı bir ofsayt kararıyla Manisaspor'un golü iptal edildi.

Reha Kapsal'ın bana göre tek yanlışı çok iyi bir oyuncu olan Momha'nın ilk 11 başlamamasıydı. Belki kupa maçından kalma bir yorgunluğu olabilir. Tam bilemiyorum. Fakat neredeyse kupa maçındaki aynı kadronun sahada olduğunu görünce muhtemelen savunma yönü düşük olduğu için Sabri ile Keita kanadını daha iyi kapatacak bir adamı tercih etti diye düşünüyorum. Bana göre hatalıydı ki oyuna girdikten sonra hemen etki etti ve Sabri'yi dışarı aldıracak kadar iyi oynadı.

İlk yarının sonunda Galatasaray hem istediği oyunu oynamış, hem de yorulmamıştı. Zaten bu ikinci yarıya da yansıdı. Özellikle 60'a kadar ilk yarıdaki dominasyonu yaptı Galatasaray. Ama golü bulamadı. Tam kontraya dönerken, Manisaspor ritm yakalarken ise Caner'in müthiş uzun topunda Arda güzel dokundu, Baros ise tamamladı ve 2-0'a getirdi Galatasaray. Bu dakikadan sonra Manisaspor baskı yapsa da pozisyon üretemedi. Aslında bu baskıya Galatasaray izin verdi. Bir çok kontra yakaladı Galatasaray fakat maç boyu o kötü son hareketler devam ettiği için 4-5 golden oldu.. İleride Baros'un baskısıyla ise yüzde yüzlük bir gol şansı yakaladı Galatasaray. Fakat Baros'un sanırım yatarak vurma isteği, defans oyuncusunun hafif baskısıyla birleşinde gol gelmedi.

Derken Neeskens'in bin defa uyardığı Sabri, yine geri gelmeyince soldaki boşluktan Momha ortaladı, Mehmet muhtemelen maskesininde etkisiyle topu kendi kalesine attı. Bu dakikadan sonra streslendiğimi söyleyebilirim. Manisaspor bir Sivasspor kadar etkili olamasa da baskı yapmaya başladı. Galatasaray'da kontraları kötü bitirmeye devam etti. Yani "Atamayana atarlar." klasiğinin olacağından korktum doğrusu. Fakat Sabri'nin çıkıp, Emre'nin girmesiyle sağa geçen Neill, Momha'yı durdurunca ve Galatasaray ilk yarıdaki kadar olmasada topu ayağına alınca maçı kazanmış oldu.

Galatasaray sonunda doğru kadroyu buldu gibi. Arda'nın pas oyununa daha yatkınlaşması gözden kaçmamalı. Hala sezon başındaki formunda değil Kaptan. Fakat en azından bazı konularda yavaş yavaş değiştiğini görebiliyoruz. Elano ise Arda çıkıp, hücuma dönük oynayınca etkili oldu ki bir topu direkten döndü.. Bunun öncesinde çok top kaybı yapmıştı. Fakat şimdilik bu pozisyonda oynamak zorunda. Zira iç oyununu en iyi oynayabilen oyuncumuz Elano. Her ne kadar sorumluluk almasa da, her ne kadar atağa çok katkı yapmasa da orada topu iyi kullanacak bir futbol aklı olması şart.

Maçın oyuncusu bana göre Neill ile Mehmet Topal. Özellikle 2 haftadır çok iyi işler yapıyor Topal. Hem o eski top çalan oyuncu kimliğine dönmüştü bu maçta Topal, hem de sağa sola iyi servisler yapıp oyunu çok iyi açtı. Sanırım Neill ile birlikte en çok isabetli pas yapan oyuncudur Mehmet.

Neill ise ekstra oynamaya devam ediyor. Topla çıkışları, oyunu bir ortasaha edasıyla okuması, savunmadaki kusursuz oyunu beni her gün daha fazla üzüyor. 2-3 sene seyredebileceğiz çünkü böyle bir savunma liderini. Gönül daha fazla izlemek isterdi.

Sonuç olarak uzun bir süre sonra, üstelik CL için çok önemli bir 3 puanı deplasmanda kazanmış oldu Galatasaray.

16 Nisan 2010 Cuma

Bursaspor 2 - 0 Gaziantepspor


Az pozisyonlu, bol keyifli bir maç oldu.

Bursaspor klasik başlangıcının ötesinde bir 5 dakikayla başladı maça. Neredeyse top değmedi bile Gaziantepsporlu oyuncuların ayağına. Belki pozisyon çıkmadı ama erken gol isteği bariz belli oluyordu.

Bu 5 dakika sonunda Gaziantepspor'dan Serdar, Zurita ve Erman devreye girip, topa sahip olmaya başladılar. Özellikle Erman ve sağbek olmasına rağmen Serdar'ın müthiş topla oynama isteği maçı dengeledi. Hatta 15. dakikaya kadar Gaziantepspor topla istediği işleri yapabildi.

Bu dakikadan sonra maç tekrar dengeye bindi. Bursaspor, o ilk 5 dakikadaki hakikaten korkunç baskısından sonra tek kanatla oynamaya başladı. Zira Serdar Kurtuluş hem Ozan İpek'i, hem de Mustafa Keçeli'yi çok iyi durdurdu. Eğer maç boyu hiçbir şey yapmayan Ferdi yerine daha efektif bir oyuncu olsaydı, bu ikilinin savunma zaaflarını iyi değerlendirebilirdi Gaziantep. Nitekim oraya Murat Ceylan geçince baya bir işledi o kanadı.

Bursaspor soldan etkili olmasa da içeriden Bekir Ozan ve özellikle sağdan Volkan Şen ile Gaziantepspor'u bitirdi. Bugün Volkan Şen'in attığı goller ona buna çarpıp girse de oyunu kesinlikle 2 golü hakeden bir oyundu. Zira Volkan çok başka oynadı bugün. İçeriden, sağdan sürekli top taşıdı. Bugün Ivan'ın hücumda neredeyse hiç gözükmemesinin sebebi bu adamın sağ kanattaki müthiş oyundur. Atak potansiyeli Ivan'ı defansa çiviledi. Ivan'ın önünde oynayan Olcan'ın rezalet performansı da Volkan'ın bu denli efektif oynamasına etkili olsa da hakkını teslim etmek lazım. Keita'dan sonra bu denli rakibi sürklase edebilen tek adam bana göre Volkan.

Bekir Ozan ise Bursaspor'un alışılmış uzun toplarını tek başına azalttı. Savunmaya gidip top aldı, sürekli pas istedi. Hakikaten çok iyiydi. Özellikle ikinci yarı Sercan'a attığı bir pas var ki Xavi gözümün önüne geldi doğrusu. Eğer sürekli bunları dener, kendini bu pas yönünde geliştirmeye çalışırsa çok iyi bir iç oyuncusu olabilir. En azından bu tip bir oyun oynayabileceğini de gösterdi.

İlk yarı berabere bitecekmiş gibi dururken Bursaspor'un golünün gelmesi hakikaten Bursaspor için bir şanstı. Zira hem taraftar, hem futbolcular agresifleşmeye başlamıştı. Sürekli itiraz, sürekli bir telaş geliyordu Bursaspor'un üzerine ki şampiyonluk getiren gollerden biri oldu. Böyle goller gerçekten şampiyonluğa oynayan takımların ihtiyacı olan goller. Devre arasına berabere girmiş bir Bursaspor, ikinci yarı daha panik, daha dengesiz saldırıp, gol yiyebilirdi belki de. Fakat bu skorla girince Bursaspor istediği oyuna döndü.

İkinci yarı başladığı gibi Olcan ve Ferdi'nin çıkıp, Murat Ceylan/Ahmet Arı ve Beto'nun gireceğini düşündüm. Fakat Couceiro biraz daha sabretti Ferdi'ye. Fakat bir işe yaramayacağını görünce Betoyuı oyuna çekti. Sonra oyundan düşen ve defans ile forvetteki kopukluğu ilk yarıdaki gibi düzeltemeyen Erman'ı çıkarıp, Murat Ceylan'ı oyuna çekti. Murat Ceylan'ın girişiyle Serdar'ın göbeğe geçmesi benim için biraz garipti. Zira orada iyi iş yapıyordu. Fakat Murat sırıtmadı. Gayet etkili oldu oradan. Yani Couceiro'nun düşündüğü tuttu. Murat'ın oyuna geçip, Serdar'ın göbeğe kaymasıyla birlikte zaten kendini geri atmış Bursaspor hiç top bulamamaya başladı.

60 ile 70 arası o ilk yarının başındaki güzel oyunu oynamaya başladı Gaziantepspor. Cezasahası önünde çok iyi paslaştılar, oyunu kanatlara yaydılar, pozisyon da buldular. Fakat Beto çok acayip bir kafa vuruşu yapınca pozisyon kaçtı. 70'ten sonra tekrar Volkan devreye girdi. Sağdan bir çok top getirdi yine. Defansın uzun oynadığı zamanlarda Turgay'ın indirdiği topları iyi takip etti. Zaten Sercan'ın yerine Ergic oyuna girdiğinde maç tekrar dengelendi. Dönen topları tekrar toplamaya başladı Bursaspor. Böyle olunca çok kontra şansı doğdu. Eğer Deumi hızlı bir stoper olmasaydı daha erken oyunu açabilirdi Bursaspor.

Bursaspor'a bakarsak, Ertuğrul Sağlam tam TSL'ye uygun bir takım yaratmış. Birincisi stoperlerini hiç zorlamıyor. Sadece topu kanatlara ve Turgay'a doğru uzun oynatıyor. Kanatlara gidecek topları ise Volkan ile Ozan İpek iyi takip ettiği için topun Bursaspor'da kalma şansı çok oluyor. Savunmayı ise hiç ileri çıkarmayıp pozisyon alma beceriksizliklerini ve ağır kalma dezavantajlarını siliyor.

İkincisi duran topları çok iyi çalıştırmış takımına. Çok fazla varyasyon olmasa da, Ömer'in bu sene duran toplarda Vidic etkisinde oynamasıyla çok gol buluyor, çok pozisyon üretiyorlar. Tabi Ali Tandoğan'ın, Gençlerbirliği'ndeki gibi bu tip topları kullandığını unutmayalım. Ayrıca taçlarda da ön direk organizasyonu var Bursaspor'un. Stoke City geldi aklıma.

Üçüncüsü ise ön alan baskısı. Bir çok kez yazdım. Yine yazayım. Bursaspor kesinlikle müthiş bir baskı kurmuyor. 2-3 doğru pas yapıldığında hemen savunmayla karşı karşıya kalıyor Bursaspor'un rakipleri. Mesela ilk yarı Olcan'ın 1-2 pozisyonu var bu sayede. Fakat Türkiye'deki stoperler top çıkarmada son derece yeteneksiz olduğu için bu plan tutuyor. Seneye böyle oynamaya çalışırlarsa Avrupa'da çok sıkıntı yaşayacaklardır. Ama dediğim gibi Türkiye'de bu dengesiz baskı işe yarıyor.

Maça dönersek Ergic'in oyuna girmesiyle Bursaspor dengeyi sağlamıştı demiştik. Yine bu oyuncunun topu çalıp, Turgay'a topu atması, Turgay'ın müthiş bir zamanlamayla pasını Volkan'a atması, Volkan'ın topu kötü kontrol etse de Mahmut'un kırık burnu yüzünden pek cesaretli olamayıp topu tam kontrol edememesi ve topun Volkan'a çarpmasıyla Bursaspor golü buldu ve maçı kopardı.

Şampiyonluk için tam kesin diyemesem de ilk 2'yi neredeyse garantilemiş oldu bana göre Bursaspor bu maçla. Tabii ki Kayserispor, Beşiktaş ve Galatasaray maçları çok zor geçecek. Ama tahminim CL'yi garantiledikleri yönünde.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Nery Castillo | Çeviri Hatası Varmış


Meksika teknik direktörü Aguirre'nin yapmış olduğu bir açıklama bir anda Castillo ismini düşündürtmeye başladı. Şuradan açıklamalara bakabilirsiniz, videosu da bulunmakta;

http://www.mediotiempo.com/futbol/seleccion-mexicana/noticias/2010/04/12/el-vasco-le-abrio-las-puertas-a-nery-castillo

Google Translate doğru düzgün çeviremese de Nery Castillo için, "Kulübüyle olan problemlerinden dolayı Galatasaray'a satıldı." gibi bir laf ediliyor. En azından AliSamiYen.net'te böyle yorumlanmış. Sonuç olarak kendiniz baksanız da sorunlardan dolayı Galatasaray'a satıldı deniyor.

İşin ilginci bunu milli takım hocasının demiş olması. Eğer bu transfer gerçekleşecekse sanırım Kewell'ın takımdan ayrılacağını söyleyebiliriz. Belki ayrılmaz, sene sonu gidecek olan Jo'nun yerine de düşünülüyor olabilir tabi. Fakat sol forvet olduğu için Kewell'ın ayrılma ihtimali de olabilir diye düşündürtüyor.

Oyuncuyu anlatalım biraz;

Olympiakos'ta müthiş işler yapmış bir adam bir kere. Stil olarak Tevez'e benziyor. Onun gibi kısa; 1.70 boyunda. Belki onun kadar kuvvetli değil fakat zamanlaması iyidir, hızı müthiştir, son vuruşları da fena değildir. Yani Baros'un olası bir sakatlığında yedekleyebilir. Fakat biraz istikrarsız Olympiakos'tan ayrıldığından beri. Olympiakos'ta ise çok iyi bir istikrar ile oynadı; 106 maç, 30 gol. Barça'nın eski oyuncularından Giovanni ile iyi bir ikili olmuşlardı. Bize karşı da çok iyi maçlar çıkardığını hatırlıyorum. Daha sonra Shakhtar'a gitti. Fakat başarılı olamadı. 12 maçta 1 gol attı. Oradan Man City'de kiralık olarak şansını denedi. Fakat o ara Man City'de baya forvet olduğu için pek şans bulamadı. Sadece ligde 6, kupada ise 2 maça çıktı. Daha sonra Shakhtar'a döndü ve Dnipro'da kiralık oynamakta şimdilerde. 3 maç oynamış daha.

Milli takımda ise 21 maçta 6 golü var.

Ne olur bilemem. Fakat asla kötü bir oyuncu olduğunu düşünmüyorum. Biraz tepetaklak giden bir kariyeri var. Muhtemelen fazla para verilmez olası transferinde. Ayrıca kariyerinin en iyi yıllarını geçirdiği Yunanistan ile Türkiye birbirine benzediği için ortam olarak, pek de uyum sorunu yaşamaz. Muhtemelen bonservisi alınacak Gio da olunca parlama yapmaması için pek sebep görülmüyor.

Sonuç olarak bekleyelim ve görelim. Burada bir video var kendisiyle ilgili;

Nery Alberto Castillo
Yükleyen Speedy_Gonzalez. - Daha fazla spor videosu.

Burada ise Uğur Meleke'nin hakkında yazdığı bir yazısı var. Yazının tarihi 6 Haziran 2009.

NERY ALBERTO CASTILLO

15 yaşında M.United idmanına çıktı, ama çalışma izni alamadı. Kendi cebinden kira bedelini ödeyip Manchester City’nin yolunu tuttu, bu kez de ilk 11 şansı bulamadı. 20 milyon euroya geldiği Shakhtar’da sevilmiyor... Castillo huzuru Türkiye’de bulursa, Süper Lig bir dünya yıldızı kazanabilir
1984’te Meksika’da doğan Castillo, henüz 16 yaşındayken Uruguaylı babasının kararıyla Yunan ekibi Olympiakos’un yolunu tuttu. “Gate 7 Ultras” taraftar grubunun sevgilisi olup 7 numaralı formayı 7 yıl boyunca başarıyla giydi, 6 şampiyonluk yaşadı. Copa America 2007’de gösterdiği iyi performans ve Brezilya’ya attığı süper golden sonra, hem Yunanistan’ın hem de Ukrayna’nın transfer rekoru olan 20 milyon euro karşılığında Shakhtar’a transfer oldu. Yıllardır içinde biriktirdiği Premier Lig’de oynama isteği Eriksson’un onu Manchester City’ye kiralaması ile gerçekleşti, ama yeterli forma şansı bulamadığı için Shakhtar’a geri döndü. UEFA şampiyonu takımında da şans bulamıyor çünkü tüm dünya onu “problemli oyuncu” olarak tanıyor.
Çok iyi günler yaşadığı Olympiakos’ta takım arkadaşının elinden kaparak attığı frikik taraftarın tepkisini çekti. Benzer bir davranışı Donetsk’te de gerçekleştirdi, Lucarelli’ye topu vermeyerek kullandığı penaltıyı bir de kaleciye teslim edince Lucescu’nun hışmına uğradı. Yıllarca milli takım için kararını veremedi, babasının Meksika, Uruguay ve Yunanistan milli takımlarında oynaması için para istediği yazıldı çizildi. Halen istenmeyen adam konumunda bulunduğu Shakhtar’ın kadrosunda ve Lucescu’nun UEFA şampiyonu ekibinin huzurunu onunla bozmaya niyeti olduğunu sanmıyorum.
Problemli evet, ama 25 yaş olgunluğu ve potansiyelini henüz sahaya yansıtamamış olma duyguları ile kendini dizginleyebilirse patlama da yapabilecek durumda. Hem Ferguson’un, hem Eriksson’un, hem de Lucescu’nun onu transfer etmek isteme nedeni olağan üstü yeteneği... Özellikle 4-3-3’te öndeki üçlünün her bir pozisyonunda oynayabilen çok yönlü bir oyuncu. Bire bir adam geçme yeteneği var, asist özelliği var, duran topları iyi kullanıyor, uzaktan şutları etkili. Huzuru boğazda bulursa, bir İstanbul takımını tek başına sırtlayıp Avrupa’da birkaç tur götürebilecek potansiyele sahip... Problemli hali nedeniyle bonservisinin 5 milyonun altında dolaşması da önemli bir avantaj.

Banu Yelkovan


Banu Yelkovan'ı hep çok beğenirim. Gerek bakış açısı, gerekse de TV programlarındaki üslubu her zaman çok farklıdır. Bugün çok güzel bir yazı yazmış. Alıntılayayım istedim.

Rio Ferdinand bir gün Manchester’da bir gece kulübüne gider, bir kızla tanışır. Kız onu tanımaz ve ne iş yaptığını sorar. “Spor işindeyim” cevabını verir... Iniesta yakın zamanda Türkçe’ye de çevrilen kitabında bir gün ailesiyle bir restorana gittiğini, orta yaşlı bir kadının kendisini garson zannettiğini ve ondan bir şişe kola istediğini anlatır... Anelka, bir alışveriş merkezinde kot alırken tanıştığı tezgahtar kızla çıkmaya başladığında kızın ne karşısındakinin Anelka olduğundan haberi vardır, ne kısa bir süre sonra evleneceğinden... Olay büyük bir skandala dönüşür, Anelka kızı terk eder ve apar topar nişanlısıyla evlenir.

Bizde düşünebiliyor musunuz Arda Turan bir bara gidecek de, kızla tanışacak da, kız onu tanımayacak... Emre Belözoğlu’nu restoranda garson zannedecekler. Tezgahtar kız İbrahim Toraman’ın kim olduğunu bilmeden ona kot satacak. Tabii vardır Diyarbakırspor’da oynayan ve sokakta görsek tanımayacağımız futbolcular. Ama verdiğim örnekler de Manchester United, Barcelona ve Chelsea’de oynuyorlar yani. Tugay Kerimoğlu, İngiltere’de oynamanın avantajlarını anlatırken, statlardan, taraftardan, üst düzey futboldan önce kimsenin sizi tanımadığından, sokakta rahatsız etmediğinden bahseder her röportajında. Tuncay da. Emre de. Neden acaba?

Antalya’daki teknik direktörler konferansının kahve molasında otelin lobisinde ‘Fatih Terim’le fotoğraf çektirmek isteyenler’ kuyruğunu görmenizi isterdim. Yanına yaklaşmaya basın mensuplarının bile çekindiği Fatih Terim’in kucağına birbirinin peşi sıra bebekler tutuşturuyorlardı, “Bir fotoğraftan ne çıkar?” noktasındaki insanlar. Bir de karşıdakinin korkutucu Fatih Terim değil de, sempatik Arda olduğunu düşünün. İnsanların sizi gördüklerinde gülmüyorsanız ‘Parayı buldu şımardı’, alışveriş yapıyorsanız ‘Parayı buldu şımardı’, yanında sevgiliniz varsa ‘Parayı buldu şımardı’ dediğini.. Evet senede milyonlarca dolar kazanıyorlar ama bu onları hayatlarının her anında herbirimize karşı sorumlu yapmaya yeter mi?

Ben de protesto ediyorum!
Galatasaray maçındaki protestolar sonrası pekçok spor yazarı “Galatasaray taraftarına yakışmadı” yorumunu yaptı. Hangi Galatasaray taraftarına? Hürriyet’in araştırmasına göre bugün Türkiye’nin en kalabalık grubu Galatasaray taraftarı. Tek tip bir taraftardan söz etmek çok zor. O gün maçta olan ‘Galatasaray taraftarı’ bile protestolar konusunda ikiye bölündüğünü gösterirken üstelik. Kim bu Galatasaray taraftarı? Ortak noktaları ne? Aralarında “Biz 13 sene şampiyonluk görmedik” diye konuşanların kaçı gerçekten o 13 seneyi bizzat yaşadı acaba? Islıklayanlar arasında onlar var mıydı?

Ben Galatasaray taraftarı olup da takımın inişli çıkışlı grafiğinden memnun olan bir kişi olduğunu zannetmiyorum. Fenerbahçe yenilgisine üzülmeyen. Avrupa’daki başarısızlığa kafayı takmayan. Varsa da ona zaten taraftar denmez, sempatizan denir herhalde. Ama gönül isterdi ki baştaki sessizlik maç boyuna yayılsın, atılan gollerde bile çıt çıkmasın ve takıma ‘bizim için önemli olan Kasımpaşa ya da Diyarbakır maçlarını kazanmak değil, Fenerbahçe maçı, Avrupa’daki başarı’ mesajı ‘sessizce’ verilsin. ‘O’ tezahürat hiç söylenmesin. Ama yok... Bize ‘üzülmek’ yetmez, içimizi rahatlatmak için illa ‘üzmemiz’ lazım. Ki bizim ‘cepheye’ karşı ‘cephe’ oluşsun, kutuplaşalım, aramızda inatlaşıp duralım, amacın ne olduğunu o arada unutalım. Hep yaptığımız gibi.

Bir gazete Leo Franco’nun Fenerbahçe maçında yediği golü evde unuttuğu lenslerine bağladı. O günden beri yorumlar “Doğru mudur değil midir bilmiyorum ama doğruysa skandal” tadında ilerliyor. ‘Doğruysa’ üzerinden yorum yapılır mı? Ya değilse? Ya Lincoln şımarık değilse, Skibbe tecrübesiz değilse, Jo izin günleri dışında alemci değilse, ya ismini vermeden konuşan bir Galatasaraylı futbolcu yoksa... Ya Galatasaray’ın tek gerçek sorunu sakatlıklarsa? Antreman sonrası eve koşup pijamalarla çekirdek çitleyerek ‘Ezel’ seyretmenin şampiyonluk getireceği konusunda bir garanti var mıydı yeğen?

13 Nisan 2010 Salı

31 Maçta 96 Gol Atan Takım


Taraftarı için keyifli bir durum sanırım.

Ajax'tan bahsediyoruz tabii ki. Ligin bitmesine 3 hafta varken 96 gol atmış Ajax. 100 golü çok rahat geçeceklerdir. Yediği gol sayısı ise 19. Yani +77 averaja sahipler. Sahip oldukları averaj kadar ligde gol atan takım yok. Kısaca şöle diyebilirim; Ligin en çok gol atan ve en az gol yiyen takımı.

Fakat liderin 4 puan gerisinde ikinci sıradalar. Hakikaten çok şaşırtıcı fakat futbolun güzelliği burada zaten. Büyük ihtimal Twente ligi şampiyon bitirecek. Fakat Ajax bana göre efsane bir performans sergiliyor gol bakımından. Tamam Hollanda liginde hep çok gol seyrediyoruz fakat hakikaten ne güzel bir takımdır yahu. Son hafta 7 gol attılar. İddaa oynayanlar için her hafta +7 oynanabilecek bir takım doğrusu. Gol ortalamaları 3 küsür. En çok gol atan oyuncu ise kaptan Luis Suarez. 32 golü bulunuyor şu an. Suarez'den sonra 12 gol atmış Marko Pantelic var. Hertha Berlin'den de tanıyoruz kendisini. 31 yaşına gelmiş. Bayadır takip etmiyordum. Adam yaşlanmış yahu. Bu iki ismin ardından Siem de Jong geliyor. 21 yaşında ortasaha oyuncusu. 8 gol atmış bu sene. Onun ardından 6 gol atmış üç isim bulunuyor. Gregory van der Wiel(sağbek), Demy de Zeeuw(ortasaha), Dennis Rommedahl(sağ kanat). Sağbek oyuncusunun 6 gol atması hakikaten ilgi çekici. Rommedahl ise hala yaşlanmamış demek ki.

Bu üç ismin ardından Urby Emmanuelson ve saçları geliyor. 5 gol atmış. Daha sonra şimdilerde Pachuca'da kiralık oynayan David Cvitanich geliyor 4 gol ile. 3 gol atanlar; Jan Vertongen; ismi Galatasaray ile anılmıştı sene başında ve Ismail Aissati. 2 gol atan isimler Toby Alderweireld, bir CM efsanesi olan Kennedy Bakircioğlu ve Ajax'ın çok sağlam bir bonservis verdiği Miralem Sulejmani. 1 gol atan isimler; Rasmus Lindgren, şimdilerde Willen II'de kiralık oynayan Mitchell Donald ve merakla takip ettiğimiz Kamerun'lu Eyong Enoh.

Goller olur da bunlara asist yapanlar olmaz mı diyenler için hemen söyleyelim;

Burada da lider Luis Suarez. 16 asist yapmış. Yani bu sene 32 gol, 16 asist ile oynuyor. Ne acayip bir performans sergilediğini buradan anlayabiliriz. Suarez'den sonra 11 asistle Demy de Zeeuw geliyor. Bundesliga'nın eski golcülerinden Marko Pantelic 9 tane asist de sıkıştırmış araya. Hala gol atan Rommedahl, asist de yapıyormuş; 7 asist. Genç solbek/kanat Vurnon Anita ise 5 asist yapmış bu sezon. 4 asisti olan 3 isim var; Siem de Jong, Urby Emmanuelson ve Jan Vertongen. Enoh 3 asist yapmış. Bu kadar gol atmış takımda biraz pasif kalmış Enoh. Neyse.

2 asist yapmış 3 isim var; Toby Alderweireld, Aissati ve terk-i Ajax eylemiş olan Cvitanich. 1 asist yapmış olan isimler ise; Gregory van der Wiel, Kennedy, Cristian Eriksen ve Ajax'ın devre arasında gayet ucuza(yanılmıyorsam 4 milyon Euro) kapattığı Uruguay'lı, Nicolas Lodeiro.

Evet hakikaten efsane performans sergilemişler. Defans oyuncularının asist ve gole bu kadar katkı yapması sanırım bu performansın altında yatan en önemli sebeplerden biri.

İşin ilginci ise onca atılan gole, yenilen az gole rağmen liderin 4 puan gerisinde kalmaları ve muhtemelen şampiyon olamayacakları gerçeği.

Hayat garip deriz de futbol çok daha garip yahu.

Adebayor Milli Takımı Bıraktı


Son Afrika Kupası'nda Togo'ya yapılan saldırı hala akıllarda. O otobüste bulunan bütün futbolcular ölebilirdi. Nitekim Togo kupadan çekildiğini açıklamıştı. 2-3 ay geçti sanırım o olaydan bugüne.

Travmasının atlatılması çok zor bir durum. Adebayor da atlatamamış. Milli takımı bıraktığını açıklamış. Yaşı çok genç bir oyuncu Adebayor. Çok rahat 10 yıl daha milli takıma gidebilirdi. Fakat futbol dışı bir olay, bir oyuncuyu bu kadar etkileyebiliyor.

Biraz da Man City'li yöneticilerin etkisi olabilir bu karar da belki. Fakat ne olursa olsun, o otobüsün içindekiler ne karar verirse kendileri açısından haklı olduğunu düşünüyorum.

Togo zaten pek güçlü bir ülke değil futbol olarak. Adebayor'un da katkısı çok fazlaydı. 38 maçta 16 gol gibi gayet müthiş bir rakam tutturmuştu. Adebayor da ayrılınca yeni bir isim bulmak zorundalar.

Adebayor bu kararından geri döner mi bilemem. Pek ihtimal vermiyorum. En azından bir iki sene kesinlikle oynayacağını düşünmüyorum.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Bugün Yediğin "Hurma"lar


Kayserispor'un başsavcısı Süleyman Hurma'nın Ali Turan konusunda açıklamalarını biliyorsunuz. Galatasaray'ı oyuncuyu ayartmakla suçlamış, Ali Turan'ı kadro dışı bırakmış, Galatasaray'ın bonservis olarak verdiği parayı da dalga geçmekle yorumlamıştı.

Malum olduğumuz üzere Bosman kanunları diye bir olgu var. Bu konu etik mi etik değil mi diye tartışıladursun, çatır çatır bu yolla transfer yapılıyor. Çok değil 2-3 ay önce güya Galatasaray'ı UEFA şikayet edeceklerini söyleyen Süleyman Hurma, Andre Moritz'le prensipte anlaştıklarını açıklamış. Aynı şekilde geçen sene problemler çıkmıştı. Yine böyle konuşmuştu zavallı yönetici Süleyman Hurma. Fakat gidip James Troisi'yi almıştı. Geçen sene Troisi, bu sene Moritz. Yanlış anlamayın. Hakkıdır tabi.

Kulüpler, bir oyuncunun sözleşmesinin bitimine 6 ay kala, oyuncunun bonservisine sahip olan kulüpten izin almadan oyuncuyla görüşebilir. Bu yasal bir izindir. Fakat Türkiye'de oyuncunun aklını çelmek olarak algılanır. Tabi sonra gider balgamınızı afiyetle yersiniz. Ayrıca Süleyman Hurma'nın hezeyanının bir benzerini Yekta için yapan Süha Sidal'ın ne diyeceğini merak ediyorum bu konuda.

Ne diyeyim;

Allah akıl fikir versin.

11 Nisan 2010 Pazar

Protesto(!): Galatasaray 4 - 1 Diyarbakırspor


Yazıklar olsun.

Başka söylenecek bir şey yok maalesef. Sözde Galatasaray taraftarı olan bu ua isminde toplanmış arkadaşlara yazıklar olsun. Hayatlarında anlamadıkları, bu kafayla anlayamayacakları kutsal simgeleri, Metin Oktay, 14 yıllık şampiyon olamama dönemi, ağzına alıp, Ali Sami Yen'de, kendi takımlarını ıslıklayan, rakip gol atınca alkışlayan, tezahürat yapmaya çalışanları yuhalayan, Jo'yu, Arda'yı bitiren adamlara yazıklar olsun. Defolup gitsinler o tribünlerden. Daha ağırını yazmak isterdim.

Protesto yapılabilir. Taraftar memnun değildir durumdan, takım kötüdür. Yapılır. Bu haktır. Bana göre Ali Sami Yen'de o armayı giymiş hiçbir oyuncuyu, suçu ne olursa olsun ıslıklamak, yuhalamak, küfretmek gibi saçmasapan işlere girilmemelidir. Takıma küsülecek yer orası değildir çünkü. Orası senin mahremindir, orası senin yuvandır. Sen orada tükürürsen, sana da tükürürler. Tüküreceklerdir de!

Jo yuhalanmış. Neymiş efendim? Yok alem yapmış, yok parti yapmış Sana ne ulan! Sana ne!? Sen kimsin lan!? Tek sorumlu Jo mu yahu!? Jo mu?! Arda'yı ıslıklıyorsun, yuhalıyorsun. Kaptanın o senin be. Ayıp be!

Neyse çok konuşmak istemiyorum çünkü hakikaten Rijkaard'ın bazı oyuncuların iplerini çektiği maç olmuştur bana göre. Önce kadroyu bir yazalım;

----------Aykut------------
Sabri---Neill--Hakan--Caner
----------Mehmet-----------
------Gio-----Elano--------
Keita------------------Arda
-----------Baros------------

Galatasaray'ın bu ilk 11'ini görünce hakikaten çok heyecanlandım. Zira devrime devam niteliğinde bir kadrodur bu. Belki yeterince tempo yapmadı Galatasaray fakat devrime devam edeceğimiz için galibiyet şarttı ve güzel bir oyunla galip geldi Galatasaray. Şimdi çıkacaktır yorumcular Diyarbakırspor top oynamadı, koşmadı diyecektir. Desinler. Ben olaya Galatasaray yönünden bakıyorum. Özellikle 1-0'dan sonraki oyunu merak ediyordum. Fakat Rijkaard'ın çektiği rest takıma Sivasspor maçının ilk yarısındaki oyun gibi yansımış. O maçta da iyi oynamıştı Galatasaray ilk yarı. Fakat Aykut'un da maç sonu dediği gibi Galatasaray psikolojik olarak deplasman korkusuna sahip olduğu için geri çekilip, sonunda golü yemişti Galatasaray.

Bu maç ise 1-0'dan sonra daha da iyi oynadı Galatasaray. Zaten Galatasaray ilk yarı 250 tane isabetli pas yaptı, yüzde 72 topla oynadı. Yani kısaca pas futboluna geri dönüş için ilk adımı çok başarılı şekilde attı Galatasaray. Maçın başında belli olmuştu zaten bu geri dönüş. Keita sağ, Arda sol çizgide. Savunma ortasaha çizgisinde, bekler sürekli hücumda, Elano ile Gio ise sürekli topu sağa sola dağıtmakta. Yani sene başındaki sisteme geri dönmüş oldu Galatasaray tekrar.

Bu niye geç oldu diyenlere ise Baros'u işaret edebilirim. Zira bu sistem, Baros ve onun stilinde oynayan oyuncularla oynanır. Baros çünkü takım savunmasına, takım hücumuna direkt etki edecek bir adamdır sistemde. Birincisi rakibin stoperlerinin ileri çıkmasını engeller yaptığı presle ve sürekli stoperler arasına koşu yaparak. İkincisi ise Baros takımı ileri taşır. Çünkü Baros topu almak için kanatlara çekildiğinde, topu direkt kaleye götürebilecek yeteneklere sahip bir oyuncudur. Zaten attığı 3. gol de bunun en basit örneğidir.

Baros geri dönüş yapınca, Galatasaray da neredeyse ilk tehlikeli atağında, bu sefer, golü bulunca taraftarın sözde protestosu takımın oyununu bozamadı. En azından takımın güveni sarsılmadı. Ve daha çok pas yapmaya, daha çok oyunu açmaya, daha çok topa sahip olmaya başladılar. Derken ikinci gol geldi. Sadece ikinci gol atıldığı için bile Diyarbakırspor bu maçın böyle olmasına izin verdi demiyorum. O pası Hakan Balta'nın yerine Servet oynasa atamazdı çünkü. Hakan müthiş bir top bıraktı Keita'ya. Tıpkı Neill'in, 3-0'lık Ankaragücü maçında Jo'nun attığı golde Keita'ya attığı pas gibi bir pas attı. Keita müthiş bir orta daha yapıp işi bitirtti.

İşte devrim bu yüzden kaldığı yerden devam ediyor diyorum. Bu pas alelade bir pas değil çünkü. Bu pas savunmanın, hücumla bağlantısını perçinleyen bir pas. Neill'in yanına Hakan'ın gelişi derstir. Tüm takıma derstir. Top oynayacak çünkü bu takım. Servet'in iki top dikmesi, iki golü engelleyebilir çünkü. Bunu göstermiştir Rijkaard. Hakan Balta orada o pası atmasaydı, belki 2-0 olmayacaktı maç. Yani her top, her pas gol getirebilir. Topun değerini bil dersiydi Servet'e.

İkinci yarı ise 5 dakika içinde 2 gol buldu Galatasaray ve motoru durdurdu. Zira gerek kalmadı. İnanıyorum ki Rijkaard da takımını biraz daha rölanti oynatmıştır. Zira böyle skorlarda Barcelona'dayken de rakibin üstüne gitmeyi bırakan bir teknik direktördü Rijkaard. Yani rakibe saygı duydu her zaman Rijkaard. Bunu da bugün devam etti.

Galatasaray skoru yakaladıktan sonra kendi açımdan Emre'yi bekledim ki Rijkaard'da genç oyuncuları kazanma konusunda uzman olduğunu tekrar gösterdi, doğru zamanda, doğru maçta oyuna soktu. Zaten Emre'de attığı 2 müthiş pas ve çektiği 4 şut ile kendine güvenenleri yanıltmadı. Bu sene ilk 11'e girmesini zor görüyorum. Fakat seneye, özellikle ligin ikinci yarısı muhteşem bir Emre izlemeye başlayacağımızı düşünüyorum. Fizik olarak da kendini çok geliştirmiş. Sene başındaki gibi cılız durmuyor sahada. Daha güvenli basıyor yere ayağını fakat daha tam değil tabii ki. Daha zamanı var. Bu yüzden böyle 30 dakika, 45 dakika, gerekirse bazı maçlarda ilk 11 oynayarak takıma, lige, atmosfere alıştırılması gerekir.

Bir diğer konuşulması gereken oyuncu ise Gio bana göre. Önce "Fos Santos" dediler, daha sonra açık alan oyuncusu dediler. Fakat Gio hakikaten Türkiye'deki çok başka oyunculardan biridir. Bunu da her maç daha fazla ispat etmekte. Bugünkü iç/ekstra hücumcu performansı da hakikaten önemlidir. Neill'in golünde de asisti yapmıştır zaten. Fakat bu performansın Türk basınına yansıması için gol atması gerekmektedir maalesef. Çok önemli bir kazançtır Galatasaray için. Bonservisi alınacaktır muhtemelen. Özellikle önümüzdeki seneler için müthiş bir gelir getirebilir Galatasaray'a.

Diyarbakırspor'da ise sadece golü atan Bebbe'den bahsedebiliriz. Bunun sebebi attığı golden çok yaptığı akıllı baskılar. Sabri'nin ve Ayhan'ın pasını kesmesi bana göre oyunun sürekli içinde olduğunun kanıtı. Özellikle ikinci yarı onun bu hırsıyla golü buldu Diyarbakırspor. Tabii ki Galatasaray'ın rölanti oynamasının etkisi var fakat Bebbe'nin skora rağmen yaptığı hırs takımına gol kazandırdı.

Son olarak Rijkaard'a dönelim;

Bana göre kesinlikle çok uzun yıllar bu takımda kalmalı. Siz deyin 3, ben diyeyim 5 yıl bu takımda kalsın. Zira müthiş bir teknik direktör. Müthiş bir adam. Bu sene yaptığı tek hata, biraz zorunluluktan da olsa, sisteminden taviz vermesiydi. Evet zorunluluktan oldu. Evet Baros'un eksikliği bu sisteme vurulmuş en büyük darbelerden biri. Fakat kendisinin dediği, benim burada yazdığım gibi 3 puan her şey demek değildi. Sistemden hiç vazgeçmemeliydik.

Taraftara yazıklar olsun.
Futbolculara sevgiler, Rijkaard'a saygılar olsun.

Gençlerbirliği 0 - 0 Bursaspor


Başladığı gibi bitmesi gereken bir maçtı oyun bakımından. Öyle de oldu.

Öncelikle takımlara bakalım;

Gençlerbirliği her zaman ki formasyonunu ve felsefesiyle sahaya çıkmış. Ayağa pas ve geniş alana oyunu yayarak golü bulma, Sandro'nun ve Vranjes'in hücumu +1'leyerek yaratacağı pozisyonlarla golü bulma.

Bursaspor ise sezon başından beri dediğimiz gibi en istikrarlı takımlardan biri bu sistem konusunda. Klasik bir EPL ekibi gibi oynuyorlar. Ön alan baskısı sonucu kazanılacak toplarla hızlı hücuma çıkma, kanat atakları, Turgay'a atılacak uzun toplarda Turgay'ın sağa veya sola indireceği topları Batalla, Sercan ve Volkan Şen ile değerlendirmeye, gol bulmaya çalışma.

Maçın ilk 30 dakikası hakikaten çok sıkıcıydı. Maçın geneli böyle durgun geçse de ne bir pozisyon, ne doğru düzgün bir organizasyon izleyemedik. Öte yandan ilk 10 dakika ise Bursaspor'un Kahe'nin formsuzluğunu, Gençlerbirliği'nin ise bu maç için işine gelen stoperlerinin yokluğunda oynattığı Orhan, Aykut ikilisinin avantajını kullanarak savunmaları ileri doğru çekmesi sonucu oyun sıkıştı. Gerçekten ortasahadan çıkmadı top hiçbir şekilde.

10. dakikadan sonra iki teknik adam da bu sıkışıklığı çözmeye çalıştı. Önce Bursaspor Turgay'ı geriye doğru çekerek topu daha iyi kullanmaya çalıştı. Buna Gençlerbirliği Vranjes ile Tozo ikilisini biraz daha defansif oynatarak ve savunmayı geriye atarak karşılık verdi. Bu iki takımın hamlesinden sonra asıl oyunlara dönülmeye başlandı zaten. Bursaspor beklerini hücuma taşımaya ve kanatlarını aktif hale getirmeye, Gençlerbirliği ise iç Vranjes ve Tozo'nun müthiş performanslarıyla pas trafiği yaratmaya başladı.

Özellikle Tozo'nun bugün oynadığı oyun hakikaten müthişti. İlk yarı hele yaptıkları hakikaten müthişti ve bana göre Tozo şu an için ligin en iyi ön liberosudur. Kaç maç izledin de konuşuyorsun diyebilirsiniz tabi. Haklısınız. TV'nin verdiği tüm maçlara göre söylüyorum bu durumu. Zira Tozo çok serinkanlı ve çok akıllı bir oyuncu. Kendini topun oynandığı alandan 4-5 metre geriye atıp, yani bir nevi Pirlovari markajtan kurtarıp, gelen topları çok iyi dağıtıyor. Gerektiğinde ise topla hücuma çok iyi çıkabiliyor. Hakikaten çok başarılı oynuyor.

Diğer taraftan Vranjes ise Gençlerbirliği'ni hücuma taşıyan 2. oyuncuydu. Tozo'dan aldığı topları kanatlara çok iyi taşıdı, şut çekti, Kahe'yle verkaç yaptı. Kısaca kalitesi neyse ki Werder Bremen'e kadar yükselmiş bir oyuncudur, onu gösterdi. Savunmada ise Tozo'dan daha aktifti. Fakat bunun da bir sebebi Tozo'nun erken gördüğü sarı karttır. Daha agresif oynamak zorunda kaldı Vranjes. Fakat sanırım biraz kondüsyon problemi var hala. Zira 65'ten sonra yavaş yavaş düştü ve 72'de Kerem ile değişti.

Bursaspor'da ise Sercan ve Volkan Şen'in ilk yarı performanslarını övebiliriz. Özellikle Sercan bu maç hakikaten çok iyi işler yaptı sağ kanatta. Zaten pek kuvvetli gözükmeyen Gençlerbirliği'li Murat'ı sahadan sildi diyebiliriz. Uzun süre sonra Sercan'ı böyle formda görmek iyi oldu doğrusu. Çünkü farklı bir adam Sercan. Yeni nesil forvetlerden. Topla iyi, hızlı. En büyük eksiği ise gol vuruşu ki bugün yüzde yüzlük bir golü kaçırdı bu sebeple.

Volkan ise bugün daha farklı ve bana göre çok daha ilgilenilmesi gerek bir oyun oynadı. Kanatta zaten iyidir Volkan. Fakat bugün çok içe kat etti, ortasahanın ortasında top tuttu, takımını hücuma taşıdı. En önemlisi aşırı bencil oynamadı bu sefer. Maçın ikinci yarısında ise cezasahası içinde 2 kişiyi müthiş geçip, atamadığı pozisyon vardı ki onun da en büyük eksikliği olan son vuruş konusunda çok çalışması gerektiğini gösteriyor. Yani o hareketleri yapabilecek kalitede bir adam bana göre o golü daha rahat atması gerekir. Umarım bu konu hakkında çalışıyordur.

Sercan ve Volkan böyle etkili oynayınca Ozan'ın yokluğu hissetmedi Bursaspor. Fakat Batalla'nın yokları oynaması, Keçeli'nin kötü hücum performansı pozisyon yaratma konusunda sıkıntılar getirdi Bursaspor'a. Diğer yandan ise Gençlerbirliği'nde Mustafa Pektemek, Sandro, Hurşut ve Kahe'nin oyunun belli kesimlerinde etkili olması, yani istikrarlı oynayamaması Gençlerbirliği'nin pozisyon yaratma konusunda sıkıntısının başlıca sebebiydi. Özellikle Sandro ile Mustafa ilk yarı hiç yoklardı neredeyse.

Maçın ikinci yarısıyla birlikte Bursaspor daha fazla yüklenmeye başladı. 53. dakikada Turgay'ın hakikaten müthiş getirdiği ve Sercan'ın kaçırdığı bir gol var ki maçı bana göre bitirebilecek tek andı. Fakat Serdar topu çıkardı. Zaten bugün Serdar hakikaten iyi oynadı. Neredeyse hiç top sektirmedi, defansını iyi düzenledi. Biraz da şansı yanında olunca Gençlerbirliği'nin bana göre Tozo ve Vranjes'le birlikte en iyi oyuncusu oldu.

Bursaspor hiçbir şey yapmayan Batalla'yı çıkarp yerine Bekir'i alınca maç boyu ortasahaya çok yakınlaşan Turgay, Orhan Şam ile Aykut Demir'in arasına gitti. Aslında bana göre yanlış oldu. Zira Turgay hakikaten oyun zekası çok iyi olan bir oyuncu. Yani savunmanın göbeğine bırakılmasından çok forvetin hemen arkasında pozisyon kovalaması daha yararlı oluyor Bursaspor için. Nitekim 76'da Iglesias ile Ergic değişince Turgay yeniden etkili olduğu bölgeye geçmiş oldu.

İkinci yarı yüklenen, aslında maçı da kazandıracak pozisyonlar bulan Bursaspor olsa da maçı kazanmayı hakedecek bir oyun oynadıklarını düşünmüyorum. İç oyuncuları hiç çalışmadı bugün. Özellikle Hüseyin ne doğru düzgün top çalabildi ne de doğru düzgün 2 pas yapabildi. Eh Hüseyin'e Batalla'da katılınca pozisyon çıkmayacağı belliydi.

Öte yandan Bursaspor'un iyi bir ön alan baskısı yaptığını düşünmediğimi belirteyim. Zira çok kopuk bir baskı yapıyor Bursaspor. Yani doğru 2-3 pas yapabilen her takım Bursaspor'un defansıyla karşı karşıya kalır. Zira hiç pozisyonlarını korumuyorlar. Ertuğrul Sağlam'ın seneye bu konu üzerinde çalışacağını umuyorum. Zira Avrupa kupalarında böyle beceriksiz bir baskıya cezayı keserler.

Maça dönersek tekrar başladığı gibi bitti diyebiliriz. Sercan'ın ve Volkan'ın kaçırdığı çok net 2 pozisyon vardı. Bir de Vranjes'in şutunu sayabiliriz Gençlerbirliği adına.

İki takımda galibiyeti haketmedi. Eh hak da yerini bulmuş oldu.

9 Nisan 2010 Cuma

Sonunda Tepki Verildi


Biliyorsunuz özellikle Sivasspor maçından sonra dört bir yandan Galatasaray aleyhine yüzlerce yalan haber yapıldı. Sözde itiraflar yazıldı. Rijkaard'a yönelik hakarete varan eleştiriler edildi. Yetmedi, yönetime saldırıldı. Haldun Üstünel hakkında yazılar yazıldı. Dalga geçildi. Galatasaray sonunda ilk tepkisini Fanatik'e verdi. Devamının gelmesini diliyorum.
Fanatik, Spor Ahlakı ve Nesnel Gazetecilik

Fanatik Gazetesi'nde iki gündür yer almakta olan Galatasaray haberleri, fotoğraf seçiminden yalan içeriğine, kışkırtıcı üslubundan spekülatif bilgilere kadar, Türk basın tarihinde eşine az rastlanır bir taraflılık ve namuslu gazeteciler için yüz kızartıcı örnekler içermektedir.

Söz konusu gazetede 1. sayfadan verilen haberler, Galatasaray'daki başkanlık seçimi süresince aktif olarak bir seçim ofisinde çalışarak nesnelliğini baştan kaybetmiş bir gazeteci olan Serdar Dinçbaylı'nın, adeta seçimi kaybedince kendini de kaybeden davranış ve düşünce bozukluğunun ürünleridir.

Fanatik Gazetesi'nin dünkü nüshasında kullanılan Başkanımıza ait fotoğrafın seçimi, elini vicdanına koymayı bilen bir gazeteci için utanç vesilesi olmalıdır.

Yetmezmiş gibi, bugün de 1. sayfadan sürdürülen Serdar Dinçbaylı imzalı anti-Galatasaray kampanyası, yeni hezeyanlar ve gündem oluşturma çabaları içerisinde "çamur at izi kalsın" yaklaşımıyla devam ettirilmektedir.

Bu yapılan, Galatasaray aleyhine kara propagandadan başka bir anlam taşımamaktadır.

Bu, namuslu ve işini seven herhangi bir gazetecinin düşebileceği bir tuzak değildir.

Bu sistematik çalışma, bilinçli bir kamuoyu yaratma ve özellikle Galatasaraylıların bilinçlerinde mümkün olduğu kadar bulanık bir zihin oluşturabilme gayretidir.

Bu kara propagandanın başlatılması ve sürdürülmesinde, imza sahibi, seçim mağlubu Serdar Dinçbaylı kadar; buna izin veren Fanatik Gazetesi yönetimi ve sorumlu müdürünün de imza attıkları bu gazetecilik rezaletinde sorumlulukları vardır.

Söz konusu şahıslar bilmelidir ki, 105 yıllık kulübümüzün tarihinde, medyayı bu kadar pervasızca kişisel hırslara ve öfkelere alet edenlerin çıkması ancak bir istisnadır ve kendilerinin düzeyini ortaya koymaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Galatasaray Spor Kulübü olarak, Fanatik Gazetesi'nde sürmekte olan bu sistematik çalışmadan sorumlu isimler hakkında gereken tasarrufta bulunacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın.

Spor kamuoyuna saygılarımızla duyurulur.

Galatasaray Spor Kulübü

Osman Tanburacı


Eski futbolcularımızın yazdığı yazılara dair güzel bir ayar vermiş Osman Tanburacı. Forumlarda, bloglarda yazılan yazıların bir benzerini, futbol yazarından görmek daha etkili olacaktır şüphesiz. Çok güzel açıklamış bu kuyruk acısının sebebini.


Felaket tellaları sahnede

Galatasaray yalpaladı ya, pusuya yatmış bir yığın avcı asıldı tetiğe... Bunların başında da Galatasaray'da oynamış eski sporcular geliyor. Onları örgütleyenler de var. Yangına körükle giden medya da var...

Neymiş?

Galatasaray lige de havlu atmış!

Bülent Korkmaz bile 'sporx'e konuşmuş;

'Ben kalsaydım Galatasaray bugün şampiyondu' demiş!...

Yazıklar olsun Bülent'e...

O ki kaptanıydı bu takımın.

O ki gel dendiğinde; 'daha ben stajyerim, Galatasaray bana on beden büyük gelir' demeden atlamıştı Florya'ya... Fırsatı kaçırmamak için...

Şimdi de'ben kalsaydım Galatasaray şampiyondu' diyebiliyor.

Sanki daha önce Real Madrid'i şampiyon yapmış bir hoca Bülent Korkmaz.

Sanki hocalık geçmişinde dünya başarıları var.Bir kez daha yazıklar olsun Kaptan Bülent'e! Galatasaray'da yetişmiş, her türlü başarıya orada ulaşmış, Galatasaray olmasa belki de adı sanı duyulmayacak olan Kaptan Bülent'in yetiştiği ocağa bu kadar hırs ve kin içinde oluşu anlaşılır gibi değil!

Çok ayıp etmiş.

Hepsinin Polat'a kuyruk acısı var

Eski futbolcuların çoğunun Adnan Polat'a kuyruk acısı var!

Kimsenin beceremediği değişimi Adnan Polat başlattı ya... Yıllanmış futbolcuları kulüpten yolladı ya... Şimdi hepsi Adnan Polat'a ateş püskürüyor.

Oysa Polat doğruyu yaptı.

Galatasdaray'ı kendi çiftliği sananları kapının önüne koyunca kıyamet koptu.

Sonra miadı dolmuş futbolcuların çoğu gitti yazar-yorumcu oldu, Galatasaray'ın kuyusunu kazmaya başladılar.

UEFA Kupası'na uzanış yıllarında alkışı alanlar, omuzlarda taşınanlar, analarının ak sütü gibi helal paraları kazananlar bugün Galatasaray'ı acımasızca eleştiriyor.

Bir vefadır tutturmuşlar!

Vefayı gösterecek olanlar onlardır.

Galatasaray'a toz kondurmayacak olanlar onlardır.

Galatasaray onların velinimetidir.

Geçen yıl kulübe üye olduklarında sözleşmiş gibi üyelik törenine katılmayanlar da onlardır. O eski futbolcular.

Kendilerine vefa bekleyenler, yetiştikleri kulübe vefasız davranıyorlar.

Keser döner sap döner

Medyam da bu aralar bülbül kesildi. Değişim sürecindeki Galatasaray'a şimdi herkes saldırıyor. Kimse gerçekleri görmek istemiyor. Rijkaard geldiğinde dudakları uçuklayanlar, onu ayakta alkışlayanlar şimdi Rijkaard üzerinden Polat'a ve kulübe sallıyorlar. Çünkü Galatasaray köklü değişim içinde. Çekemiyorlar. Düne kadar kör, sağır, dilsiz olan medya bugün bülbül kesilmiş Polat'ı ve Galatasaray'ı hırpalıyor.

Türk futbolunun en büyük markası kıskançlık illetiyle yananların ağzında sakız olmuş!

Felaket tellaları sahne almış, ferman yazıyorlar. Bilmiyorlar ki sabır futbolun temelidir. Bu sabrı gösteremeyenlerin sonu da hüsrandır. Galatasaraylıların Adnan Polat'a sahip çıkması gerekir.Polat'ın Rijkaard'a sahip çıktığı gibi. Son söz; keser döner sap döner gün gelir hesap döner.

Bekleyin!

Galatasaray gelecek sezondan itibaren ortalığı naslı kasıp kavuracak bir görün. Bu büyük camiadan kimler geldi kimler geçti. Ali Sami Yen, Metin Oktay, Turgay Şeren, UEFA Kupaları olmamasına rağmen nasıl abide oldu acaba? UEFA Kupalılar da nasıl nefret uyandırıyor bir düşünün. Galatasaray bu ülkenin gururudur, onu rahat bırakın.

Futbolcular fani Galatasaray hep bakidir.

8 Nisan 2010 Perşembe

Küçük Hakan ve İmrendiğim Futbol Bilgisi #2


Ben de yönetici olmak istiyorum

Büyük paralar benim de emrime verilecekse ve o paraları nasıl harcadığımın hesabı hiç sorulmayacaksa ben de yönetici olmak istiyorum. Galatasaray’ın ismi ve para yanyana geldiğinde iyi transferler de yaparım.

EĞER emrime büyük paralar verilecekse...
Eğer parayı nasıl harcadığım sorulmayacaksa...
Eğer cebimden beş kuruş vermeyeceksem...
Eğer bol keseden saçıp “Başarısızlık devrimi” yapıp kimse benden hesap sormayacaksa...
Eğer Galatasaray markası arkamda olacaksa...
Ben de yönetici olmak istiyorum...
Galatasaray ismini ve parayı yanyana koyunca zaten iyi transferler yaparım.
Belki sihirbaz olmam ama kesin ilizyonist olurum.

Hakan Ünsalcığım aklı sıra Haldun Üstünel'e laf sokmuş. Futbol sonrası Galatasaray'a kazık atmaktan başka bir işi olmayan adamdan gelen bu sözler beni duygulandırıyor. Bitanemsin Hakan.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Bir Yaratıcı Deha Olarak Erhan Telli


Biliyorsunuz Erhan Telli'nin transfer döneminde vs. müthiş diyalogları vardı. Böyle ozanların birbirini taşladıkları gibi taşlardı iki taraf seçip. Keza yine bir yalan haberi yüzünden tokatlanmışlığı bile vardır. Yine bir haber yapmış ve tabii ki tıpkı Gökmen Özdemir'in yaptığı gibi "ismini vermeyen bir futbolcu" tarafından sözde itiraflar başlığıyla bir haber yayınlamış. Ben yorulur artık bu kadar yaratmaktan diyordum ki adam Pink Floyd elemanı çıktı. Yaratıcılıkta sınır tanımıyor artık. Müthişsin Erhan Telli diyor, haberi kopyalıyorum;

Şok İtiraflar !

GAZETE HABERTÜRK / Erhan TELLİ

Sivas’ta son dakika golüyle şampiyonluk yarışına havlu atma noktasına gelen G.Saray’da kazan kaynamaya başladı. Adını vermek istemeyen bir futbolcu, HABERTÜRK’e kötü gidişatın nedenlerini teker teker sıralarken, takımdaki en büyük sorunun ise ‘güven bunalımı’ olduğunu söyledi. İşte çok konuşulacak itiraflar:

‘SÜREKLİ KADRO DEĞİŞİYOR, İYİ OYNASANIZ FARK ETMİYOR’
“Deplasmanlarda kazanamamak artık kâbusumuz haline geldi. Ne yapsak bir türlü sonuç alamıyoruz. Takım neredeyse her hafta başka bir onbirle sahaya çıkıyor. Bir gün onbirdesiniz, bir bakıyorsunuz daha sonraki hafta yedeksiniz. İyi de oynasanız fark etmiyor. Sürekli oynamayınca da gücünüz kayboluyor. Takımda kimsenin kendine güveni kalmadı. Bazı arkadaşlarımız maç içinde top ayağına geldiğinde artık ne yapacağını şaşırıyor. Ya taca atıyor ya da rakibe veriyor.”

‘JO VE DOS SANTOS’UN ÇOCUKÇA HAREKETLERİ VAR’
“Yabancı oyuncular kafalarına göre takılıyor. Burada olmalarının, G.Saray’da oynamanın önemini, ciddiyetini anladıklarından emin değilim. ‘2 ay sonra nasıl olsa gideceğiz’ diye düşündükleri için verimli olamıyorlar. Takım oyununa katkıları “Yok” denilecek kadar az. Zaten Jo ve Dos Santos yaşları küçük olduğu için çocukçahareketler içindeler. Ayrıca Elano’nun vermesi gerekenle verdikleri de zaten ortada.”

‘KEWELL’IN AYRILACAĞINI FLORYA’DA HERKES BİLİYOR!’
“Baros’un yaşadığı sakatlığın ardından Nonda’nın gönderilmesi, tabii ki takımın gol yollarında sıkıntı çekilmesine neden oldu. Kewell’ın sakatlığı da buna tuz biber ekti. Aslında Kewell’ın bu sezon sonuna kadar oynayamayacağı Florya’da herkes tarafından biliniyordu.Tıpkı sezon sonunda Galatasaray’dan ayrılacağının bilindiği gibi!.. Ama yine de Nonda ile yollar ayrıldı. İşte bu durum takım içindeki dengeleri de bozdu.”

‘SANIRIM ‘PARAYI ALANLAR DÜŞÜNSÜN’ MANTIĞI OLUŞTU’
“Takım içinde iki grup futbolcu tipi oluştu. Birincisi çok para alıp koşmayanlar... İkincisi, az para alıp çok koşan ve saha içinde askerlik yapanlar. Hiç kimse eskisi gibi savaşmıyor, tekmeye kafasını uzatmıyor. Sanıyorum az para alan futbolcuların kafalarında, Parayı alanlar düşünsün. Takımı ben mi kurtaracağım’ düşüncesi de var. Diğerlerinin zaten umurunda bile değil.”

‘HOCA ARTIK BAZI ŞEYLERİ KONTROL EDEMİYOR’
“Hocamız, sezon başından beri ‘Sizi kampa almayacağım’ diyordu. Ama Fenerbahçe’ye yenilince aniden kamp yapılmasına karar verildi. Aslında bu durum bile hocanın da artık bazı şeyleri kontrol edemediğinin bir göstergesi. Sivas maçından sonra kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Sahada resmen rakipten dayak yiye yiye bu sonucu aldık. Hakemler de buna göz yumdu. Yapılacak tek şey kalan maçları kazanmak. Bu moral bozukluğuyla bunu nasıl başarırız bilemiyorum. Şampiyonluk artık bir mucize olur. Şampiyonlar Ligi de çok zor. Bunun için de rakiplerin puan kaybetmesi lazım.”


Erhan Telli ve onun gibi olan leş kargalarına selamlarım olsun. Muah!

6 Nisan 2010 Salı

Barış Özbek


Geldiğinden beri en çok tartışılan oyuncumuz sanırım Barış Özbek. Kendimce bir değerlendirme yapayım istedim;

Bildiğiniz gibi Barış RW Essen'den geldiğinde çok umutluyduk. Zira fiziksel özellikleri mükemmel bir adam Barış Özbek. Dayanıklı, hızlı, çevik, çok iyi zıplar vs. vs. Fakat teknik eksiklikleri vardır. Ama sistem bilen bir adam olduğu için Barış çok sırıtmaz.

He bizim çok müthiş taraftarımız her oynadığı maç sonunda "Barış gitsin yææ"cılık oynamayı çok sevdiği için hakikaten underrated kalmış bir adamdır Barış. Yanlış anlaşılmasın Barış'ı gönderilmez bir isim olarak görmüyorum. Fakat hakkının verilmesinden yanayım. Barış Galatasaray'ın şu an için hem savunma, hem hücum oyununu yeterince oynayabilen tek iç oyuncusudur.

İnkar etmenin manası yok. Zaten neden gönderilsin denildiğini de bir türlü anlamıyorum. Elimizde Hamit, Nuri, Emre, Gökhan İnler gibi adamlar varmış gibi Barış top süremiyor diyen adamları da hiç anlayamadığımı söyleyeyim. Eğer Galatasaray bu 4 isimden birini alabilirse. O zaman bile yollanmasına gerek yok Barış'ın bak düşün. 3'ünü alırsa yollanabilir. Zira o zaman yedeklenmiş de olur içler. Şu Barış'ın hücuma ve defansa kattıklarını görmemek için ön yargılı olmak gerekir sadece.

Adam her maç pozisyona giriyor. Skora katkı yapıyor, savunma desen zaten gayet yerinde oynuyor. Evet tekniği az. Topla iyi değil. Ama sistem bilen bir adam. İç oyuncusunun sürekli hücuma çıkma gerekliliğini biliyor. Pres yaparken kör şekilde gitmiyor. Takım o an nasıl konumlanmışsa ona uygun baskı yapıyor. Bek ileri çıktığında kademesine giriyor. Böyle bir adam Barış. Evet pas atamıyor, evet top süremiyor. Ama takımda kaç ortasaha oyuncusu top sürüyor? Kaçı doğru düzgün pas atıyor da Barış sorun oluyor?

Dün yaptığı harekete gelince;

Maç başından beri ona buna tekme atan, Mehmet Topal'a dirsek atan, her hareketi faul olan Sivassporlu Keita tek sarı kartını elle oynamadan alıyorsa, yani hakem ceza kesmiyorsa, Barış'ın neredeyse ayağının kırılmasına bir şey yapmıyorsa, futbolcu kendi cezayı keser.

Barış'ın düne kadar bir kere bile öyle kasıtlı bir hareketini görmedim. Sakatlıktan çekmiş bir adamdır Barış ve röportajlarından bildiğimiz kadarıyla iyi bir insandır da. Fakat hem skor, hem hakemin her Anadolu takımına yapıldığı gibi tekmelere prim tanıması Barış'ın böyle hatalı bir hareket yapmasına sebep olmuştur. 10 maç bile ceza verilse itiraz edilmez. Çünkü hareketi yanlış.

Fakat Barış Özbek afaroz edilmemeli! Sivassporlu Keita gibi adamlar sadece elle oynadığı için kart gördüğü bir ülkede, Barış Özbek sırtta taşınmalı. Ayrıca dün yaptığı hareketin aynısını 2 sene evvel Lincoln'e, Tjikuzu yapmış ve sadece sarı kart almıştı.

Büyük takımlar korunuyor ya. Ondan oluyor hep.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Ve Şampiyonluk Gider: Sivasspor 1 - 1 Galatasaray


Gece ile gündüzü izlediğimiz bir maç oldu.

İlk yarı hakikaten iyi paslaşan bir Galatasaray izledik. Özellikle 39. dakikada rakip yarı sahada yapılan 10'ya yakın kısa pas hakikaten görmeyi özlediğimiz durumlardandı. Mesela duran topları bir organizasyonla kullanmayalı çok olmuştu. Rijkaard Fenerbahçe maçından sonra format atmıştı futbolcularına. Bu bariz. İlk yarı hakikaten pozisyon bulan, 3 gol çok rahat yapabilecek oyunu oynayan Galatasaray'dı.

İkinci yarıyı ise Aykut'un açıklamalarında aramalı Galatasaray'lı. Rijkaard'ın Elano hamlesi, Jo hamlesi takımı ileri çıkarmaya yetmedi. Takımın deplasman kayıpları, inanılmaz bir özgüven eksikliğini tekrar ortaya çıkardı. İki iç oyuncusunun ön libero, ön libero olan Mehmet Topal'ın stopere kaymasını engelleyemedi bu hamleler. Çünkü siz ne yaparsanız yapın, oyuncunun psikolojisini etkileyemezsiniz.

Maçın başına dönelim;

Topu havalandırmayan, Ayhan, Barış, Gio, Sabri, özellikle Mehmet Topal, Sarp ile topu sürekli kanatlara taşıyan, geniş alanda oynayan, kısa paslarla oynayan bir takım izliyorduk. Ön alan baskısı ve özellikle Mehmet Topal'ın ilk yarıdaki oyunu hakikaten çok iyiydi. Uzun süre sonra Mehmet Topal'ı böylesine iyi oynarken gördüm doğrusu. Sarp ve Barış'ın hücuma çıkışları ile pozisyonlar bulacağımız belliydi ki Ayhan'ın hakikaten müthiş bir pasıyla Galatasaray golü buldu Barış ile.

Bu dakikadan sonra bir 5 dakika Sivasspor çok iyi bir baskı yaptı. Pozisyonda buldu fakat Aykut izin vermedi. Daha sonra Galatasaray yine topu yere indirip ilk yarıyı bitirdi. İlk yarıdaki oyunu görünce ikinci yarının böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim doğrusu. Zira hakikaten modern bir 4-1-4-1 oynuyordu Galatasaray. Ayhan ve Gio sürekli içe katediyor, Barış ve Sarp sürekli hücuma ekstra adam oluyor, Mehmet Topal ise oyunun sıkışmasına hiç izin vermiyor, doğru yere, doğru pası atıyordu.

İkinci yarı ise Sivasspor'un doğal baskısıyla başladı. Galatasaray 70'e kadar oyunu götürse, 2 gol pozisyonu çıkarsa da 70'den sonra yavaş yavaş kendi sahasına çekilmeye başladı. Özellikle 80'den sonra tamamen ortasahayı boşalttı Galatasaray. Böyle olunca Sivasspor defansı rahat uzun top imkanı buldu. Pozisyonları karşılasa da Galatasaray, orta alan boş olduğu için dönen toplar Sivasspor'da kalmaya başladı. Galatasaray'ın kendi kendine yenileceği bir başka maç olacağı yavaş yavaş belli olmaya başladı.

Rijkaard da bunu gördü ve Jo ile Elano hamlelerini yaptı. Fakat Aykut'un dediği gibi bu özgüven eksikliği çok başka bir şey. Yani ne yapılırsa yapılsın takımın özgüveni yetmiyor hamleyi hayata geçirmeye. Bu yüzden Rijkaard'ı pek hatalı bulamıyorum. Tabii ki çöp televizyonlarımız yine Rijkaard'ı osursa da eleştirsek diye beklediği için istifaya kadar bir ton laf söylenecektir. Hatta sanırım Hikmet Karaman gelmeli diye propoganda bile yapılmaya başlandı zaten. Neyse. Doğru düzgün futbol konuşmak gerekiyor. 4-1-4-1'i bile sahada göremeyen adamlar yorum yapıyorken zor tabi bir şeyler söylemek.

Sivasspor'un oyununa biraz bakarsak rezalet bir savunmaları olduğunu söylemek gerekiyor. Küme düşmeyeceklerdir büyük ihtimalle. Fakat Yasin ile Sedat'ın oluşturduğu defansa sadece özgüveni eksik Galatasaray gol atamaz sanırım. 4-5 tane rahat pozisyon bulup 1 gol çıkarmak Galatasaray'ın realitesi bu aralar. Skora bağımlı olmadığım için bu yüzden Rijkaard kalmalı diyorum. Artık yeni başlangıçlar sona ermeli.

Galatasaray'ın bu özgüven eksiğini gidermesi için kesinlikle kazanması gerekiyor. Fenerbahçe'nin 7 maçlık galip gelememe sürecinde neler yaşandığını biliyoruz. Basit hatalar, kaçırılan goller vs. vs. Galatasaray'ın şampiyonluk şansı bana göre kalmadı. İlk 2 şansı var mı? Deplasman karnesi belirler bu durumu. Şu an için bu da zor. Halbuki fikstür görünürde Galatasaray'dan yana gibi duruyor. Fakat sadece görünürde.

Hakem konusunda ise yönetimin her hafta olduğu gibi rezalet olduğunu söylemek gerekir. Maçın başından sonuna kadar standart olmayan kararlar, Sivasspor'un Keita'sına bir türlü çıkmayan sarı kartlar, maçın sertleşmesinde tepki veremeyen bir hakem. Barış'ın pozisyonuna ise yorum yapmıyorum. Doğru bir karardı. Fakat dirsek atan, her pozisyonda tekmeleyen Sivasspor'un Keita'sına kart göstermezsen, o oyuncular maçın stresiyle o tekmeyi atar.

Kim ne yorum yaparsa yapsın, Rijkaard kesinlikle kalmalıdır. Kesinlikle kalmalıdır. Kesinlikle kalmalıdır!

4 Nisan 2010 Pazar

Fenerbahçe 2 - 0 Kayserispor


Açıköğretim sınavları, erken kalkma gibi durumlar sebebiyle uyukladığımdan ilk 35 dakikasını seyredemedim maçın. Bunu belirteyim. Eğer bir yanlışım olursa maruz görünüz bu sebeple.

Golden sonra maçı izlemeye başladığımda, ilk yarının sonuna kadar Fenerbahçe'nin müthiş presi, hızlı hücuma çıkma çabaları vardı. Kayserispor'un ise 2 pas bile yapamayan ortasaha ikilisi Shawky ve Saidoo. Bir de presi yediği gibi bozulan Abdullah üçlüsü silinmişti zaten.

Fenerbahçe bu maç 2 gol attı ama bana göre daha fazla atmalıydı. Çünkü en azından şu maç için hakikaten, Kayserispor'a göre bir sistemle çıkmışlar ve takır takır işlettiler bu sistemi. Kayserispor nasıl oynar?

Kayserispor'un pas yapma derdi yoktur. Savunma topu uzun atar, Makakula'nın inanılmaz boy ve kuvvet avantajıyla bu toplar iner, Cangele bu topları değerlendirmeye çalışır veya Mehmet Eren kanat oyunları yapar, topu içeri doldurur, Makakula gol atmaya çalışır. Sistem Makakula üzerine kurulu. Makakula ise bana göre pek akıllı bir futbolcu değil. Yani mesela Lugano bugün adım attırmadı. Neden? Çünkü Lugano işi bilen bir adam. Makakula'nın ne yapmak istediğini çoktan düşünüp ona göre hamle yapınca Makakula etkili olamadı. Zaten Galatasaray maçında da hiçbir şey yapamamıştı Makakula, Neill karşısında. Fenerbahçe işte bu oyunların üzerine kurdu sistemi. Bana göre 2 doğru, 1 yanlış ama sonucu doğru biten 3 hamleyle maçı çok rahat aldı 3 puanı.

Birincisi ön alan baskısı;

Kayserispor stoperleri topu sürekli Makakula'ya şişirdiğini iyi çalışmış Daum. Emre'nin de düzelmesiyle müthiş bir baskı yaptılar stoperlere ve rahat top çıkarmasını engellediler. Böylece Makakula'ya o toplar atılamadığı gibi, atılan saçma sapan uzun topları Fenerbahçe hemen toplayıp iyi hücumlar yapmaya başladı.

İkincisi kanat savunması;

Kayserispor'un ikinci silahı olan kanat ataklarını da Andre Santos, Özer, Mehmet ve Gökhan Gönül çok iyi savundular. Neredeyse hiç kanattan gelip içeri orta yapamadı Kayserispor. Makakula'nın etkili olabileceği tek durum, duran toplar kaldı böylece. Haliyle moral olarak da çöktü maç içerisinde. Hem Lugano'nun müthiş oyunu, hem de bu faktörler sildi sahadan ligin muhtemel gol kralını.

Bana göre yanlış, sonucu ise değiştirmeyen karar ise savunmayı geriye kurmak. Bildiğiniz gibi Bilica'nın yaptığı bireysel şovlar sonunda Daum haklı olarak savunmayı geriye çekmişti. Bu maç ise bana göre gol pozisyonu riski taşıyordu bu karar. Çünkü Makakula aralara koşu yapabilen biri değil. Savunma ne kadar derin olursa, onun için o kadar iyi. Kaleye yaklaşma şansı doğuyor böylece. Fakat ilk iki madde, bu durumun dezavantajlarını sildi. Bu yüzden Daum başarılı bir sınav vermiş oldu.

Maçın ikinci yarısı Fenerbahçe'nin Lugano'yla klasik bir duran top golü var. Alex penaltıya güzel kesti, bana göre maçın en iyi adamı Lugano da çok güzel vurdu topa. İşi bitirdi. Zaten Kayserispor'un oyun oynama durumu yoktu. Moral olarak da dibe vurdular ve Fenerbahçe iyi paslaşan bir takımın çok yıpratacağı dengesiz bir ön alan baskısı yapmaya başladı. İlk yarının o 10 dakikalık bölümündeki kadar etkili değildi bu pres. Çünkü o 10 dakikada hiç kademe hatası yoktu. Bunda ise mesela x adama basarken, y doğabilecek boşluğu kapatmadı. Fakat Kayserispor'un topu alıp gidebilecek tek adamı Cangele kenarda olunca ve Kayserispor'un pas gibi bir alışkanlığı olmayınca bu takımı ikiye bölen baskı Fenerbahçe'ye farkı arttırma fırsatları sağladı. Özellikle Gökhan Gönül ve Emre'nin ikinci yarıda kaç tane top kaptığını sayamadım bile. Fakat dediğim gibi bana göre dengesiz bir baskıydı. Belki de Kayserispor'un bu zaafları düşünüldüğü için böyle bir işe girişildi. Bilemiyorum tam.

Tolunay Kafkas ayrılacağını açıklamış. Zaten takımına en az pis oyunla, en iyi savunmayı yapmayı öğretmekten başka bir şey yapmamıştı. Yani ben kaç senedir Kayserispor'un doğru düzgün gol attığını hatırlamıyorum. Hep çok az yediler fakat hiç normal sayıda bile atamadılar. Bu sene Makakula attı baya. Fakat tek bir adam attı yine. Skorer birini bulunca bir yere kadar götürüyor sizi. Fakat takım gol atmayınca duruyorsunuz. Ne ileri, ne geri gidiyorsunuz. Bir de üstüne bu kadar iyi bir maddi duruma rağmen doğru adamlar değil de hala gurbetçileri alıp deneme yapmak ne kadar düzgün bilemiyorum. Ankaragücü'nün yaptığı transferleri yapması gerekirdi Kayserispor'un. Ortasıra ekibi olmaktan başka bir şey yapamazlar bu kadro ile. Sanırım Tolunay Kafkas'ın ayrılma sebeplerinden biri de bu kısır döngü. Hak veriyorum gitmesine fakat ekstra bir şeyler yapmak için uğraşmadı dediğim gibi. Bir Yılmaz Vural olamadı kısaca.

Maçın futbol kısmıyla ilgili son olarak Emre Belözoğlu'nu kutlamak gerekiyor. Bu sene inanılmaz yararlı oynuyor. Çok agresif, sürekli kart görmesi gereken hareketler yapsa da kendini oyuna verince hakikaten çok etkili. Fenerbahçe O oynayınca çok daha rahat savunma ile hücum arasını bağlıyor birbirine. Müthiş bir pasördü zaten her zaman için. Şimdi iyi bir savunma oyuncusu da olmuş. Fakat işte şansı hakemlerin gayet anlayışlı davranması. Yoksa çoğu maçı tamamlaması bana göre şaşırılması gereken bir olay. Bu agresifliğini kontrol etmesi gerekiyor. Bugün çıkmayan kart, yarın çıkabilir ve takımını eksik bırakabilir çünkü.

Hakemin yine rezalet olduğunu belirtelim bu arada. Kadıköy'ün atmosferinden etkilenmesi vs. sorun değil. Sorun 2-0'dan önce verdiği kararlarla, 2-0'dan sonra verdiği kararlar arasında fark olması. Yani 2-0'a kadar zor faul çalıp, 2-0'dan sonra Kayserispor'a faul çalmak eyyamdır. İlk gol ofsayt zaten. Bir de penaltı pozisyonu varmış Fenerbahçe'nin. Onu göremedim. Eğer o da yanlış bir kararsa iki takımında canını yakmış oluyor Yunus Yıldırım.

Pek keyifli olmayan, Fenerbahçe'nin farkı açamadığı bir maç oldu. Çok doğru bir oyunla galip geldi Fenerbahçe.

Ayrıca Fenerbahçe'nin kadın voleybol takımı, Fenerbahçe Acıbadem, Final Four finalini 3-2 kaybetmiş. Setlerde 2-0'dan durumu 2-2'ye getirmişti Fenerbahçe. Buraya getirip buradan kaybetmek daha üzücüdür sanırım. Fakat hem ligde, hem de Avrupa'da böylesine iyi oynadıkları için tebriği hakediyorlar.

Sağlık olsun. Tebrikler.