26 Aralık 2010 Pazar

Meraba, Ben Gassaraylıyım

Meraba abilerim, ben Gassaraylıyım.

Son olayımı hepiniz duymuşsunuzdur. Gittik 17'lik veletlere daldık. Gelmişler Florya'da racon falan kesiyollar. Kırdık bellerinde sopayı falan ders verdik. TV'de de abartıyollar ya. Olayı önce onlar başlattı. Lavuğun teki gelmiş bizim adamlara dalmış falan. Orası Gassarayımızın evi. Affetmeyiz. Çoluğa çocuğa dalarız.

Şimdi okuyorum böyle forumları falan. Yine suçlu olmuşuz. Fenerbahçeliyi katledeceksin aga. Adamlar geliyollar her sene olay yapıyollar. Biz yapınca terörist oluyoruz. Bu sürekli bizim suçlu olma hadisemizden bıktık. Adamı başlattı, biz bitirdik. Velette olsa kaşınanı kaşıyacaksınız. Bunun başka yolu yok.

Her maça gidiyorum abi. Ufuk'u da ıslıklayan benim, Necati'ye yumruk atan da. Hasan'a laptop atan da bendim, Gerets'in üzerine yürüyen de. Ben Gassaraylıyım abi. Bize böyle karakterler yakışmaz. Servet'in üzerine gidemem mesela. Yalandan ıslıklarım olur biter. Robot gibi adam. Vursa ölürüm. Delikanlılığın 10'da 9'u kaçmak değil mi zaten ehe.

Şimdi Volkan mesela götüyle top tuttu. Onu fitbolcularımız halledecekti, hepsi ruhsuz karaktersiz olduğu için halledemedi. Florya'da ise olay bize düşer. Onlar kim ki. Gelip tekmeyi de atarım, burunu da kırarım. Burası Gassaray. Volkan topu bizim takıma da soksa bir şey yapamam. Maç içinde değil, sokakta görsem de yapamam. Ama işte böyle sıkıştırdım mı affetmem. Ama yemin ederim suç bizde değil. TAHRİK ettiler.

Tezahürat yapamam, onun bunun arzusuna göre yönlenirim. Tek telefondur Hagi'ye hırsız diye bağırtan, aptal medya haberleridir kaptana giderli tezahürat yaptıran. Böyle kolay manipüle de oluruz ama büyük Gassaraylıyız.

Çok büyük Gassaraylıyız. O kadar büyüğüz ki, o kadar olur işte.

Meraba, Ben Gassaraylıyım.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Umudu Didiklemek


Maç hakkında konuşulacak bir şey yok. Belki ikinci yarı biraz konuşulabilir ama ona zaten gerek yok. Sonunda devreyi bitirdik ve artık önümüze bakmak için engel kalmadı.

Hagi geldiğinde Galatasaray'ı daha çok sahada var ederek ilk belirtilerini göstermişti kuracağı takımın. Başta Cana ve Neill olmak üzere bu tip kötü durumlarda performansını hep yükselten Kewell karakterli yabancı dediğimiz türde oyuncular. Liderlik vasfı olmasa da oyundaki müthiş hırsıyla Pino da değerli yabancılarımızdan. Insua iyi başlayıp her ne kadar çok sevilse de bana göre 1.5 maçtır oynayan Çağlar'ın yarı performansı kadar oynayamamış bir adam. Çok çok iyi başlamıştı evet. Ama performansı düştü. He kıyas yapılan oyuncu Hakan Balta olduğu için oynatılmamasının eleştirilmesi ise çok normal bir sonuç.

Düne döndüğümüzde yeni bir fidanın daha filizlenmeye başladığını gördük; Anıl Dilaver. Bilhassa müthiş patlama yapabilen, ayağına hakim ve en önemlisi orta değil pas atan türden bir oyuncu. Fiziksel olarak zaafları olduğu kanat forvet olarak çok verimli olabilir. Zaten dün attığı golü de sol forvete geçtiğinde kaydetmişti. Eğer üstüne düşülürse, O da oynamak isterse iyi bir oyuncuyu daha "0" bonservisle kazanmış olacağız. Şimdilik onu daha çok övmeden kapatalım bu bahsi.

Düne baktığımızda Kewell'ın müthiş oyunu, Neill'in harika taktik zekası ve Cana'nın akıl almaz pozisyon bilgisi hemen belli etti. Neill topla oyunda ileri yönelik hiçbir hareketi bulunmayan Ayhan'ın atamadığı tüm topları atıp bu açığı kapattı. Cana artık saymayı bıraktığım şekilde top kesti, rakip hücumlarını öldürdü. Daha önemli bir şey yaptı. Onu da yazacağız ilerleyen satırlarda. Kewell ise tüm hücum organizasyonunu tek başına sırtladı. Özellikle attığımız golde Neill'ın önüne bıraktığı topa laf söyleyemiyorum. Müthişti.

Yerlilerden Çağlar'ın bu takımın solbeki olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çok uzun bir sakatlıktan bu denli kuvvetli dönmesi kendine iyi baktığını gösteriyor. Maç eksiği olduğu için pek hücuma katılmadı ama gerek ortaları gerekse de şutlarıyla hücum için iyi bir silah olacağını bize anlatıyor gibi. Savunması içinse denecek tek laf yok. Kusursuzdu.

Maçla ilgili son olarak Hakan Balta'nın Ayhan'dan çok çok daha iyi bir iç oyuncusu olması takımın kalitesini gözümüze sokuyor maalesef. Aldığı her topta yüzünü rakip kaleye dönmeyi denedi Hakan. Bunu Ayhan sadece topun üzerine kazayla basınca yapıyor ve bu durum benim gibi bir çok Galatasaray sevdalısını delirtiyordur sanırım.


Cana'nın bize sezon başından beri sağladığını söylediğimiz katkı ise dünkü kırmızı kartı. Bir kırmızı karta neden binlerce taraftar sevinir? Neden binlerce taraftar büyüksün diye yazar türlü platformlarda?

Yıllardır dayak yiyen bir takım izliyoruz sahada. İşte Cana gibi, Neill gibi adamlar sahada dik durarak, "GALATASARAY karşınızdaki, haddinizi bilin ulan!" diyerek bu ezikliği ortadan kaldıracak adamlar. Bu adamlar bu yüzden her oynadıkları kulüpte sevildiler, kaptanlık yaptılar. Cana dün takım arkadaşının boğazına sarılan, iten Kere'yi ite ite saha dışına attığı için Cana. Çirkeflik nedir bilmeyen, sadece topa sert bir adamın gerektiğinde takım arkadaşını ezdirmemek için kırmızı kart görmeyi bile göze almasıdır onu Cana yapan. Bizi bir araya getirecek Cana gibi, Neill gibi karakterler lazım takıma. Galatasaray küme düşse bile Galatasaray'dır. Devdir. Cana bunun bilincinde olan ve Galatasaray arması taşıyan oyunculara böyle hareketler yapılmasını kabullenmeyecek bir adam. Kabullenmedi. Ama biz o kırmızı kart sayesinde çok daha sevdik Cana'yı belki. Bu gözler Lincoln'ün dayak yemesini ve yanılmıyorsam Barış dışında kimsenin kılını kıpırdatmamasını da gördü. Dün Cana o kıvılcımı çakmasaydı muhtemelen tek vücut olamayacaktı Galatasaray o karışıklıkta. Helal olsun sana be adam.

Böylece devre sonuna da gelmiş olduk. Başlıkta da dediğim gibi biz Galatasaraylı olarak umudu didiklemek zorundayız. Anıl'ın golüne çığlıklar atarak sevinmemiz, Cana'nın kırmızı kartından gurur duymamız bu yüzdendir. Çok iyimser gelebilir bu yazı okuyanlara. Olsun. Herkes takımın durumunun farkında. Kimsenin gözünü boyamadan, kimseye yalan söylemeden elde edilen umudu ortaya çıkarmak istiyorum kendi adıma. Burası Galatasaray diye bağırmak istiyorum bu tip kıvılcımları gördüğümde.

Umarım iyi bir devre arası geçirip takımın üzerindeki pisliklerden arınabiliriz. Yoksa'sı yok. İkinci bir seçenek yok.

Burası Galatasaray.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Kısa Kısa: Trabzonspor - Bucaspor, Kasımpaşa - Galatasaray


Öncelikle Trabzonspor ile başlayalım.

Trabzonspor bu hafta sonunda en yakın rakibiyle puan farkını 5'e çıkardı. Zaten senenin en başında Liverpool'a karşı oynadıkları mükemmel 2 maçla belli etmişlerdi buraya geleceklerini.

Gerçekten ligin en iyi futbol oynayan takımı olarak lider olmaları, rakiplerine puan farkı yapmaları futbolun adaletidir. Son Bucaspor maçında ise Trabzonspor, maçın genelinde çok da iyi oynamasa da maçı kazanmayı bildi.

Aslında Trabzonspor müthiş bir baskıyla başladı. Bu baskı gol gelene kadar da devam etti zaten. Bu baskının kurulmasında en büyük pay sahibi ise kuşkusuz Selçuk İnan;

Manisaspor'da oynadığı dönemden beri çok beğendiğim bir adamdı zaten. Bize de çok çok uzaktan gol atmıştır. Yanılmıyorsam Faryd Mondragon'un Türkiye'de yediği tek frikik golünü de Selçuk İnan atmıştır. Hatta çok gollü geçen bir Galatasaray - Manisaspor maçında uzaktan müthiş iki füze yollamıştır. Trabzonspor'da ise özellikle Şenol Güneş geldiğinden beri Pirlo tadında oynuyor. Rakibin baskısının 5-10 metre gerisinde pozisyon alıp hem dönen topları topluyor, hem de müthiş geliştirdiği pas yeteneğiyle doğru yerlere, doğru zamanda ve doğru şiddette atıyor. Kesinlikle şu an için en iyi pas verebilen Türk oyuncusu, Nuri ve Emre ile birlikte.

Maça döndüğümüzde ise Selçuk'un bu özellikleri maçı tüm 90 dakika boyunca Trabzonspor'un hakimiyetinde geçmesini sağladı. Tabi yine çok beğendiğim Gustavo Colman'ı da Selçuk'tan sonra yazabiliriz.

Bucaspor'un tek ofansif şansları, Trabzonspor'un zaman zaman yaptığı pas hatalarıyla oldu. Elbette santrafor oynayan ve Egemen'le, Giray'ı çok çok zorlayan Manucho'nun katkısını da unutamayız. Cılız gelişen her topu iyi saklayıp, geriden gelen takım arkadaşlarına servis ederek Bucaspor'un rakip yarısahada nadir de olsa görünmesini, etkili olmasını sağladı. Samet Aybaba'nın bu oyuncuyu ikinci yarı çıkarmasının zerre mantıklı açıklaması yoktur. Zaten Bucaspor, Manucho çıkana kadar bir şeyler yapabildi. Ondan sonra yoktu bile.

Şöyle son olarak atılan gollere de bakalım;

Trabzonspor'un ilk golünde Yattara'nın ortası kadar Umut'un doğru zamanlaması ve akıllı vuruşu da önemli. İkinci goldeki penaltı ise aptallıkla yapılmış bir penaltı bana göre. Penaltılar zaten iki tip oluyor ya faul ya aptallık. Yani illa bir oyuncunun penaltı yapması için faul yapması, elle oynaması gerekmiyor. Oyuncuya gereksiz, arkadan müdehale yaparsan, oyuncuya değmesen bile rakibin akıllılığı senin aptallığına dönüşerek penaltıya sebebiyet verirsin. Bu yüzden hiçbir zaman cezasahasının içi çok zor durumda kalmadıkça müdehale yeri olmamıştır. Cezasahasının içi rakibin topla iyi oyun oynamasını engellemek için alan kapatma yeridir. Oyuncuyla kale arasındaki açıyı kapatma yeridir.

Neyse sonuç olarak Trabzonspor hala bu ligin en keyif veren takımı olarak devam etmekte. Galatasaray'dan başka bir tek Trabzonspor'un maçlarını takip etmeye çalışmamın sebebi budur. Gerçekten çok iyi ve şampiyonluğu hakeden bir takım izliyoruz her hafta.

Galatasaray'a geçelim;

Galatasaray için konuşulacak bir şey yok aslında. Klasik bir Hagi baskısıyla maça başladık yine. İlk 10 dakikadaki Galatasaray her anlamıyla çok iyiydi. Ön alan baskısı, bek kullanımı, Kewell'ın sonunda ikinci forvet vazifesini yerine getirebilecek kuvveti kendisinde bulması takımın maça iyi başlamasının temel sebeplerinden bir kaçıydı sadece.

Galatasaray'ın ilk golü ise tipik bir Kewell golü. Aydın'ın harika ortasına müthiş bir koşu ve çok başarılı bir kafa vuruşu. Aydın demişken, bu maçta iyi oynadığını söylememiz gerekiyor.

Galatasaray'ın takım olarak bir diğer dikkat gerektiren hususu ise maç boyunca ön alan baskısını yapmış olmaları. Bu takımın yavaş yavaş güçlendiğine bir işaret olabilir. Tabii ki takıma Elano'nun yokluğunda bir fiziksel olarak iyi adam daha eklenmesi de bu baskının süresinin uzaması için büyük bir sebep. Tabii bu da organizasyon ve pas kabiliyetinin eksilmesi anlamına geliyor. Başta muhteşem oynayan Cana olmak üzere çok pas hatası izledik.

Cana'nın top kayıplarına hemen müdehale ederek hatasını telafi etmesi ise güzeldi. Ben sayamadım Kasımpaşa maçında Cana'nın kaç top çaldığını, kaç pas arası yapıp Kasımpaşa'nın ataklarını başlamadan kestiğini. Gerçekten çok çok mühim bir defansif ortasaha Cana. Çok büyük bir de şans. Gerek insanlığı, gerekse futbolcu karakteriyle çok daha fazla katkısı olacaktır.

Pino'ya da değinelim. Pino 3 milyon €'ya gelmiş, yıllık 600 bin € gibi Türk futbolunun günümüz şartları altında komik bir ücret alan bir adam. Ve herşeyden önemlisi forvet değil. He bu kadar kaçırmasını ben de beklemiyordum çünkü Fransa'da daha iyi son vuruşları olan bir Pino izliyorduk. Belki genelde kanatta oynadığı için daha az yapıyordu bu vuruşları ve isabet oranı daha yüksek oluyordu. Bu sebeple ilk geldiğinde Pino'yu tanıtırken gol vuruşları Keita'dan iyidir demiştim. Yanılmışım. Pek fark yokmuş. Okuyan arkadaşlardan özür diliyorum. Fakat bu Pino'nun beklentileri kendi performansıyla yükselttiği gerçeğini değiştirmez. İlk geldiğinde kim bu, Sirk topçusu vs. gibi bir dolu laf söylenirken şimdi, muadili sayılabilecek Stoch ve Dia'nın kötü performansları yerine Pino'nun kaçırdığı goller konuşuluyor.

Bunun bir sebebi diğerleri silik performans sergilerken ligin renklerinden biri olması. Tabii ki diğer sebebi ise Galatasaray'da oynaması. Mesela Dia ile Stoch bizim takımda olsaydı bugün ikisi de itin bilmem neresinde çay içiyor olurlardı. Fenerbahçe forması giydiğini artık saklamaya bile gerek duymayan medyanın bir başka kıyağı da bu tabi. He bu ikisi de müthiş topçulardır orası ayrı. İlk geldiklerinde de yazmıştım bloguma zaten.

Pino çalışıp her açığını düzeltebilecek bir potansiyele sahip. Ayrıca Ayhan'ın maç içerisinde kendisine çıkışması hakikaten Ayhan'ın ne boyutta saçmalayabileceğini bize göstermiş oldu. Maç boyunca rakip savunmayı mahveden, gol atan, sürekli oyun içinde bulunan Pino'ya gol kaçırıyorsun diyerek kaçırmamasını salık veren Ayhan'ın, maç içinde bir tane doğru pas atması, bir tane vücut çalımı yapması için megafonla kulağına seslenmek gerekiyor ki bir şeyleri düzeltebilsin.

Galatasaray'ın 90 dakika boyunca üstün taraf olduğu nadir maçlarından birini izledik. Rakip Kasımpaşa bile olsa bu durumu özlediğimiz için yüzüm güldü açıkçası.

Daha da güleriz inşallah.

30 Kasım 2010 Salı

Elano Da Gider


Beklenen oldu ve gitmez herhalde diye düşündüğüm Elano da takımdan ayrıldı. Beklenen oldu çünkü Elano zaten Santos'a gideceğini söylüyordu. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla tartışılır tabi. Fakat benim kafamda bir fikir vardı Hagi geldiğinden beri. Yapılan hamleler, çok tepki toplasa bile, bu fikrin gerçek olabilme ihtimalini gözümün önüne getiriyor.

Şöyle söyleyebilirim ki Galatasaray'ın 2-3 yıllık transfer ve Avrupalılaşma projesi sınıfta kaldı. Skibbe'nin dediği gibi Galatasaray isimler alarak bu süreci hızlandırmak istedi. Ama olmadı. Olamazdı zaten. Galatasaray 2-3 yılda bol bol sükse yapabilecek adamlar aldı. Fakat yönetemedi. Şu an ki sportif direktörüyle beceremez çünkü. Şimdi gazetede çıkan haberlerin az da olsa doğruluk payı düşünüldüğünde, Hagi'nin yaratmak istediği oyun ve takım karakteri düşünüldüğünde alınacak adam tipi yavaş yavaş gözümüzün önünde beliriyor sanki.

Fizik olarak iyi seviyede, takıma kolay uyum sağlayabilecek, takımla birlikte kendi kalitesini de yukarı çekebilecek adamlar yeni transfer hedefi olacaktır. Bunu becerebilir miyiz, beceremez miyiz bilmiyorum. Eğer Hagi'nin kafasında varolan isimlere bir de Balkanlardaki, özellikle Sırbistan ve Karadağ'daki oyuncu havuzunu iyi bilen Prekazi ve Simovic'in yardımları eklenebilirse iyi 4-5 oyuncu çıkarılabilir bu bölgeden. Tabii ki önce Prekazi'nin gönlünü almak şart.

Herkes söverken ben niye umutlanıyorum bu hamleleri görünce bilmiyorum. Tabii ki yerli kadrosunda çok büyük değişiklik hala şart. Hala adam gibi bir sportif direktör şart, hala çok çok iyi bir Florya düzeni şart. Fakat eğer bir şeyleri düzeltmek için, sağlam bir plan için atılan bir adımsa bu, bu adımı atan insan Hagi'yse, kusura bakmayın ama ümitleniveriyorum.

Hagi değil, X olsaydı bu kadar sebepsiz hayal kurar mıydım onu bile bilmiyorum.

Yanıltma beni bu sefer be Galatasaray.

Yanıltma.

Duyuru: Elano Blumer Santos FC’ye Transfer Oldu

Galatasaray Profesyonel Futbol Takımı oyuncumuz Elano Blumer'in 2.900.000 avro bedelle SANTOS FC'ye transfer olması konusunda anlaşmaya varılmıştır. Oyuncu 31 Aralık 2012'ye kadar başka bir takıma daha yüksek bir bedelle transfer olduğu taktirde elde edilen karın %50'si de şirketimize ödenecektir.

Oyuncu aşağıda belirtilen alacaklarından vazgeçmistir:

2010-2011 sezonuyla ilgili olarak tahakkuk etmiş: 1.558.364 Euro
12.000 ABD Doları

2010-11 sezonu sonuna kadar tahakkuk edecek: 1.200.000 Euro

İleriki sezonlarda tahakkuk edecek toplam: 6.200.000 Euro

Menajer alacağı: 200.000 Euro

olmak üzere şirketimizin toplam taahhüdü 9.158.364 Euro ve 12.000 ABD Doları kadar azalmıştır.

Elano Blumer’e bugüne kadar Galatasaray’a vermiş olduğu hizmetlerinden dolayı teşekkür eder ve bundan sonraki futbol yaşamında başarılar dileriz.

Galatasaray Sportif AŞ.

Bu arada resmi sitenin açıklaması gayet gerizekalı bir açıklama. Bakın şu kadar kâr ettik demek yerine, biz adamları yönetemiyoruz, şöyle zarar ettik demek daha dürüst ve tepki çekmeyecek bir açıklama olurdu doğrusu. Satışın tek iyi yanı 2 yıl içindeki olası bir transferde yüzde 50 kar payı sahibi olmak. Başka bir özelliği yok.

Bildiğin Aynı Lan!





Dün Messi'nin 2. asistinden sonra aklıma direkt Hagi'nin Elland Road'da yaptığı harika asist geldi. Gol vuruşları tabi farklı.

Yahu hakikaten benzemiyorlar mı birbirlerine?

Mourinho'nun Son Sınavı: Jose İlk Golü Yedi


Jose Mourinho... Öyle veya böyle Dünya'nın en büyük teknik direktörü. Öte yandan Dünya'nın en karizmatik teknik direktörü. Fenomen denilen zımbırtının karşılığı işte bu adam. Dün Real, Barça'dan 5 tane yedi. Zerre topa dokunamadı, ezilmenin tam karşılığını aldı.

Fakat bir Allah'ın kulu Real'e koydu Barça demedi. Mourinho'ya koydu Barça dedi. Çünkü gerçekten öyle oldu. Mourinho bu yüzden büyük adam. Real gibi Dünya devini, kendi ismi arkasında bıraktırabilecek kadar büyük bir adam.

Çünkü başarılı, çünkü imkansızı yapabilen bir adam, çünkü zeki, çünkü burnu havada... Kişiliğini seversiniz veya nefret edersiniz. Benim umrumda değil söyledikleri. Oynattığı, oynatmaya çalıştığı futbola bakarım ben.

Porto, Chelsea, Inter, Real... Bu takımların hepsine imzasını atmıştır Jose. Bundan sonraki hedefi muhtemelen Dünya Kupası olacaktır. Milli takımlara da atacaktır imzasını.

Dünkü maçtan sonraki yüz ifadesi çok çok fazla şaşkın olduğunu gösteriyordu. Muhtemelen egosu çok büyük bir darbe yedi. Fakat eğer Jose bu mağlubiyeti güzel sindirir, hatalarının üstüne giderse "unstoppable" denen kavram olabilir.

Barça'yı devirmenin yolunu bilen bir adam çünkü. Dün sadece savunma yaparak kazanmak istedi. Savunmasını önde kurdu, en önde bastı, dikkat edin bazen kameranın kadrajına Real'in tüm oyuncuları giriyordu. O kadar birbirine yakın tuttu hücum ile defansı. Takımın boyunu kısalttı da kısalttı. Tıpkı geçen seneki Inter - Barça maçı gibi. Fakat tek farkı bunu ortasahada yaptı. Muhtemelen Barça'dan başka hiçbir takım o bölgeden sağ çıkamazdı fakat Barça'nın oyuncuları, Real'in oyuncularına göre çok çok süratli. O 30 metrelik bölge Real'in ölümü oldu. Pas hızına, Barça'nın oyuncularını manevra hızına yetişemedi Real ve farkın geleceğini belli etti.

Barcelona ise dün hakikaten mükemmel oynadı. Açıkçası dünkü oyuna Dünya'nın hiçbir takımı karşılık veremez. Hatta şöyle karma bir takım kurulsa bile karşılık veremez çünkü dün gerçekten çok başkaydı Barça. Her maç böyle oynasa zaten bir daha futbolda rekabetten bahsedemeyiz. Fakat işte bu tip anlar Barcelona'nın neden en özel olduğunu anladığımız anlar.

Bu takımın ömrü Xavi ve Iniesta'nın alternatiflerine göre daha da uzar. Fakat 3-4 sene daha tam performans bu adamların hükümdarlığı geçer futbol hanedanlığında. Umarım Barça altyapısında yeni Xaviler, yeni Iniestalar tasarlanıyordur. Çünkü bu futbolu bir daha izleyememe ihtimali bile korkunç geliyor insana.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Derbi Sonrası Halet-i Ruhiye

Galatasaray'ın hali ortada. Ligdeki kötü durum, ligin 7.'siyle bile arada olan puan farkı vs. Bu duruma hakederek, anamızın ak sütü gibi geldik.

Nasıl geldik peki? Kadroya 5 senedir bağıran ortasaha takviyesini yapmayarak, gönderilen adamların yerine sürekli daha kötüsünü alarak, yaptığımız transferleri, teknik direktör seçimlerini sürekli alakasız kullanarak, Rijkaard gibi bir değerin harcanmasına izin vererek geldik.

Galatasaray'ın parası şimdilik olmayabilir. 10-15 milyon € bir futbolcuya veremeyebilir. Zaten bunu isteyenin de olduğunu sanmıyorum. Varsa bile azınlıktır. Kimse 15 milyon €'luk topçu meraklısı değil. Galatasaray'ın teknik direktörünün ne oyun oynattığını iyi bilecek, buna göre doğru oyuncu seçimi yapabilecek ve satabileceği oyuncusunun değerini düşürmeden pazarlayabilecek bir sportif direktöre, bir futbol beynine çok ama çok acilen ihtiyacı vardır. Şu takım 5 senedir çırpınıyor iç oyuncusu diye bir tane bile takviye yapılmıyor. Ayıp yahu.

Aslında bunlar işin hikayesi. Kadronun kalitesizliği olsun, teknik direktör seçimleri olsun. Hepsi hikaye. Yönetimin en çok eleştirdiğim kısmı Galatasaray adını yere çalması. Biri Arda seks yüzünden sakatlanmıştır diyor, 2 hafta sonra sadece işini beceremeyen bir adam için GS TV'ye çıkarıyoruz o adamı. Yahu bunu yapmayın. Gözünüzü seveyim yapmayın bunu. Her boku yiyin, kötü transfer yapın, sürekli teknik direktör kovun razıyım. Ama bizim armayı yerlere çalmayın. Her yandan kötü haber gelirken,(Galatasaray kötü durumda olduğu için gördüğünüz gibi ne Galatasaray, ne Arda haberi izliyoruz.) Galatasaray'ın adını koruyun. Adamlar Telegol denen rezalet bir programda sallayıp duruyorlar. Çık oraya, bağlan yayına "Siz kimsiniz kardeşim?" demeyi öğren. Tüm eski topçuların takıma neredeyse sövüyor, çık konuş, "Sizi buraya Galatasaray getirdi." demeyi bil. Haddini bildir tükürenlere. Yap bunu da benim Galatasaraylı gönlüm en azından vicdan azabı çekmesin.

Peki ya taraftar ne yapıyor?

Oyuncusunu yumruklar, oyuncusuna laptop atar, teknik direktörünün üzerine yürür, istifaya davet eder, Hagi gibi bir değere, sırf yönetim istedi diye tüm stad "HIRSIZ" diye bağırır, onun bunun maşası olur, takıma bir gram olumlu destek sağlayamaz; bir tane orjinal tezahürat bulamaz, eskileri hiç kullanmaz, zerre temposuz destekler; bir yerden sonra duyulmayan bağırışlar; hakeme, rakibe baskı kurmak zaten hak getire.

Doğru tepkiyi zaten vermeyi unuttum ben. Servet stoperdir, topla çıkar Servet Servet diye bağırılır yuhalanacağına. Sonra Servet efendinin kalçaları uzaya değer, teknik direktörüne gider yapar. "BİLEREK OYNAMAZ". Ama ancak takım 10. sıradayken şöyle geçiştirme bir uğultu.

Ne yana dönsem içimdeki yazma hevesi sönüyor. Kime ne yazayım bilmiyorum. Galatasaray taraftarlığımı kenara aldım ki gerizekalı söylemlerde bulunmayacağım elbette. Amma ve lakin üzülüyor insan. Benim için farketmez. Ben Galatasaray'ı 10. olduğu zamanda çok seviyorum. Fakat bir yerden başlamalı artık. Galatasaray'ın Hakan Şükürlerden, Arda Turanlara geçişi çok çok başarısız olmuştur. Bunu kabul etmemiz lazım. Üstelik bu geçiş Hakan Şükürlerin çok iyi olmasından değil, tamamen yerli kadrodaki seçim zaafından dolayıdır. Elden kaçan yerli isimlerden birkaçına bakalım hemen; Gökhan Gönül, Sezer Öztürk, Özer Hurmacı... Şu 3 isimin gelmeme sebebi toplam 2-3 milyon €'luk maliyetleri. Bonservisi olmadığı için gelen oyunculardan yapılan zarar ise bu fiyatın 50 katı neredeyse.

Bir jenerasyonu kaybetti Galatasaray. Şimdi yeniden oluşturabilir. Fakat çok para harcayacak bu sefer. Sözleşmesi bitecek olan Selçuk, ne olursa olsun kazandırılmalı takıma. Gurbetçilerden iyi durumda olanlar ne olursa olsun kazandırılmalı. Mesela Hamit'in gerekirse kapısında yatılıp Galatasaray'a imza atması sağlanmalı. Jem Paul Karacan, Nadir Çiftçi, Gökhan Töre gibi Premier Lig görmüş Türk oyuncular öyle veya böyle ikna edilmeli. Çünkü artık paramız az devri geçti. Takıma gelecek yabancılar isim değil, karakter katkısı yapmalı. Cana gibi, Neill gibi, Baros gibi, Kewell gibi. İlla süperstar gelmesine gerek yok. Önce takım olalım, sonra 1-2 tane yıldız zaten gelir.

Derbi için söylenecek bir şey yok. Galatasaray çok kötü oynamadı. Fakat gücü bu kadar. Yine 50'den sonra, Cana yorulunca çöktü ortasaha. Devre arası Cana'nın kondüsyonunu en azından 75-80 dakikaya çıkarabilirsek çok maç kazanırız. Fakat şimdilik işi erken bitirmek gerek. Hagi'nin değişiklikleri çok konuşuluyor. Şöyle bir bakalım;

Ali Turan - Mehmet Batdal: Devre arası yapıldı bildiğiniz gibi. Bu bir tercihtir. Benim tercihim Batdal yerine Barış olurdu mesela. Ortasahada Cana'nın yanına bir tane daha koşan adam ekleyerek Cana'nın biraz daha oyunda kalması için. Fakat Hagi Batdal'ı aldı diye eleştiremem. Çünkü onun tercihi o yöndeydi ve saçma bir karar değildi.

Servet Çetin - Barış Özbek: Bu çok konuşuluyor fakat 50'den itibaren Cana'nın oyunda olmadığını görmüyorlar sanırım konuşanlar. 50'den sonra ortasahayı aldı Beşiktaş. Hagi'nin elinde bende isterdim Lassana Diarra falan olsun fakat eldeki bu. Barış giriyor oyuna, Cana ileri çekilen savunma hattında hem daha iyi top çıkarmak, hem de savunmayı daha süratli yapmak adına stopere çekiliyor. Bu değişikliğe yanlış diyen gitsin yemek falan yesin. Aç kalmış çünkü.

Elano Blumer - Milan Baros: Tek eleştirdiğim değişiklik budur. Başta söylediğim gibi oyuna Barış erken girse Elano daha rahat oynardı göbekte. Bir başka bakış açısı ise bu değişiklik olduğu sırada oyundan Ayhan çıkmış olabilirdi ki maçta yaptığı bir şey yoktu o dakikalarda zaten. En azından Elano gibi hem şut, hem duran top tehlikesi yaratabilen bir adam oyunda kalırdı. Baros'un oyuna girmesi doğru fakat çıkan adam yanlış bana göre.

Neyse artık bunların da pek önemi yok. Ali Turan'ın yaptırdığı gerizekalı penaltıyı bile konuşmuyorum. Önümüzdeki maçlara bakacak da pek yüzümüz yok. Devre arasını bekleyeceğiz artık.

25 Kasım 2010 Perşembe

Valencia 6 - 1 Bursaspor


Şimdi yine dönecektir Türk futbolu geyikleri...

Biz de katılalım;

Birincisi maçı konuşacak bir şey yok. Klasik Bursaspor CL maçlarından biri. İyi başlanan maç, yenilen gol sonrası dağılma. Budur.

Peki ya Türk Futbolu'nun rezilliği midir bu? Hayır. Türk Futbolu'nu idare edenlerin rezilliğidir. Keşke imkan olsa da Trabzonspor mesela şu grupta oynasa. İddia ediyorum ki Valencia ve Rangers'a 4 maçta da yenilmez. Çünkü nispeten iyi yönetilen, modern futbol oynatılan bir takım Trabzonspor. Oyuncuları tecrübeli ve kaliteli. Belki CL tecrübeleri az fakat saha kenarında müthiş bilge bir teknik direktörleri var. Sıkıntı çekmezler bu yüzden.

Mesela bugünkü maça Şenol Güneş kesinlikle Stepanov'la başlardı. Zaten gömülü oynatılan savunmada İbrahim'in zerre beceremediği pozisyon almayı Stepanov her seferinde yapardı. Formsuz vs. olsa da Stepanov kesinlikle oynardı. Mesela Şenol Güneş olsa en azından bir sağbek ya altyapıdan yetiştirirdi ya da transfer ederdi.

Şimdi yanlış anlamayın Ertuğrul Sağlam'ı, Şenol Güneş üzerinden eleştirmiyorum. Sadece Türk Futbol sorunu değil bu performans, Ertuğrul Sağlam'ın ve Bursaspor'un yaz başında yaptıkları ve yapmadıkları işlerin sonucudur bu performans.

Benim tahminim Bursaspor, CL'de fazla da ileri gidemeyeceğini düşünerek transfere çok fazla bütçe ayırmayıp, kulüp içindeki sözleşmelerde yapılandırmaya ve diğer giderlere para ayırdı. Olabilir. Tercihtir. Eğer böyleyse şu yazdıklarımın hiçbir anlamı kalmaz. Fakat CL için yapılan onca pazarlama, açıklamalar vs. derken bunun böyle olmadığını ister istemez düşünüyoruz. Demek ki baştan yanlıştı planlama. Neyse.

İşin futbol tarafına çok az değinecek olursak;

Beşinci maçın sonunda artık tecrübesizlik diyemem aynı tip yenilgiye. Düpedüz aptallık çünkü. 4 maçı aynı şekilde kaybedip, aynı şekilde beşinci maça hazırlanıyorsan tecrübe eksikliği artık sebep değil, boş bir bahanedir. Yine aynı konsantrasyon kayıpları bize Bursaspor'un mental olarak hiç mi hiç maça hazırlanmadığını gösteriyor. Beşinci maç yahu. Yine aynı başlangıç, yine aynı bitiriş. Zerre fark yok. Bir tek bu sefer Sercan çok net pozisyon yakaladı o kadar.

Ömer Erdoğan'ın yaptığı penaltıyı anlamak mümkün değil mesela. Vederson ile İbrahim Öztürk'ün performanslarını, Mustafa Keçeli'nin sağbekte dökülmenin de ötesine geçmesini saymıyorum bile. Yazık yahu. Bu kadar kötü hazırlanılır mı maçlara?

Sercan için 5-6 milyon € istiyorlardı bu adamlar. Gülüyorum artık. Sercan'ı alacağına kulüpler 500-600 bin €'ya Bratu'yu alabilirler çünkü. Aynı işi yapar. Yemin ederim hiç sırıtmaz. Hatta daha fazla atar. Artık Sercan'ın forvet olarak değerlendirme zamanı geçmiştir benim için. Bana göre direkt kanat forvet oynatılmalı. Çok değerli bir oyuncu olabilir yeniden bu bölgede. Hem hızlı, hem de topla çok iyi. Üstelik şut yerine asist yaparsa daha isabetli oluyor. Bugün yaptığı asist müthişti mesela. Bu sebeple Sercan'ı forvet mevkisinde denemek yersiz. Nasıl Henry ortalama bir kanat oyuncusuyken dünya çapında bir forvet olduysa, Sercan için de buna benzer bir durum gerçekleşebilir. Denemek, görmek lazım.

Maç için fazla konuşacağım bir şey yok.

Bu kötü performans sadece Bursaspor'u bağlar diyebilirim.

18 Kasım 2010 Perşembe

Zvjezdan Misimovic Kadrodışı!


Geldiğinde çok sevinmiştim, yalan yok. Bugün olur, yarın gerçek performansını sergiler diye düşünürken önce Rijkaard'ın gidişi, daha sonra Hagi'nin gelişiyle performans umudum iyice azaldı. Vasat üstü maçlar çıkardı fakat Almanya'dakiyle kıyasladığımızda verdiği performans "0".

Bu kadro dışı kalmanın sebebi midir peki sizce? Hayır!

Misimovic'in kadrodışı kalmasının tek sebebi başta inanmadığımız, ama gerek Misi'nin açıklamaları, gerek Hagi'nin söylemleriyle doğru olduğu kanıtlanan saçmasapan sözleşme. Bu sözleşme neydi? Galatasaray, Wolfsburg'a belli bir para ödeyip, sezon sonuna kadar bir nevi kiralıyor Misimovic'i. Eğer performansı beğenilmezse geri gönderebiliyor, yok beğenirse geri kalan bedeli ödeyip takımda kalmasını sağlıyor. E Misimovic zaten Almanya'ya döneceğini söylemişti. Böyle de bir opsiyonu varken, Galatasaray felaket durumdayken, ben kendi adıma oynamasını beklemem. Muhtemelen Hagi de beklemedi ve temizliğe en kolay seçenekten başladı.

Zaten kiralık oyuncu istemiyorum diyerek belli etmişti topun ağzındakini. Insua'ya biz bakarken Misimovic gerçeğiyle yüzyüze geldik. Yönetimin ne rezil bir sözleşme imzaladığına şahit olduk böylece. Misimovic'e böyle bir açık kapı bırakmamak gerekirdi. Zaten ligde kötü giderken, Misimovic'in böyle bir takımda yapacakları bellidir. Eğer sözleşmesi olsaydı ciddi manada, Hagi'nin bir şekilde onun aklını çelebileceğine emindim. Burada da yazmışımdır. Nasıl Cana'nın performansı günden güne artıyorsa, Misimovic'ten de bekliyordum. Fakat muhtemelen aralarında yaşanan bir sorunun da etkisiyle bu karar alındı.

Şimdi gelelim fasulyenin faydalarına;

Galatasaray için bir yolu açtı Hagi. Eğer bu yoldan Servet, Ayhan, Barış, Sarp, Gökhan Zan, Serdar Özkan, Aydın Yılmaz, Aykut Erçetin, Hakan Balta gibi isimleri de geçirebilirse bir devrimin başlangıcı olur. Yok bu operasyon Misimovic'le sınırlı kalırsa, Hagi ikinci Galatasaray serüveninde bu sefer haklı bir kararla ayrılır. Geçen sefer başarılı olduğu için haksız şekilde gönderilmişken, bu sefer bu durum böyle olmaz yani.

Ben Hagi'ye güveniyorum. Muhtemelen yine çok tepki çekecektir bu karar ki çekiyordur bile, fakat bir yerden başlamak lazım. En kolay yolu tercih etti Hagi şimdilik. İşin kötüsü yönetimin işgüzarlığı yüzünden rezil bir sözleşme ile alınan Misimovic'ten faydalanamadık.

Bundan sonraki adımları dikkatle izleyeceğiz.

14 Kasım 2010 Pazar

Alnımızın Akı



Bugün sahada beni duygulandırdı, utandırdı bu güzel adam, bu cesur yürek;

Lorik Cana.

Ne desem, ne yapsam anlatamam performansını, 11 kişilik koşunu, 20 kişilik mücadeleni. Helal olsun be adam.

SANA HELAL OLSUN!

Rijkaard Giderse Bu Takım Düzelir


Maçın yorumu budur. Başka yok. Kadromuz kaliteli, tek suçlu Rijkaard diyenler bugün sözde protesto yapıyor.

Gülüyorum.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Yeni Kadro


Kaleciler: Volkan Demirel (Fenerbahçe), Onur Recep Kıvrak (Trabzonspor), Ufuk Ceylan (Galatasaray)

Savunma Oyuncuları: Gökhan Gönül (Fenerbahçe), Sabri Sarıoğlu, Servet Çetin (Galatasaray), Serdar Kesimal (Kayserispor), İbrahim Öztürk (Bursaspor), Ersan Adem Gülüm, İsmail Köybaşı (Beşiktaş), Gökhan Süzen (İstanbul Büyükşehir Belediyespor)

Orta Saha Oyuncuları: Hamit Altıntop (Bayern Münih), Yekta Kurtuluş (Kasımpaşa), Selçuk İnan (Trabzonspor), Yiğit İncedemir (Manisaspor), Orhan Gülle (Gaziantepspor), Nuri Şahin (Borussia Dortmund), Mehmet Ekici (1.FC Nurnberg), İbrahim Akın (İstanbul Büyükşehir Belediyespor), Engin Baytar (Trabzonspor)

Hücum Oyuncuları: Batuhan Karadeniz (Eskişehirspor), Burak Yılmaz (Trabzonspor), Umut Bulut (Trabzonspor), Kazım Kazım (Fenerbahçe)


Eleştiriler, başarısızlıklardan sonra bir sil baştan yapacağımız belliydi. ABD kampı kadrosunda biraz yenilenmiş kadronun bile üstüne gidilmemesi şu kadro için biraz olsun şüphe duyurmuyor değil. Fakat Türkiye'nin Milli takım konusunda yeniden heyecan duyması için bu kadroların değişmesi, artık performans bakımından ortaya başarı koyamayan(Tuncay, Nihat vs.) gibi adamlara iyi oynamazlarsa bu formayı giyemeyeceklerini hatırlatmak için güzel bir hamle olacaktır. Yani bu hamle hem yeni isimler kazandırabilir, hem de eski oyuncular kendilerine bir çekidüzen verebilirler. Kendi takımlarında oynamıyor olmaları, Milli takımdaki bu isteksiz oyunun sebebi değildir.

Kadroya şöyle bir baktığımızda Kazım Kazım yeniden görmek şaşırtıcı doğrusu. Yani herkes değişirken, Kazım Kazım'ın kadroda kalma sebebini anlayamıyorum doğrusu. İyi bir oyuncu olması, iyi oynadığını göstermez bana göre.

Kadroya göz gezdirirken Mehmet Ekici'yi de görüyoruz. Hiddink'in Türk Futbolu'na ilk armağanı oldu Ekici. Nürnberg'in çıkışında İlkay Gündoğan'la birlikle müthiş bir katkı yapıyorlar. 2 golü, 2 asisti var şu ana kadar. Nuri ile birlikte katkı verebilecek şekilde Milli takıma seçilmesi top tekniği ve zeka bakımından takımımıza büyük bir katkı sağlar. Bir Selçuk gibi hakikaten Türkiye'nin en formda çift yönlü oyuncusu olduğu düşünüldüğünde topla oynayabilen, bu işi de iyi yapabilen bir takımı seyredebiliriz.

İşin bir diğer kısmıysa Trabzonspor'un fazla oyuncu vermiş olması. Senede +10 gol ortalamayla oynayan Umut'a bir şans gelmesi iyi bir durum. Pek beğenmediğim ama bu ara bilhassa skor bazlı katkı yapan Burak'ı görmek de iyi bir durum. Fakat Serkan Balcı'nın kadroda olmamasını anlayamam. Hem Gökhan, hem de Sabri'den çok çok daha formda oynayan bu adama Milli takım ödülü vermek gerekiyordu.

Stoperlere ise yeni isimler eklenmiş. Tecrübe bakımından Servet yine kadroda olsa da Serdar Kesimal ve Ersan Adem Gülüm heyecan verici isimler. Muhtemelen bu iki oyuncudan bir tanesi Servet'in partneri olacaktır. Servet'in bu sezon ki felaket formu düşünüldüğünde her iki oyuncu birden bile ilk 11'de maça çıkabilir tabi.

İ.B.B'nin senelerdir süren istikrarlı performansını 2 milli oyuncuyla ödüllendirmek de gerçekten güzel bir davranış. Bu senenin formda isimlerinden Gökhan Süzen savunmanın soluna iyi bir alternatif olabilir. Diğer taraftan bu istikrardaki en büyük pay sahiplerinden İbrahim Akın'ı tekrar üst seviyede forma giyerken izlemek heyecan verici olacak.

Gaziantepspor'dan Orhan Gülle, Manisaspor'un iyi ön liberosu Yiğit İncedemir Anadolu'dan gelen diğer isimler. Bu isimlerin yanında Kasımpaşa'nın 2 senedir en çok dikkat çeken oyuncusu Yekta'nın da sonunda ödüllendirildiğini görüyoruz. Bu tip seçimler performans arttırıcı seçimlerdir bana göre.

Tabi bu seçimler olurken bu kadrodaki kaç kişinin performansını milli takıma taşıyacağını bilemiyoruz. Sadece Nuri - Mehmet Ekici - Selçuk üçlüsünün tam manasıyla takıma kazanılması müthiş bir iş olur.

Yeni kadro hayırlı olsun.

11 Kasım 2010 Perşembe

Galatasaray 3 - 1 Denizlispor


Öyle maçtan bahsetmeyeceğim.

Galatasaray için söyleyebileceğimiz tek şey 1-1'den sonra müthiş bir refleks gösterip gücünü tam olarak sahaya dökmesidir. Bu refleksi gösteremiyordu Galatasaray. Hagi'nin gelişiyle eş zamanlı olarak bu ruh takıma işlemiş.

1-1'den sonraki 10-15 dakikalık hücum oyunu çok keyifliydi. Özellikle Emre'nin bu dakikalardaki performansı göze batmakta. Sol çizgiyi mükemmele yakın kullanması iyi bir sınav oldu. Fazla içe kat etmeyerek, gücünü daha ekonomik ve yararlı kullanarak buraya çok güzel bir hareket getirdi.

Pino'nun maç boyu sürekli rakip savunmayı rahatsız etmesi, sürekli denemesi yine iyi bir gelişme. Sirk topçusu gibi saçmasapan bir eleştiriye de kurban gittiğini biliyoruz. Bülent Timurlenk gibi, gerçekten işini iyi bilen ve yapan birinin bu popülist, bu durumdan nemalanan yorumunu hiç anlamadım ve anlamayacağım. Bir adamın yetenekleri sadece skora etki ettiği için değişmez. Burada da sürekli belirttiğimiz gibi oynadığı her maçta Galatasaray'ın tüm tehlikeli ataklarında imzası olan bir adamdı Pino. Açın bakın eski maçlara. Skora çevirince bir anda çok sivrildi. Klasik tabelacı yorumlar işte.

Halbuki Pino her zaman için yetenekli ve müthiş bir şutördür. Şut tercihleri tartışılabilir. Fakat Galatasaray'ın yıllardır bir şutörü yoktu. En son bu kadar istikrarlı iyi şut atabilen adam kimdi inanın hatırlamıyorum. Gerçekten iyi vuruyor bu adam. Üstelik 2 ayağını da müthiş kullanıyor. Denizlispor maçında attığı iki golde sol ayak. Özellikle attığı ikinci goldeki vücut dengesi, zamanlaması mükemmel. Umarım bu ekstra katkısını daha da arttırarak devam edecektir.

Elano'nun hem asist, hem gol atması da güzel bir gelişme. Golü yeteneğini zaten anlatıyor. Soğukkanlı bir kontrol, forvetvari bir son vuruş. Asisti dışında maçın genelinde oyunun içinde olması da sevindirici. Çok büyük bir yıldız ve yararlanamıyoruz. Bir şekilde tekrar oyuna döndüğünü görmek güzel.

Cana'nın stoper performansı da fena değildi. Biraz sert ve agresif oynuyor fakat eksiklik çekildiğinde gözü kapalı forma verebiliriz o bölgede. Ama şu an için ortasahadaki yeri bozulmamalı. Zira burada daha çok ihtiyacımız var kendisine.

Sonuç olarak güzel goller izledik. Denizlispor'da hakikaten ne gereğinden sert oynadı, ne de oyunu çirkinleştirecek hareketler yaptı. Keyifli bir kupa maçı oldu.

9 Kasım 2010 Salı

Spor Toto Hayaller Ligi


Türkiye'de takımlar gerçeklerle değil, hayallerle yönetildiği sürece bu lig, böyle yoğrulmaya devam edecektir.

Biri çıkar, "En iyi yerliler Galatasaray'da!" der, öteki "Fenerbahçe'deki oyuncular dünyanın en iyi futbolcuları gibi davranmak zorundadırlar." der vs. vs. bir ton örnek var. Bu gazı alan bizler de Sarp pas veremeyince, Bilica sıçınca bu nasıl teknik direktöre getiririz işi.

Rijkaard'ı getirirsin, önüne rezil kadro koyarsın, taraftar çıkar madem oynayamıyoruz Rijkaard efendi sistemini değiştirsin der. Hayır efendim. Öyle bir olay yok. Dünyanın neresinde görülmüş böyle şey. Bir teknik direktör getiriyorsan ya kadronu teknik direktörüne göre şekillendireceksin ya da kadrona göre teknik direktör getireceksin. Senin 3 yılda ortasahaya yaptığın tek adam akıllı transfer Cana'ysa, Skibbe'nin, Rijkaard'ın biraz bile suçu yoktur bu konuda. Savunmayı ileri kurmayı seven teknik direktörlerle çalışıyorsun, bir tane hızlı stoper almayı akıl edemiyorsun. Kanat oyuncuların Arda, Kewell; yedekleri Aydın, Yaser falan filan. Ulan bu kadar uçurum olur mu arada? Hangi takımda görülmüş bu kadar kalite farkı. Tüm adamların sağlamsa 10 oynuyorsun, bir iki tanesi eksik olunca takımın kalitesi 4'e düşüyor. Sonra vay efendim x suçlu, x değişsin hayat bayram olur diyorsun.

Şimdi hagi geldi mesela. Adama 3. haftadan işini öğretmeye çalışıyorlar. Yok çift forvet oynasın, yok şöyle yapsın. Lan senin tek forvetin bile yok ki iki forveti çok iyi olmak zorunda olan bir sistemi oynasın diye ısrar ediyorsun. Kanat oyuncun yok, göbeğinde Cana'dan başka adam yok. 4-4-2 oynatsın, korkaklık yapmasın diyorsun. Bu hayallere kapılmanın sonucudur başka bir şey değil.

Stoperler alan kapatmayı bilmez, Schuster'in defans yapısı rezil derler. Adam stoperleri pozisyon vermesinler diye geri çeker, hani bu takım hücum oynayacaktı derler. Lan bir kere de oyuncunu, altyapı sorumlularını eleştirsene. Arda'nın kendi açıklamasıdır; "4-4-2'yi milli takımda öğrendim." dedi adam. 23 yaşında ve 4-4-2'yi yeni öğreniyor. Böyle yetiştiriyoruz zaten adamları. Stoper misin, kafa vur, topu taca at. Ama halbuki son 10 yıldır böyle değil stoper olmak. Oyuna katılmak, düzgün pas atmak, takım hücuma çıktığında takımın boyunu düzgün olarak kısaltmak, alan kapatmayı becermek hep stoperin işi. Beynini kullanmayı yasaklıyoruz stoperlere. Sonra Servet gibi götü kalkık canavarlar yaratıyoruz.

Ortasahaya sadece adam geçmeyi, forvete sadece şut çekmeyi gösterirsen böyle göt olur kalır takımlar. Kadrona göre adam getireceksin. Rijkaard, Schuster, Aragones, Del Bosque gibi adamlarla çalıştırmayacaksın bu futbolcuları. Adamlar dediklerini beceremeyen, sahada boşuna koşturup duran futbolcuları görünce deliriyorlar haliyle. Rijkaard'ın saçları simsiyahtı lan geldiğinde, Schuster kendinden geçmiş gibi açıklama yapıyor.

Tamam diyelim Rijkaard suçluydu, Schuster de suçlu diyelim. Babam kaç tane adam geldi gitti, futbolcular hep aynı. Hep mi bu adamlar suçlu? Skibbe Frankfurt'la döktürüyor. Adamın en pahalı transferi 1 milyon €'ya Gekas. Niye döktürüyor? Zira oynatacağı oyunu bilen oyuncular var kadrosunda. Yaser falan yok.

Türkiye'de, Süper Lig'de teknik direktör olmak dünyanın en zor mesleklerinden biridir. Cahil futbolcuların yanına bir de her boku bildiğini sanıp, ön libero çıkar forvet sok takım hücum yapsıncı aptal yorumcularla uğraşırsın. Hala 92392013 forvetle daha iyi hücum yapacağını zanneden adamlardır bunlar.

Neyse. Acıyorum lan bazı adamlara. Gelip hayatlarını mahvedip, gidiyorlar.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Servet'in "Bana Güvenmiyorlar Geni": Trabzonspor 2 - 0 Galatasaray


Hagi'nin geldiği gibi takıma kazandırdığı kimliğe sahip çıktığı, buna göre oynattığı bir maç oldu. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz bu oyun stilini. Fakat Hagi, bir şekilde imzasını atmıştır Galatasaray'a. Nedir peki bu imza?

Birincisi ortasahaya değil kanatlara topla daha iyi olan oyuncular koyuyor Hagi. Hücumu kanat oyuncuları olan Misimovic ve Elano'yla şekillendiriyor. Bu oyuncular gerek içe kat ederek, gerekte kanattan ters toplar atarak hücumlar geliştirmeye, pas trafiği oluşturmaya çalışıyor. Göbek oyuncularının asıl görevi ise savunma. Hücumdayken ise minimum bir adamla hücuma katılan oyuncu sayısını arttırma. 3 maçtır genellikle Sarp, Cana çıktıktan sonra ise Barış bu görevi yerine getiriyor.

Fakat bu sistemin açıklaması belli; "Ben gol yemeyeceğim.". Galatasaray 3 maçtır neredeyse pozisyon vermiyor rakiplerine. Baskı yiyor, top büyük oranda rakipte oluyor fakat rakibi pozisyona sokmuyor, uzaktan şutlara zorluyor. Dün de Servet efendi maçın içine edinceye kadar bu böyleydi. Hagi tam maçı beraberliğe bağlıyordu ki büyük bir hatayla maç Trabzonspor lehine döndü.

Maçın başından sonuna kadar Fenerbahçe - Galatasaray maçının bir benzerini sahada gördük. Sarp, Ayhan ve Cana hücum oyuncuları ile Selçuk ve Colman'ın bağlantılarını kesti. Trabzonspor Jaja'nın ilk dakikalarda yakaladığı pozisyon dışında tek net pozisyonu ikinci gol. Bu bile Galatasaray'ın ne kadar başarılı bir savunma planı çizdiğinin, takıma belli bir savunma disiplini geldiğinin açık açık göstergesi ki Trabzonspor liderliği hakedecek, hatta şampiyonluğu hakedecek bir oyun oynamakta şu an için. Bizim savunmamıza Şenol Güneş'in hamlesi ise Pino'yu ilk yarı Giray, ikinci yarı Egemen'le durdurmaya çalışması ve kanat oyuncularına beklerle baskı kurması. Nispeten bu iki durumda işleyince ilk yarı son derece kısır, birbirini kitleyen iki takım seyrettik. Bir iki pozisyonda Pino Giray'ı mahvedince, Şenol Güneş'in ikinci yarı hemen Pino'yu Egemen'le eşlemesi ise gayet başarılı bir hamledir.

İlk yarıdaki kısır oyun, 75'e kadar da devam etti zaten. Duran toplar dışında Trabzonspor'un topu cezasahasına neredeyse hiç taşıyamadığını gördük. Keza Galatasaray da bu durumdaydı. Duran toplardan bahsetmişken Ayhan'ın bu göstere göstere tehlikeli bölgelerde faul yapma durumu hakikaten can sıkıcı olmaya başladı. Ben Ayhan'ın adama doğru hamlesinden faul yapıp, yapmayacağını bile TV başında anlıyorum. O kadar bariz ki. İlk pozisyonda topu alamazsa direkt agresifleşip hemen faulu yapıyor. Faul yapacak tabi bir oyuncu. Fakat Ayhan gibi tecrübeli bir adamın çok tehlikeli yerlerde ki Trabzonspor bu sene hayli gol attı bu tip organizasyonlarla, bu faulleri yapmasını aklım almıyor doğrusu. Halbuki adamın arkası dönük, tek yapacağın rahatsız edip adamın topla kalemize dönmesine engel olmak. Faul yapıp adama ödül vermek değil.

75'e kadar sakin devam eden oyun ise Servet'in benim bu sene artık sayamadığım sayıda hatalarından birini daha yapmasıyla tamamen Trabzonspor lehine döndü. Kalecisine dönebilecekken, taca atabilecekken, kornere atabilecekken, çıkmayacak topa vücudunu koymak bir futbol aklı noksanlığıdır. Bunun başka bir izahı yok. Bu kendine aşırı inanma, maçı takip edememedir. İlk yarı Pino karşısında rezil olan Giray'ın bile hiç riske girmeden bu hamleleri yaparken Şampiyonlar Ligi'nde oynamış, Fenerbahçe'de oynamış, Milli takımda halen oynayan, 4 seneye yakın süredir Galatasaray'da oynayan bir adamın bunu yapmaması hakikaten çok çok anlamsız. Galatasaray'ın olası puan veya puanlarını tek başına rakibe hediye etmiştir Servet. Kutluyorum kendisini ve onlarca açıklamasına rağmen hala sözleşmesini feshetmeyen yönetimi.

Golde belki Ufuk'un da savunma oyuncuları varken çıkması anlamsızdı fakat Ufuk daha yeni bir oyuncu olduğu için O'nun hatası affedilebilir. Ama Servet'in hele ki Rijkaard'a yönelik Güven/Performans açıklamaları varken şu kerizliği yapmasını ben ne anlarım, ne affederim kendi adıma. Zira "Benim Terry'den neyim eksik", "Bana güven duyulursa performansım yükselir." gibi açıklamalar yapan bir adamın özürlük bir hata yapmasına imkan yoktur. Fakat Servet futbolu aklıyla değil kaslarıyla oynadığı için bu açıklamalar da, hatalar da oluyor ve olmaya devam edecek.

Trabzonspor'un golden sonra Yattara, Engin, Jaja ve Umut'la rahat rahat hücuma gideceği belliydi. Galatasaray'ın oyunu riske edip, disiplininden de kopması da bu tip oyuncular için bulunmaz bir nimet ve Galatasaray için bu hücumlar alınması gereken bir riskti. Aslına bakarsak Pino'nun ıskası olmasa Galatasaray yine puanla ayrılabilirdi bu maçtan. Fakat Pino tam bir santrafor olmadığı için gollük vuruş konusunda beceriksiz bir adam. Daha çok kendi pozisyonunu kendi hazırlayıp, şutla bitirmeyi tercih ediyor. Klasik bir ikinci santrafor anlayacağınız. Mesela Baros ve artık çok tecrübeli bir Kewell o pozisyonu affetmezdi. Bu arada o pozisyonda topu müthiş düzelten ve pası veren Barış'ı da tebrik etmek lazım. Benim her zaman için tuttuğum bir oyuncudur Barış fakat Hagi'nin sisteminde daha savunma disiplinine bağlı, pozisyonunu kaybetmeyen bir adama ihtiyaç var özellikle deplasmanlarda. Bu sebeple Rijkaard dönemindeki gibi Sarp yerine Barış oynasın ısrarımı yapmıyorum.

Trabzonspor açısından bakarsak oldukça zorlu bir maç oldu. Son 15 dakika hariç pozisyon kısırlığı tamamen Galatasaray'ın çok iyi alan kapatması yüzündendir. Bunu kanatlardan gelerek bozmaya çalıştılar fakat başaramadılar. İyi pas yapan, iyi hücum planları olan, duran topları müthiş kullanan bir takım Trabzonspor. Fakat şu maçta bir şey daha ortaya çıktı; "Şampiyon takım şansı". Insua'nın ortasının direkten dönmesi, Pino'nun ıskası, Servet'in hatasıyla Trabzonspor'un Umut'un çok kötü vuruşuna rağmen golü bulması tamamen bu şanstır işte. Eğer Insua değil orada Sabri olsa zaten o pozisyonda topu çıkarırdı. Ters ayaklı Insua denge sağlamak için zaman kaybetti. Fakat bu da Trabzonspor'un bana göre şansıdır. Yanlış anlamayın, kötü anlamda kullanmıyorum. Galatasaray'ın şampiyon olduğu senelere, hatta her takımın şampiyon olduğu senelere bakın. Dünkü gibi kısır bir maçı çevirdiği, çok acayip toplarda gol yemediği bir çok maçı vardır. Dün Trabzonspor, futbolun o pek aklımızın almadığı olaylarından birine sahipti. Bu da benim için Trabzonspor'un şampiyon olacağına bir işarettir şimdilik. Eğer Bursaspor maçını kazanıp, şöyle 2-3 maçlık bir seri daha yakalarsa Trabzonspor kopar gider. Tek dezavantajları bütün derbileri dışarıda oynayacak olmaları ve bazı maçlarda konsantre kaybı yaşamaları. Bunu aşacaklarını umuyorum ve başarılar diliyorum bu güzel takıma. Şenol Güneş'e ayrıca saygılar sunmalıdır tüm Türkiye. Müthiş işleyen bir takım yaratmış.

Galatasaray'ın çok zorlu 4 haftasından ilki kayıpla başladı. 2-3 galibiyet çıkarabilirsek bu periyottan CL şansımızı devam ettireceğimizi düşünüyorum. Şimdilik şampiyonluk ilk planlar arasında değil.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Galatasaray 2 - 1 Antalyaspor

Hagi sanırım çoğumuzu şaşırtarak Fenerbahçe maçındaki dizilimle sahaya çıktı. Şaşırtmasının sebebi iç sahada Pino 2. forvet, Batdal santrafor diye beklememizdi galiba. Fakat Hagi iyi oynayan sisteme, sistemine sadık kaldı.

Galatasaray'ın eksikleri çok bildiğimiz gibi. Bu maçta grip nedeniyle oynamayan Elano dışında, Arda, Baros ve Kewell gibi takımın temel direkleri sayılabilecek futbolculardan yoksun oynamakta. Bu da bilhassa hücum anlamında Galatasaray'ın seçeneklerini çok çok kısıtlıyor. Hagi bu dönemi 3'ü defansif olmak üzere 5 ortasaha ile maçı tutarak, gol yemeden bulabileceği gollerle mümkün olduğu kadar çok puan toplayıp geçmeyi düşünüyor. Tıpkı Rijkaard'ın üstüste 4 galibiyet aldığı haftadaki gibi. Fakat fark takımın çok çok agresif oynaması. Bunun sebebini ise oyunculara sormak lazım.

Bunları geçip maça dönelim;

Galatasaray maça çok çok süratli başladı doğrusu. Ben hiç beklemiyordum, muhtemelen bizim taraftarlarımızda beklemiyordu çünkü ilk 20 dakika muazzam bir destek verdiler bu durumun şevkiyle. Yani şöyle diyebiliriz; Galatasaray'ın ilk 20 dakikadaki temposu taraftarı ateşledi. Normalde tam tersi olması gerekirdi. Fakat Galatasaray bu periyot süresince golü çıkaramadı. Daha sonra Antalyaspor boşuna 17 puan toplamadığını gösterircesine güzel bir oyun oynamaya başladı. Direkt toplarla rakip yarısahaya geçip; Tita, Necati ve Veysel üçlüsüyle, ortasahadan yanaşan 2 oyuncunun katılımıyla oluşan 5 kişilik hücumlarını izledik. Kimi zaman kısa paslar, kimi zaman kanat ortalarıyla güzel bir oyun oynamaya başlıyordu ki Galatasaray'ın golü geldi. Bu gol Galatasaray'ın rakibe bıraktığı oyunu tekrar ele geçirmesine yaradı doğrusu. Zaten hemen ardından Pino'nun golüyle Galatasaray iyice rahatladı. Hatta Misimovic'in pasına Neill dokunabilseydi ilk yarıda 3 gol bulup, muhtemelen ikinci yarıda çekeceği sıkıntıları çekmeyecekti.

İkinci yarı Galatasaray'ın hem Antalya, hem de kendi yaptığı temposuna dayanamayacağı belliydi. Cana'nın yorulmasının ardından takım iyice geriye çekildi. Bu da topu Antalyaspor'un ayağına verdi. Bu oyun Antalyaspor'a gol getirebilirdi ki Musa Nizam'ın hakikaten garip ve kaleci hatası golüyle gol de geldi. İkinci golün de geleceği belli gibiydi. Böyle devam eden oyunu değiştirmek için oyuncu değişikliği şarttı doğrusu. Hagi de iyi bir hamleyle Emre Çolak - Cana değişikliğine gitti. Bu değişiklik Misimovic'i göbeğe atarken Emre'yi sol çizgiye yakın oynamaya itti. Esasen daha kırılgan bir adamı oyuna sürmüş gözükse de Hagi, topu Galatasaray'da tutarak, yani en güzel savunma yöntemi olan topa sahip olmayla Antalyaspor ataklarını önce yavaşlattı, sonra durdurdu. 70'ten sonra oyun tekrar Galatasaray'ın istediği tempoya döndü. Galatasaray topa sahip olmaya başladı, Misimovic'in de etkili oyunuyla pozisyonlar buldu.

85'ten sonra ise skoru koruma psikolojisiyle takım iyice gömüldü. Bu baskının bir diğer sebebi ise Bünyamin Gezer'in saçmasapan faullerle topu Antalyaspor'a vermesi. Bünyamin Gezer'in böyle maçlarına alışkınız gerçi artık. Klasik hamleleridir bunlar. Antalyaspor bu baskıdan 2 tehlikeli pozisyon çıkardı. Özellikle ilk yarı sakatlanan Serkan'ın yerine giren Ali Turan'ın ofsayt diye durakladığı pozisyon hakikaten çok tehlikeliydi. Bir defans oyuncusu sadece oyuna konsantre olmalı. Maçın hakem kararlarına değil. Ali Turan'ın bir türlü sene başındaki kötü oyunundan kurtulamaması çok kötü. Serkan'ın da sakatlandığını düşünürsek şans bir şekilde bulacaktır ve artık Ocak ayında gitmek istemiyorsa bu şansı değerlendirmek zorunda.

Maç bizim istediğimiz ve ihtiyacımız olduğu gibi bitti. Bu maçın diğer bir önemi ise takımın özgüven kazanması. Önce Fenerbahçe'ye karşı oynanan güzel oyun, ardından ligin hakikaten kadrosuyla ters orantılı oyunuyla Antalyaspor maçlarından 4 puan çıkarıp, şampiyonluktan kopmamak iyi bir güven getirir. Fakat asıl maç Trabzonspor'la oynanacak maç şu an için. Çok çok zorlu 4 maç bekliyor bizi. Trabzonspor ise bu dörtlü arasında en çetin ceviz. Hem oyunu, hem teknik direktörleri düşünüldüğünde Fenerbahçe maçından çok daha zor geçeceğini tahmin etmek zor değil. Bana Fenerbahçe maçındaki dizilişe Baros'un eklenmesi ideal bir tercih olacaktır. Fakat Fenerbahçe maçındaki rakipten daha iyi takım oyununa sahip bir ekiple oynayacağımız unutulmamalı.

Umarım alnımızın akıyla şu 4 maçtan çıkarız.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Ayar


Türk futbolunun görmüş olduğu en iyi forvetlerden biri olan Şota Arveladze bildiğiniz gibi Kayserispor'la müthiş başarılı bir sezon geçirmekte. Van Gaal gibi bir adamın yardımcılığını yapması, ona büyük tecrübeler ve bilgiler katmıştır şüphesiz. O da Kayserispor'a bunları ve kendi oyun bilgisini aktarmakta şu an. Harika gidiyor. Şampiyonluğa oynayan bir takım yaratmış. Üstelik Cangele gibi bir yıldızını kullanamamakta.

Bunlar dışında gayet iyi de bir insandır. Yine bildiğiniz gibi son yıllarda neden olduğunu anlayamadığım bir şekilde 4 büyükler lafı, 3 büyüklere düşürüldü. Trabzonspor yıllarca şampiyon olmamış olabilir, Trabzonspor yıllarca kupa bile kaldırmayabilirdi. Fakat büyüklüğü bu belli etmez. Büyüklük mazidedir. Yaptıklarındadır. Özellikle Lig Tv muhabirleri, çalışanları çok kullanmaktalar "3 Büyük" lafını. Şota'yla yapılan bir söyleşide, Şota "3 büyük" saçmalığını çok güzel cevaplamış.

Lig TV Muhabiri: Genellikle ligde bu haftalarda 3 büyükler ilk 3 sırada olurdu.
Şota: Benim zamanımda 4 büyük vardı. Ne zaman 3 oldu!

Gerçekten muhteşem bir cevap olmuş. Kendi adıma tebrik ediyorum Şota'yı. Umarım bu kavram daha fazla mutasyona uğratılmadan eski biçimine döner ivedilikle.

24 Ekim 2010 Pazar

Ondan Önce, 10'dan Sonra: Fenerbahçe 0 - 0 Galatasaray


Rijkaard'ın gidişinden sonra gelen Hagi'nin savunmaya ağırlık veren, savunma çizgisini geride kuran bir oyun anlayışı çizeceğini bekliyorduk. Öyle oldu fakat;

Birincisi Galatasaray maça 4-1-4-1 gibi bir sistemle sahaya çıktı. Bu sistemin ise bir ufak ayrıntısı vardı. Topsuz alanda Misimovic sola geçerken, toplu oyunlarda içe geçerek sağ kanattaki Elano ile birlikte oyun kurma, tek forvet Pino'yu beslemeye çalışıyordu.

Galatasaray'ın 1 haftada değişen diğer durum ise savunmayı sürekli geride kalması için uyaran Hagi'ydi. 2 günde imzasını attı takıma. Zaten "boğuşmaya" müsait ortasaha Hagi için ilk etapta çok uygun. Bu sayede savunmadaki sıkıntıyı minimuma indirmeyi düşünüp, iyi oyundan ziyade yenilmeyerek ve galip gelerek devre arasına kadar üst sıralara çıkmaya çalışacaktır. Dikkat ettiyseniz Hagi sürekli Cana - Neill - Servet üçlüsünü defansa derinlik katma konusunda uyardı.

Fenerbahçe'nin bu savunma derinliğinde boğulacağı belliydi. Stoch, Dia, Niang gerçekten çok kaliteli futbolcular fakat savunmanın geriye kurulduğu, ortasahanın güzel bir alan savunmasıyla arapası ve koşu yolu kanallarını kapattığında etkileri minimuma iniyor. Bunu iyi düşündü Hagi ve direkt rakibin etkili isimlerinin zaaflarının üzerine kurdu planını.

Maçın ilk yarısında Galatasaray sakin, dengeli, akıllı oynarken, maçın ikinci yarısında yavaş yavaş yorulunca biraz daha agresifliği kendi yarısahasına taşıyarak topu Fenerbahçe'ye bıraktı. Fenerbahçe bu dakikalarda pozisyon bulmakta zorlandı ancak Serkan'ın oyuna girişiyle birlikte Stoch'u çok iyi kullanmaya, sağ taraftan yüklenmeye başladı ve 2 net pozisyon çıkardı bu bölümde. Savunmada ise Yobo, Pino'yu müthiş savundu ikinci yarı. Bu sebeple Galatasaray maçın son bölümüne kadar sadece savunan taraf olarak kaldı. Etkili olabileceği atakları Yobo gerçekten müthiş oyunuyla engelledi.

İkinci yarı iyi değişiklikler yaptı Hagi. Ortasahanın yavaş yavaş yorulduğunu görünce Misimovic'i çıkarıp, Barış'ı sürerek biraz daha canlandırdı ortasahayı. Daha sonra yorulan Cana'yı çıkarıp oraya Sarp'ı çekti ve sağ beke Serkan'ı, göbeğe Elano'yu ve sağ kanada Sabri'yi kaydırdı. Son değişiklik ise maçın en iyilerinden biri olan ve maç eksikliği iyice belli olmaya başlayan Elano yerine Emre Çolak ile yaptı. Gençlere çok önem verdiğini söylemiştik Hagi'nin. Kadıköy'de Emre'yi oyuna sürmesi ona duyduğu güvenin apaçık göstergesi. Ben Emre olsam, Hagi'nin tüm boş zamanlarında 10'un yanından ayrılmaz, dediklerini deftere not eder, her antrenmandan sonra ekstra şut, pas ve frikik çalışması için yardım isterdim.

Büyük ve çok yanlış yönetilen bir krizden sonra takımı bu maça çok iyi motive etmiş Hagi. Zaten 2 günde yapabilecekleri çok kısıtlıydı ve gerçekten maksimumunu yapmış. Tecrübesiz, beceriksiz denilen bir teknik direktör bunları yapabiliyorsa, bu yorumları yapanların artık poposuyla değil beyniyle düşünmesi gerekiyor. Hagi ilk geldiğinde de kriz yönetimini çok başarılı yapmış, çok iyi bir takım yaratmıştı. Yine öyle olacak gibi duruyor ilk etapta. Fakat Galatasaraylılar bu kadroyu her maç beklememeliler. Zira bu kadro, bu taktik bu maça özeldir ve bu maçta işlemesi muhtemeldir. Diğer maçlarda bu kadro ve taktiği göreceğimizi pek sanmıyorum.

Elano ve Pino'nun performansları gerçekten müthişti. Pino zaten hırslı, tekniği çok iyi bir adam olduğunu burada hep yazdık. Saçma şekilde eleştirilirken bile Galatasaray'ın her tehlikesinde bu adamın ismi vardı. Birazcık bitiricilik şanssızlığı yaşıyor bu ara. Bunun dışında sorunu yok. Olmaz da. Zira yetenekli olduğu kadar takım oyununa da bağlı, takım savunmasına da bağlı bir adam olduğunu gösterdi ve beni de şaşırttı doğrusu bu maç. Hagi böyle adamları sever. Daha çok şans bulacaktır. Eğer maçın başında çizgiden çıkarılan topu gol olsaydı, muhtemelen bir hat-trick yapabilirdi. Zira istediği oyun iyice oynanmaya başlayacaktı. Bu arada o pozisyonda Elano'nun attığı pas alkışlanır.

10 yıl sonra Kadıköy'de yenilmemek galibiyet gibi gelebilir. Nitekim Saraçoğlu'ndaki taraftarlarımızın sevinci, Sabri'nin maç sonundaki hareketleri bunu gösteriyor. Fakat gerçekten bu durumu, bu şanssızlığı kırmak da galibiyet değerindedir. Galatasaraylı oyuncular ve bizler sevinmekte haklıyız. Bunu eziklik olarak gören gitsin muhallebi yapıp yesin.

Güzel maç oldu doğrusu. Yan hakemin Fenerbahçe aleyhine yaptığı iki adet gerizekalı ofsayt kararı var. Hakikaten bambaşka ve saçmasapan kararlar. Öte yandan bu iki ofsaytı da Servet'in bozması, Servet'i neden istemediğimizin bir diğer göstergesi.

Tebrikler, başarılar ve bol şanslar sevgili Hagi.

22 Ekim 2010 Cuma

Cataclysm

Sonunda trailer yayınlandı. Aralık çıkış tarihi. Deathwing "bilendiği" yerden sonunda çıkıp tüm Azeroth'u tamamen değiştirecek. Şuan 4.01. patchi yayında. Yeni talent ve oyun sistemi oldukça güzel gözüküyor. Ek paketten hemen önce gelecek "the shattered" patchi ile değişim tüm topraklarda başlayacak. Ne diyelim..yürüyedur Deathwing!

>

Schuster'i Yedirmeyin!


Son 3-4 maçtır kötü sonuçlar alan Schuster'e saçmasapan eleştiriler başladı bir Türk Spor Basını klasiği olarak. Pierre van Hooijdonk'un Quality Turkish Medya lafı aklıma geliyor direkt. Buradaki ironi sebepleri Rijkaard'a olduğu gibi Schuster'in başına da gelmek üzere.

Bugün Sinan Engin, Schuster için "Mentalite yoksunu." demiş. Şimdi Sinan Engin'e sorarlar "Sen kimsin ağa?". Şu hayatta ne başarın olmuş, hangi mentaliteye sahipsin ki Schuster gibi hem futbolcu, hem de teknik direktör olarak gayet iyi bir kariyere sahip adama bu lafı demekten çekinmiyorsun. Sen kimsin ya? Kimsin? Liverpool'dan 8 tane yiyen takımın kurucularından birisin, abuk subuk adamları Beşiktaş'a dolduran isimlerden birisin. Ne mentaliten vardı senin?

İşin bir başka boyutu ise burası Türkiye. Burada farklı döner işler mantığı. Abi siktirip gitseniz ya bu ülkeden? Bu güzel sporun kanını emmeye doymadınız arkadaş bir türlü. O olmadı, bu olmadı, şu hiç olmaz gibi ne altyapısı, ne de doğruluk payı olan eleştirilerle kolay para kazana kazana beyninizi yokettiniz, şimdi beyinlerimize aynı mantıkla saldırıyorsunuz.

Schuster'in hocalığını bilmeyen gitsin öğrensin. Beşiktaş'a oynattığı, oynatmaya çalıştığı futbolu göremeyen, maçı götüyle izleyip, gözüyle skor tabelasına bakan, yorumunu bu gözlemlerine(!) dayanarak yapan adamlar defolsun gitsin. 15 kişilik, en iyi 2 adamı olmayan Beşiktaş'ın dün oynadığı futbolu beğenmeyecek kadar kör olan bu oyunu sevmiyordur abi zaten. İzleme madem sevmiyorsun. Ne gerek var? Türkiye'nin Lampard'ı olma yolunda olan Necip'e tek cümle övgü yazmayan, geçen sene hiç ortalarda yokken bu sene ciddi ciddi katkılar vermeye başlayan Nobre'ye dikkat edemeyen adamlar yok olsun bu gazetelerden, dergilerden.

Defans çizgisini kendi cezasahasında tutan takımdan, defansını ortasahaya çeken, hücumlara katılan bir takıma evrilmek üzere Beşiktaş. Bu futbolcuların kendi isteğiyle, kendi arzusuyla olmadı. Bu Schuster'in takıma attığı, kendi futbolcularının beynine kazıdığı imzasıdır. Benim, Galatasaraylı bir futbolseverin Beşiktaşlılardan ricası şudur;

Schuster'in altını oymalarına izin vermeyin. Bu sisteme, bu beyine güvenin. Daha bir çok haber, bir çok "Schuster kim ya" mallıkları göreceksiniz. Bunların etkisinde kalmayın.

Rijkaard'ı kurda kuşa, ite köpeğe kurban vermiş bir takımın taraftarı olarak, güzel oyunu Türkiye'ye getirmeye çalışan bir diğer adama aynı muamele gelsin istemiyorum. Schuster Beşiktaş için, Türk futbolunun ve Türkiye liglerinin gelişmesi, modernleşmesi için bir şanstır.

İyi değerlendirin.

21 Ekim 2010 Perşembe

Hagi Gelir


Galatasaray'ın teknik direktörü Gheorghe Hagi oldu. Hagi aşktır, Hagi umuttur, Hagi sevgidir. Bu yüzden ne kadar umutsuz insan varsa yüzlerinde bir tebessüm belirmiştir şimdi. Zira Hagi ile Galatasaray artık eşitidir birbirlerinin. Hagi deyince akla ne Romanya, ne Steaua Bükreş gelir. Galatasaray'dır artık bizim için onun eşiti.

Bu hamle peki doğru mudur?

Birincisi basında ve taraftar arasındaki bir çok insan gibi Hagi'nin başarısız bir teknik direktör olduğunu düşünmüyorum. Geldiği dönemdeki şartları, zorlukları, takım değil ama yönetim içindeki şeref yoksunlarını hatırlayanlar Hagi'nin kurduğu takımın, oynattığı oyunun kıymetini çok çok daha iyi anlayacaklardır. Bu yüzden ben Hagi'nin teknik direktör olarak bizde başarısız olduğuna asla katılmam. Üstelik saf Galatasaraylı'dır kendisi. Diğer takımlardaki performansı zerre ilgilendirmez beni.

Öte yandan Hagi karaktersizlik yapacakları, armayı değil kendini düşünenleri asla affetmez. Hakan Ünsal'ı yollayan, Hakan Şükür'ün şovlarına Cafercan ayarıyla cevap veren, üstelik o kadar kötü kadroda bunu yapabilecek cesarete sahip olan müthiş bir liderdir. Karar vermede en ufak sıkıntı yaşamaz. Doğru veya yanlış her zaman oradadır. Fenerbahçe'ye 5 sallayan, daha sonra Kadıköy'de yenilirken Fenerbahçe taraftarının laf atmalarına, onlardan korkmadan 5 işareti yapabilen bir adamdır. O stadyumda Gerets'e, Mondragon'a atılanları düşününce cesaretinin ne boyutta olduğunu anlayabiliyoruz. Bir de maçı iptal etsem 50.000 kişi Kadıköy'ü yıkardı diyebilen zavallı hakemler var. Neyse.

Hagi'nin yerli oyunculara sözünü dinletebileceği, özellikle altyapı çıkışlı isimlerin kendisine çok büyük saygı duyacağına eminim. Diğer taraftan şu an Galatasaray'da Hagi karakterinde çok adam var. Baros, Kewell, Cana, Neill gibi hakikaten hırs ve karakter abidesi isimler Hagi'nin vazgeçilmezleri olur. Sahada korkmayan, sorumluluk alan, sakatlanana kadar forması için çarpışan adamlar bunlar. Bu adamların yanına Bosnalı olan, hırslı bir adamı, Misimovic'i motive edebilirse harika verim alabilir yabancılardan. Tek sorunu Elano ile Pino'da yaşar diye tahmin ediyorum. Onlardan ne kadar verim alırsa, o kadar ekstra katkı olur takıma.

Bir diğer açı ise gençlere verdiği önem. Zafer, Cafercan, Arda, Uğur gibi isimler Hagi tarafından futbola sunulmuş isimlerdir ve Hagi'nin gençlere verdiği önemi Emre Belözoğlu'na altyapıdan çıktığı zamanlarda gösterdiği ilgiden anlayabiliriz. He Emre Galatasaray'dan çok erken koparak Hagi'den öğrenebileceği tonla şeyi ıskalamış olsa da attığı paslardaki yüksek isabet, topa vuruş şekli açısından Hagi'den hala izler taşımaktadır. He hiçbir zaman 10'un öğrencisi olmaya layık olamamıştır orası ayrı.

Gençlere dönersek Hagi'yi hazine gibi görmesi gereken isimler kadromuzda var. Emre Çolak, Berkin Aslan, Cumhur gibi isimler hem şut, hem oyun görüşü, hem karakter anlamında Hagi'nin ağzının içine bakmalılar. Gerekirse ekstranın ekstrası çalışmalar yapmalılar Hagi'yle. Hagi'den ekstra ödevler istemeliler. Hagi'nin kapısını çalıp sohbet etmeliler. Zira Hagi bunlara açık bir öğretmendir. O eğitmendir. Yeter ki istesinler. Hagi'nin hiçbirini geri çevireceğine inanmıyorum. Özellikle ve özellikle Emre Çolak'ın ne yapıp edip Hagi'den öğrenebildiği kadar şey öğrenmesi gerekiyor.

Hagi çok büyük bir isimdir. Bugün Hagi'yi izleyip de teknik direktör olarak Galatasaray'a dönmesine sevinmeyen Galatasaraylı yoktur. Olmamalıdır da zaten. Hagi bu camia için çok şey yapmıştır, aldığı paranın hakkını defalarca vermiş, bu armayı bir kez olsun yüzüstü bırakmamıştır. Haftasonu oynanacak derbiden önce takıma geçecek kadar yüreği de vardır. Arma 10'u göreve çağırmıştır, O da geliyor. Hagi ile Galatasaray arasındaki bağı hiçbir şey zedeleyemez. Bu sözlerim ona zamanında bir kaç şerefsiz yönetici yüzünden "HIRSIZ" diye bağıran gerizekalı taraftarlarımızadır. O gün Hagi'yi savunmaya kalkan gerçek Galatasaraylılara saldıran bu zavallılardan çoğu bugün yine tribündedirler. Umarım rant, bir kez daha Galatasaray armasından önce gelmeyecektir.

Bu arada Hagi'nin yardımcısı ise Tugay Kerimoğlu oldu. Atletico Bilbao maçındaki o unutulmaz son dakika golünün mimarı olan bu iki güzeller güzeli adam umarım yine çok çok iyi anlaşacaklar. İki karakterli, üst düzey futbol bilen, büyük Galatasaraylı adamlar umarım takımı rotasına sokacaklardır. Şu saatten sonra taktik, teknik konuşulmaz. Liderlikler, hırslar, hamleler ön plandadır.

Bu iki büyük adam bunları başarabilecek güçte ve bilgidedirler. Frank Rijkaard'ın gidişi bizi çok üzdü. Çok kırdı. Fakat Hagi gelirken surat asık kalamaz. Hagi'den tek arzum Frank Rijkaard ile bir şekilde iletişim kurup O'nun altını oyan, takımı satan rezil şerefsizleri öğrensin ve hepsini kadro dışı bıraksın. Başka bir şey istemem kendi adıma.

Tüm Galatasaray camiasına hayırlı olsun güzel adamlar.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Rijkaard Gider


Frank Rijkaard ile yollar ayrıldı. Ağustos ayında şöyle bir yazı yazmıştım. İsteyenler okuyabilir. Başka ayrıntılı bir yazı yazmayacağım. Fakat şunu söylemek istiyorum;

Frank Rijkaard'ın gelişi bir tercihtir. Gönderilişi de öyledir. Tercihlere ben saygı duyarım. Ama eğer hemen, bugün başta Servet ve Ayhan olmak üzere bilerek, isteyerek hocasının ve takımının altını oyan adamların sözleşmesini feshetmezsek bu yönetimin şeref ve haysiyetini sorgularım.

Eğer Rijkaard'ı gönderiyorsak, bu tercihi yapmamızdaki tüm etkenlerle yollar ayrılmalı hatta kovulmalı bu adamlar.

Fatih Terim ismi geçiyor. Büyük ihtimalle o olur yeni teknik direktör. Gelsin, ayrı yazı yazarız. Fakat daha önemlisi kadro içindeki değişiklikler. Önümüzdeki yılları etkileyebilecek hamleler yapılabilir veya aynı tas aynı hamam devam edebiliriz.

Göreceğiz.

Kamuoyuna Açıklama

20 Ekim 2010 tarihi itibarıyla Teknik Direktörümüz Frank Rijkaard, antrenörümüz Johan Neeskens ve yardımcılarıyla yaptığımız karşılıklı görüşme sonucunda yollarımızı ayırma kararı vermiş bulunuyoruz...

Bugüne kadarki çalışma sürecimizde iş disiplini, çalışkanlığı, insanlığı, kimlik ve kişiliği ile karşılıklı ilişkilerimizde hiçbir sıkıntı yaşamadığımız, tecrübe ve birikimini bizimle paylaşan Sayın Frank Rijkaard’a Galatasaray’a verdiği emek ve mesaisi için teşekkürü borç biliriz.

Çalışması ve beyefendi kişiliğiyle birlikte olduğumuz süreçte futbol adamlığı ve ustalığını, bu konuda deneyimlerini ve görüşlerini aynı ortamlarda soluduğumuz antrenörümüz Johan Neeskens’e Galatasaray camiasına katkıları, emeği ve çalışması için müteşekkir olduğumuzu belirtiriz.

Her iki ustanın yanısıra teknik heyetimizde yer alan Alberto Roca Pujol ve Carlos Quadrat’a da bugüne kadar kulübümüz bünyesinde vermiş oldukları mesaileri için teşekkür ederiz.

Galatasaray Spor Kulübü

18 Ekim 2010 Pazartesi

Episode Episode Açıklanacak Olan Radikal Kararlar

Mehmet Helvacı karar aldık ama yavaş yavaş açıklayacağız demiş. Rijkaard'ın tazminatı falan değildir kesinlikle bunun sebebi. Zira ne tazminatı, ne pazarlığı. Zaten son yılı sözleşmesinin. Yeni hoca artık her kimse derbide yıpratmamak için derbiyi de Frank Rijkaard ile geçireceğiz. Sonra yollar ayrılacak. Bu yani olay.

Yeni adamlar yıpranmasın.

Bir ufak umudum ise 3-4 oyuncunun sözleşmeleri Rijkaard'la birlikte fesholur da en azından oyuncu tayfası bu olaydan sıyrılmaz.

Bizi Bu Havalar Mahvetti

Galatasaray'ın sorunu hem çok büyük, hem çok basit. Buyrun Ankaragücü maçı sonrası konuşan iki oyuncumuz. Servet medyaya, Insua ise Twitter sayfasına konuşmuş. Önce Servet;

"Ben Galatasaray'a ilk geldiğim zaman da söylemiştim, bana güvenilen yerde başarılı olurum. Eğer takımım benden fayda elde etmek istiyorsa, yöneticisi ve hocası bana güven duymalı. Bu her futbolcu için geçerlidir. Güven olursa, performans yükselir. Bana güvenin olduğu her ortamda başarılı olacağımı düşünüyorum"

Bu da daha geleli 2 ay olmayan Insua;

"I can not sleep. I am very disappointed for the game of today! the only thing i can say to the fans is sorry and the only way to reverse this is by winning the next game that is very important for everyone. we have to work hard this week and correct the mistakes of today!"

Servet hala o bir türlü anlamlandıramadığım egoları yüzünden bilerek, isteyerek kötü performans sergilediğini söylerken, bu şerefe sahipken, 2 aylık Insua, gencecik Insua mağlubiyet yüzünden uyuyamadığını, hafta arası çok fazla çalışıp, hatalarını düzeltmeye çalışacaklarını söylüyor.

Hani parasını alıp yatmaya bakan yabancılar var ya onlardan biri işte Insua. Diğeri de karakterli Türk futbolcusu.

Çok yazık. 105 yıllık kulübün hocasını topun ağzına getirebiliyor Servet. Söylenecek tek söz yok.

Evet abi. Bizi hakikaten bu "HAVALAR" mahvetti. Başka bir şey değil.

17 Ekim 2010 Pazar

Servet ?

Maçın yorumu budur. Bir oyuncu 4 golün 3'ünde bariz, bilerek diyebileceğim hatalar yapıyorsa sormak gerekir O'na.

Servet?

16 Ekim 2010 Cumartesi

Kapak


Nuri, Podolski'ye kapağı taktıktan hemen sonra çekilmiş yukarıdaki fotoğraf. Yüzyılın ayarlarından biri. Podolski, Köln - Dortmund maçında, durumu 1-1'e getiren golü attıktan sonra Almanya - Türkiye maçını hatırlatan 3 işareti yapıyor. Nuri son dakikada durumu 1-2 yapınca haliyle Podolski'ye yüzyılın kapağını takıyor.

Dortmund'da Xavivari oynayan bu güzel adama bu yakışır. Çok yaşa Nuri.

Not: Uyarılar için teşekkürler. Hakikaten bambaşka dünyalarda yazmışım yazıyı.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Yeniden Milli Takıma Dönmek


Günümüzde futbolda başarılı bir çok başarılı ülke, Milli futbol takımlarını kulüp takımı gibi yönetme esasına dayalı olarak bu başarıları elde etmiştir ve etmektedir. Almanya, İspanya gibi çok çok sağlam iki örnek günümüzde varken, 2002 Dünya Kupası'nda da Galatasaray ağırlıklı bir kadronun neler yaptığını hatırlıyoruz.

Fatih Terim'in yaptığı, Hiddink'in devam ettiği düzen ise artık kesinlikle işlemiyor. Muhteşeme Euro 2008 heyecanından sonra zaten buraya geleceği belliydi doğrusu. Zira o turnuvada son oynadığımız Almanya maçı hariç hiç top oynamamıştık. Bize maçları getiren şans mıydı peki? Kusura bakmayın ama sadece şans olduğuna inanmak aptallıktır. Bize o maçları getiren, maçın son düdüğüne kadar pes etmeyen takım ve Fatih Terim'in müthiş oyun hamleleridir. Zaten neredeyse en vasat kadroya sahip milli takımı yarı finale çıkarmak başka türlü olmazdı ki bu hamleleri yüzünden Euro 2008'in en başarılı teknik direktörlerinden oldu, konferanslar verdi.

Fakat bizim futbolcumuz maalesef profesyonel değil. Büyük kulübe geldiğinde geliştirme gösteren futbolcu sayımız ne kadar acaba? Mesela Galatasaray'da Mustafa Sarp. İlk geldiğinde bir çıkış yaptı, kadroya girince oyunu gün geçtikçe kötüleşti. Mesela Aydın Yılmaz. Büyük umutlar bağlandı, kimsenin, çoğu genç oyuncunun göremeyeceği desteği gördü fakat kendini bıraktı. Fenerbahçe'de milyonlarca Euro para verilip alınan Mehmet Topuz güzel bir örnektir. Bir diğer yandan Arda'yla kıyaslanan, Arda'dan büyük olan Özer'in hali ortada. Beşiktaş'ta ise İbrahim Toraman ve İbrahim Üzülmez gibi iki transfer örneği duruyor. Kendilerini bir üst seviyeye çekmiş adamlar bunlar. Bu işi yapabilenler düşünüldüğünde Galatasaray'da Servet bir numaralı örneklerden biridir, Avrupa'ya transfer olan Mehmet Topal'da güzel bir örnektir. Fenerbahçe'de ise Gökhan Gönül ilk akla gelen isim. Volkan Demirel'in de gösterdiği çıkış müthiş. Kartalspor'dan gelip bu seviyede top oynuyor şimdi.

Fakat bu adamların bile bir doyumu var maalesef. O da bugün geldiğimiz noktadır. Gökhan Gönül'ün Zico'nun Fenerbahçe'yle çok çok iyi işler yaptığı seneden sonra göstermiş olduğu ekstra bir performans yok. Keza Volkan Demirel'de gün geçtikçe daha da kötüye gitmekte. Servet'in mental sorunları tavan yapmış durumda vs. Bu durum ise direkt olarak kulüp takımı zihniyetiyle hareket eden Milli takımımız etkiliyor. Nasıl etkiliyor peki?

Birincisi eskisi gibi Milli takıma seçilmek için formlarını yükselten, o form düzeyinde kalan oyuncular yok. Nasılsa seçilemeyeceğini bildikleri için Milli takım hevesi de kalmıyor bu oyuncularda. Mesela İbrahim Üzülmez'in Evra gibi oynayıp hala yedek dahi olsa milli takıma alınmaması gibi. Bu durum Milli takımdaki oyuncular için de etkili. Mesela bir oyuncu Milli takımın oynadığı bir maçta ekstra çaba sarfetmiyor, Milli takımda kalmak için uğraşmıyor. Tamamen kendi kendini sıfırlayan bir durum söz konusu. Bu anlayış mutlaka değişmeli. Gerekirse yepyeni kadrolar seçilmeli ki herkese Milli takım yolu açılsın, herkes Milli takıma girmek için özel performanslar göstersin.

İkincisi ise bu kulüp takımı zihniyetinin seyirciyi çok etkilediği gerçeği. Artık eskisi gibi bir Milli takım heyecanı yaşayan taraftar sayısı çok çok az. Zira sürekli aynı yüzler, sürekli aynı başarısızlıklar seyirciyi rahatsız etmiş durumda. Geçmişte çok çok kötü milli takım performansları sergileyen Nihat'ın halen daha ilk 11'de maçlara başlayabilmesi, yapabileceklerinin ne olduğunu iyi bilen seyirci için eksi motivasyon getiriyor. Kötü bir orta, başarısız bir hücum girişimi bu oyuncu için seyircide varolan negatif enerjinin dışarı çıkmasını sağlıyor. Yepyeni yüzler bu anlayışı da değiştirip seyirciyi de Milli takımımıza bağlar.

Üçüncüsü ise adalettir. Özer yerine Volkan Şen giremiyorsa kadroya bu adaletsizliktir. İsmail Köybaşı veya Hakan Balta yerine İbrahim Üzülmez oynayamıyorsa bu adaletsizliktir. Baya baya formsuz olan Onur, Volkan gibi isimler Milli takıma çağırılırken Sinan Bolat gibi bir ismi kaybetmek üzere oluşumuz bir adaletsizliktir. Mevlüt gibi bir oyuncumuz varken Semih'le, Tuncay'la, yani oynamayan adamlarla maça başlamak adaletsizliktir. Arda yokken Gökdeniz'in kadroda olmaması adaletsizliktir. Hatta Arda varken bile olmaması adaletsizliktir. Mehmet Topal'ın kadroda olmaması adaletsizliktir. Bütün bunlar futbolcuları ve taraftarları etkileyen durumlar.

Yeniden Milli takıma dönmemiz için, o heyecanı hem oyuncu hem taraftar düzeyinde yakalamak için kısa vadede en mantıklı çözüm budur bana göre. Oyuncu kadrosunu form durumuna göre belirlemek. Bir adam kendi kulübünde kötüyken, Milli takımda iyi olması çok az rastlanan bir örnek. Benim aklıma sadece Tümer Metin'in efsane performansı geliyor o kadar.

Ben Milli takımların kulüp takımı gibi yönetilmesi gerektiğini düşünen biriyim. Zira başarı bu yoldan geçiyorsa, bu yolda yürümeliyiz bana göre. Fakat bizim futbolcularımız aynı kafada değil anlaşılan. Direkt olarak rotayı değiştirmek, başarıyı başka isimlerle aramak gerekiyor.

Yeniden hem futbolun, hem de taraftarın hemfikir olduğu kadroları görmeye başlarız umarım. Tabii burada iş Guus Hiddink ve Oğuz Çetin'e düşüyor.

12 Ekim 2010 Salı

Ayıp: Azerbaycan 1 - 0 Türkiye

Maçı izlemedim. Yorum yapmayacağım. Fakat ne olursa olsun, istersek mükemmel, istersek çok kötü oynamış olalım. Azerbaycan'a yenilmek ayıptır. Ayıptan da öte Türkiye'ye hakarettir.

Almanya neyse de Azerbaycan yahu.

Çok yazık.

8 Ekim 2010 Cuma

Almanya 3 - 0 Türkiye


İlk 11 tercihi, taktik dağılış vs. konuşmak ilk etapta çok önemli değil.

Şimdi önemli olan Arda Turan'ın yaşadığı sakatlıktır. Arda Turan bariz bir şekilde Türk futbolunun yarısıdır. Sorun da işte budur. Arda Avrupa'ya gidemez, Arda abartılıyor, Arda şu, Arda bu diyene kadar 2, bilemedin 3 tane daha böyle adam yetiştirmeyi düşünmediğimiz için bugün Almanya maçı böyle bitti. Arda olmadığı için değil yanlış anlamayın. Arda gibi 2-3 tane daha adam yetiştirmek yerine Arda'yı da yokettiğimiz için böyle bitti.

Maça dönelim;

Sahaya çıkan 11 mutlaka ki hem isimlerle, hem de mevkii tercihleriyle çok eleştirilecektir. Ben Hiddink'e güvenen biri olarak yaptığı seçimleri körü körüne eleştirmek yerine anlamayı deniyorum. Birincisi solbek Sabri. Benim için bu seçimin tek mantıklı açıklaması Almanya'nın müthiş hızlı kontralarına karşı bir önlem olmasıdır. Başka bir açıklaması yok. Peki Sabri ne yaptı? Sürekli içe kaçtı, yerini kaybetti vs. Kötü bir tercih olmuş. Olacağı belli miydi peki? Evet. İkinci tercih Özer. En son ne zaman Fenerbahçe'de 4-5 maç üstüste oynamış hiç bilmiyorum. Yeteneğine saygım ve inancım var fakat kendi takımında müthiş işler yapan, CL'de parlayan, formda, maç eksiği olmayan bir Volkan Şen kadroda bile yokken Özer'in ilk 11 başlaması hakikaten çok çok acı bir durum. Muhtemelen Hiddink, Arda'nın yokluğunda içe katedebilen, yaratıcı, top sürebilen, pasör bir adam olarak Özer'i düşündü. Özer'i doğru düzgün izlediğine bile şüpheliyim. Oğuz Çetin tavsiyesi gibi duruyor. Maç içinde de sıfırdı Özer. Hiçbir iş yapmadı ki bu da doğaldı. Üçüncü ve son tartışmalı 11 tercihi ise Hamit'in sol kanatta başlaması. Son zamanlarda Bayern'de böyle oynadığı için pek hatalı bulmuyorum. Zaten oynadığı yerde tekrar oynadı. Maç içinde bana göre nispeten fena değildi.

Maçtan puan çıkarmak için tek yapabileceğimiz iş vardı o da Almanya'nın 4-2-3-1'ini bozmak. Stoper ve içlere baskı yapıp, 3'lünün topla buluşmasını engellemek. Fakat biz oynamayı tercih etmek gibi büyük, kocaman bir hata yapınca aradaki kalite ve takım oyunu farkı çok öne çıktı. Çıkması doğaldı. Zira biz Almanya'ya karşı top oynayan bir ekip olmamız için her ayrıntıdan öte savunmamızın takımı ileri sürüklemesi önemli. İç için yeterli kalitede adamımız var. Nuri Dortmund'da Xavi gibi oynarken, burada yokolmasının sebebi kalitesizliği değil yani. Takım içi konular oyuncuların tam performansını vermesini müthiş şekilde engellemekte. Tıpkı Misimovic'in Galatasaray'da ipleri daha eline alamaması, Elano'nun bir türlü takıma adapte olamaması gibi. Bu adamlar mükemmel adamlar. Elano, biraz kendisinin de payı olsa da takımın genel yapısı itibariyle bu kadar silik kalmakta. Öte yandan geçen senenin son 10 maçlık periyodunda inanılmaz oynayan Emre'den eser yok bu sene. Yine sadece idare eder bir oyun oynamaya çalışınca sahada yokoldu gitti. Ne topla çıkış yapıyor bu adam, ne hücuma destek. Keşke o performansına tekrar ulaşsa da hem iyi bir oyuncu seyretsek, hem de Milli takıma faydası dokunsa.

İçler işlemedi de kanatlar işledi mi sanki? Hayır. Özellikle Özer büyük hayalkırıklığı yarattı doğrusu. Kötü oynamasını bekliyordum doğrusu fakat bu kadar kötü olması, bu kadar etkisiz olması inanılmaz doğrusu. Süratle top taşıyan bir Volkan Şen çok çok daha etkili olabilirdi. Arda'nın değerini tekrar anlamak için, Arda'nın neler yaptığını, neler başardığını, ne kadar önemli bir isim olduğunu anlamak için önemli bir maçtı Almanya maçı.

Aurelio'nun sakatlığından sonra oyuna girecek, memlekette 10.000.000 adet bulunan "Cana"vari topçudan bir tanesinin bile milli takım kadrosunda olmaması ise tesadüfle açıklanabilir sanırım. Rıdvan babaya selamlar.

Aurelio'nun çıkışından sonra hücumda hafif bir kıpırdansakta golü inanılmaz bir hatadan yedik. Göstere göstere geldi gol hakikaten. Ömer ne yapıyordu Klose'nin yanında inanın bilmiyorum. Servet'te oradaydı üstelik. Gol yedikten sonra iş bitti zaten. Tamamen Almanya'nın goller bulabileceği, bizim bütün savunma defolarımızın ortaya çıkacağı bir oyun oldu. İkinci yarıyı konuşmaya bile gerek yok. Daha farklı bitebilirdi. Şansımız 3-0'da bitmesi.

Mesut'a vatan haini falan diyenler olacaktır. Zırlamazlar umarım fazla. Mesut yine de sevinmedi. Keşke sevinseydi. İyi oynadı, golünü attı. Helal olsun.

Bizim ise almamız gereken çok ders var.

1 Ekim 2010 Cuma

Aytekin Gerçekten Durmadı: Karabükspor 2 - 1 Galatasaray


Maçın ilk 10 dakikasında katledilen bir Galatasaray, Galatasaray'ın aldığı riskleri çok iyi kullanıp, sonuca gidemeyen bir Karabükspor izledik.

Galatasaray'ın oynamaya çalıştığı oyun belliydi. Oyunu tutup, ilerideki becerikli adamlarıyla gol bulmak. Bir aydır mağlubiyet almayan, rakibe doğru düzgün pozisyon vermeyen Galatasaray, aynen böyle devam edecekti kısaca. Rijkaard muhtemelen rakibin kendi evindeki direncini ve zemini düşünüp Aydın yerine Barış'la başladı.

Alakasız bir penaltı, alakasız bir faul maçı 2-0'a getirdi. Bu dakikadan sonra işlerin çok zor olacağı zaten belli bir durum. Emenike gibi hakikaten ligin en başka adamlarından biri için en rahat oyun baştan hazırlanmış oldu. Bol bol boş alan bulup hem hızını, hem de kuvvetini çok iyi kullandı ve Gökhan Zan'ı maç boyunca çok yordu. Bir de üstüne bu boş alanlarda rahatlayan Cernat eklenince Karabükspor bol bol gol kaçırmaya başladı. İlk yarıda farkı 3 veya 4 bile yapabilirdi Karabükspor.

Galatasaray ise iyice gömülen rakip savunmayı açamadı. Duran toplarda da Misimovic'in 30. dakika civarında kullandığı bir serbest vuruş dışında etkili olamayınca ilk yarı tatsız tutsuz geçti Galatasaray açısından. Bu yarıda saçmalayan Cana yerine Aydın oyuna girdi. Bence doğru bir tercihti. Zira tamamen demoralize olmuştu Cana. Onun gibi 60 adam bulanlar yine başlayacaktır söylenmeye o ayrı ya neyse.

İkinci yarı sakatlığından dolayı Neill çıkıp Ali girdi. Takım biraz daha derli toplu oynadı doğrusu. Emenike yine çok teketek kalsa da ilk yarıdaki kadar etkili olamadı. Cezasahasına pek yaklaşamadı bu yarıda. Zira Ali ile Gökhan tamamen bu oyuncuya konsantre oldu ki Karabükspor'un tek yaptığı da önce Cernat'a topu aktarmak, oradan da Emenike'yi pozisyona sokmaktı ki başarılı bir stratejidir 2-0'dan sonra.

Galatasaray her ne kadar toparlansa da en önemli pozisyonuna 60'da girmiş olması biraz da iç oyuncularının kabahatidir. Forvet sadece bir mevkiidir. Çok önemlidir evet. Ama tek forvet oynayan takımlarda forvet değil ortasahalar ön plana çıkmalıdır her zaman. Kenardan orta yapılırken içten bir oyuncu, ters kanattan bir oyuncu her daim içeri koşu yapmalıdır. Bugün bunu çok az yaptı Galatasaray. Hatta son 15 dakika hariç hiç yapamadı.

Öte yandan maç oynanırken değişik platformlarda garip şekilde sövülen Barış'ın golü geldi. Benim Barış için yazdıklarım ve beklentilerim bellidir. Bu takım rakibe baskı kurmak istiyorsa oynatması gereken iki adam var. Birincisi Cana, ikincisi Barış. Bunlardan biri, hatta ikisi sürekli takımda olursa, bu takım o kadar rakibe baskı kurar. Barış topla rezalettir, saçmasapan tercihler yapar amma ve lakin rakibe baskıyı en ileride yapar, en ileride rakibi bozar. Sarp ile Ayhan rakibin topu almasını bekleyip, hatta topla dribbling yapmasını bekleyip sonra hamle yaparken Cana ile Barış topu almasına müsade etmemeye çalışırlar. Bu da ya faul ile sonuçlanır, ya top kazanmakla. Barış'ın neden oyunda olduğunun mantıklı açıklaması budur bana göre. Golü de klasik cezasahası dalışlarından birinde bulmuştur zaten.

Sonuç olarak Galatasaray maçı kaybetti, 60. dakikaya kadar çok da verimsiz oynadı. 4 haftanın aksine aldığı riskler dolayısıyla pozisyon verdi fakat bu takım 4 hafta boyunca yalancı bahar falan yaşatmadı. Hakederek maçlarını kazandı, savunma performansını yükselterek maçlarını kazandı. Şu maçın ilk 10 dakikası hakemin şovuna kurban gitmeseydi muhtemelen yine böyle olacaktı.

Ama akbabalar için gün yeniden doğdu orası ayrı.