27 Ekim 2010 Çarşamba

Ayar


Türk futbolunun görmüş olduğu en iyi forvetlerden biri olan Şota Arveladze bildiğiniz gibi Kayserispor'la müthiş başarılı bir sezon geçirmekte. Van Gaal gibi bir adamın yardımcılığını yapması, ona büyük tecrübeler ve bilgiler katmıştır şüphesiz. O da Kayserispor'a bunları ve kendi oyun bilgisini aktarmakta şu an. Harika gidiyor. Şampiyonluğa oynayan bir takım yaratmış. Üstelik Cangele gibi bir yıldızını kullanamamakta.

Bunlar dışında gayet iyi de bir insandır. Yine bildiğiniz gibi son yıllarda neden olduğunu anlayamadığım bir şekilde 4 büyükler lafı, 3 büyüklere düşürüldü. Trabzonspor yıllarca şampiyon olmamış olabilir, Trabzonspor yıllarca kupa bile kaldırmayabilirdi. Fakat büyüklüğü bu belli etmez. Büyüklük mazidedir. Yaptıklarındadır. Özellikle Lig Tv muhabirleri, çalışanları çok kullanmaktalar "3 Büyük" lafını. Şota'yla yapılan bir söyleşide, Şota "3 büyük" saçmalığını çok güzel cevaplamış.

Lig TV Muhabiri: Genellikle ligde bu haftalarda 3 büyükler ilk 3 sırada olurdu.
Şota: Benim zamanımda 4 büyük vardı. Ne zaman 3 oldu!

Gerçekten muhteşem bir cevap olmuş. Kendi adıma tebrik ediyorum Şota'yı. Umarım bu kavram daha fazla mutasyona uğratılmadan eski biçimine döner ivedilikle.

24 Ekim 2010 Pazar

Ondan Önce, 10'dan Sonra: Fenerbahçe 0 - 0 Galatasaray


Rijkaard'ın gidişinden sonra gelen Hagi'nin savunmaya ağırlık veren, savunma çizgisini geride kuran bir oyun anlayışı çizeceğini bekliyorduk. Öyle oldu fakat;

Birincisi Galatasaray maça 4-1-4-1 gibi bir sistemle sahaya çıktı. Bu sistemin ise bir ufak ayrıntısı vardı. Topsuz alanda Misimovic sola geçerken, toplu oyunlarda içe geçerek sağ kanattaki Elano ile birlikte oyun kurma, tek forvet Pino'yu beslemeye çalışıyordu.

Galatasaray'ın 1 haftada değişen diğer durum ise savunmayı sürekli geride kalması için uyaran Hagi'ydi. 2 günde imzasını attı takıma. Zaten "boğuşmaya" müsait ortasaha Hagi için ilk etapta çok uygun. Bu sayede savunmadaki sıkıntıyı minimuma indirmeyi düşünüp, iyi oyundan ziyade yenilmeyerek ve galip gelerek devre arasına kadar üst sıralara çıkmaya çalışacaktır. Dikkat ettiyseniz Hagi sürekli Cana - Neill - Servet üçlüsünü defansa derinlik katma konusunda uyardı.

Fenerbahçe'nin bu savunma derinliğinde boğulacağı belliydi. Stoch, Dia, Niang gerçekten çok kaliteli futbolcular fakat savunmanın geriye kurulduğu, ortasahanın güzel bir alan savunmasıyla arapası ve koşu yolu kanallarını kapattığında etkileri minimuma iniyor. Bunu iyi düşündü Hagi ve direkt rakibin etkili isimlerinin zaaflarının üzerine kurdu planını.

Maçın ilk yarısında Galatasaray sakin, dengeli, akıllı oynarken, maçın ikinci yarısında yavaş yavaş yorulunca biraz daha agresifliği kendi yarısahasına taşıyarak topu Fenerbahçe'ye bıraktı. Fenerbahçe bu dakikalarda pozisyon bulmakta zorlandı ancak Serkan'ın oyuna girişiyle birlikte Stoch'u çok iyi kullanmaya, sağ taraftan yüklenmeye başladı ve 2 net pozisyon çıkardı bu bölümde. Savunmada ise Yobo, Pino'yu müthiş savundu ikinci yarı. Bu sebeple Galatasaray maçın son bölümüne kadar sadece savunan taraf olarak kaldı. Etkili olabileceği atakları Yobo gerçekten müthiş oyunuyla engelledi.

İkinci yarı iyi değişiklikler yaptı Hagi. Ortasahanın yavaş yavaş yorulduğunu görünce Misimovic'i çıkarıp, Barış'ı sürerek biraz daha canlandırdı ortasahayı. Daha sonra yorulan Cana'yı çıkarıp oraya Sarp'ı çekti ve sağ beke Serkan'ı, göbeğe Elano'yu ve sağ kanada Sabri'yi kaydırdı. Son değişiklik ise maçın en iyilerinden biri olan ve maç eksikliği iyice belli olmaya başlayan Elano yerine Emre Çolak ile yaptı. Gençlere çok önem verdiğini söylemiştik Hagi'nin. Kadıköy'de Emre'yi oyuna sürmesi ona duyduğu güvenin apaçık göstergesi. Ben Emre olsam, Hagi'nin tüm boş zamanlarında 10'un yanından ayrılmaz, dediklerini deftere not eder, her antrenmandan sonra ekstra şut, pas ve frikik çalışması için yardım isterdim.

Büyük ve çok yanlış yönetilen bir krizden sonra takımı bu maça çok iyi motive etmiş Hagi. Zaten 2 günde yapabilecekleri çok kısıtlıydı ve gerçekten maksimumunu yapmış. Tecrübesiz, beceriksiz denilen bir teknik direktör bunları yapabiliyorsa, bu yorumları yapanların artık poposuyla değil beyniyle düşünmesi gerekiyor. Hagi ilk geldiğinde de kriz yönetimini çok başarılı yapmış, çok iyi bir takım yaratmıştı. Yine öyle olacak gibi duruyor ilk etapta. Fakat Galatasaraylılar bu kadroyu her maç beklememeliler. Zira bu kadro, bu taktik bu maça özeldir ve bu maçta işlemesi muhtemeldir. Diğer maçlarda bu kadro ve taktiği göreceğimizi pek sanmıyorum.

Elano ve Pino'nun performansları gerçekten müthişti. Pino zaten hırslı, tekniği çok iyi bir adam olduğunu burada hep yazdık. Saçma şekilde eleştirilirken bile Galatasaray'ın her tehlikesinde bu adamın ismi vardı. Birazcık bitiricilik şanssızlığı yaşıyor bu ara. Bunun dışında sorunu yok. Olmaz da. Zira yetenekli olduğu kadar takım oyununa da bağlı, takım savunmasına da bağlı bir adam olduğunu gösterdi ve beni de şaşırttı doğrusu bu maç. Hagi böyle adamları sever. Daha çok şans bulacaktır. Eğer maçın başında çizgiden çıkarılan topu gol olsaydı, muhtemelen bir hat-trick yapabilirdi. Zira istediği oyun iyice oynanmaya başlayacaktı. Bu arada o pozisyonda Elano'nun attığı pas alkışlanır.

10 yıl sonra Kadıköy'de yenilmemek galibiyet gibi gelebilir. Nitekim Saraçoğlu'ndaki taraftarlarımızın sevinci, Sabri'nin maç sonundaki hareketleri bunu gösteriyor. Fakat gerçekten bu durumu, bu şanssızlığı kırmak da galibiyet değerindedir. Galatasaraylı oyuncular ve bizler sevinmekte haklıyız. Bunu eziklik olarak gören gitsin muhallebi yapıp yesin.

Güzel maç oldu doğrusu. Yan hakemin Fenerbahçe aleyhine yaptığı iki adet gerizekalı ofsayt kararı var. Hakikaten bambaşka ve saçmasapan kararlar. Öte yandan bu iki ofsaytı da Servet'in bozması, Servet'i neden istemediğimizin bir diğer göstergesi.

Tebrikler, başarılar ve bol şanslar sevgili Hagi.

22 Ekim 2010 Cuma

Cataclysm

Sonunda trailer yayınlandı. Aralık çıkış tarihi. Deathwing "bilendiği" yerden sonunda çıkıp tüm Azeroth'u tamamen değiştirecek. Şuan 4.01. patchi yayında. Yeni talent ve oyun sistemi oldukça güzel gözüküyor. Ek paketten hemen önce gelecek "the shattered" patchi ile değişim tüm topraklarda başlayacak. Ne diyelim..yürüyedur Deathwing!

>

Schuster'i Yedirmeyin!


Son 3-4 maçtır kötü sonuçlar alan Schuster'e saçmasapan eleştiriler başladı bir Türk Spor Basını klasiği olarak. Pierre van Hooijdonk'un Quality Turkish Medya lafı aklıma geliyor direkt. Buradaki ironi sebepleri Rijkaard'a olduğu gibi Schuster'in başına da gelmek üzere.

Bugün Sinan Engin, Schuster için "Mentalite yoksunu." demiş. Şimdi Sinan Engin'e sorarlar "Sen kimsin ağa?". Şu hayatta ne başarın olmuş, hangi mentaliteye sahipsin ki Schuster gibi hem futbolcu, hem de teknik direktör olarak gayet iyi bir kariyere sahip adama bu lafı demekten çekinmiyorsun. Sen kimsin ya? Kimsin? Liverpool'dan 8 tane yiyen takımın kurucularından birisin, abuk subuk adamları Beşiktaş'a dolduran isimlerden birisin. Ne mentaliten vardı senin?

İşin bir başka boyutu ise burası Türkiye. Burada farklı döner işler mantığı. Abi siktirip gitseniz ya bu ülkeden? Bu güzel sporun kanını emmeye doymadınız arkadaş bir türlü. O olmadı, bu olmadı, şu hiç olmaz gibi ne altyapısı, ne de doğruluk payı olan eleştirilerle kolay para kazana kazana beyninizi yokettiniz, şimdi beyinlerimize aynı mantıkla saldırıyorsunuz.

Schuster'in hocalığını bilmeyen gitsin öğrensin. Beşiktaş'a oynattığı, oynatmaya çalıştığı futbolu göremeyen, maçı götüyle izleyip, gözüyle skor tabelasına bakan, yorumunu bu gözlemlerine(!) dayanarak yapan adamlar defolsun gitsin. 15 kişilik, en iyi 2 adamı olmayan Beşiktaş'ın dün oynadığı futbolu beğenmeyecek kadar kör olan bu oyunu sevmiyordur abi zaten. İzleme madem sevmiyorsun. Ne gerek var? Türkiye'nin Lampard'ı olma yolunda olan Necip'e tek cümle övgü yazmayan, geçen sene hiç ortalarda yokken bu sene ciddi ciddi katkılar vermeye başlayan Nobre'ye dikkat edemeyen adamlar yok olsun bu gazetelerden, dergilerden.

Defans çizgisini kendi cezasahasında tutan takımdan, defansını ortasahaya çeken, hücumlara katılan bir takıma evrilmek üzere Beşiktaş. Bu futbolcuların kendi isteğiyle, kendi arzusuyla olmadı. Bu Schuster'in takıma attığı, kendi futbolcularının beynine kazıdığı imzasıdır. Benim, Galatasaraylı bir futbolseverin Beşiktaşlılardan ricası şudur;

Schuster'in altını oymalarına izin vermeyin. Bu sisteme, bu beyine güvenin. Daha bir çok haber, bir çok "Schuster kim ya" mallıkları göreceksiniz. Bunların etkisinde kalmayın.

Rijkaard'ı kurda kuşa, ite köpeğe kurban vermiş bir takımın taraftarı olarak, güzel oyunu Türkiye'ye getirmeye çalışan bir diğer adama aynı muamele gelsin istemiyorum. Schuster Beşiktaş için, Türk futbolunun ve Türkiye liglerinin gelişmesi, modernleşmesi için bir şanstır.

İyi değerlendirin.

21 Ekim 2010 Perşembe

Hagi Gelir


Galatasaray'ın teknik direktörü Gheorghe Hagi oldu. Hagi aşktır, Hagi umuttur, Hagi sevgidir. Bu yüzden ne kadar umutsuz insan varsa yüzlerinde bir tebessüm belirmiştir şimdi. Zira Hagi ile Galatasaray artık eşitidir birbirlerinin. Hagi deyince akla ne Romanya, ne Steaua Bükreş gelir. Galatasaray'dır artık bizim için onun eşiti.

Bu hamle peki doğru mudur?

Birincisi basında ve taraftar arasındaki bir çok insan gibi Hagi'nin başarısız bir teknik direktör olduğunu düşünmüyorum. Geldiği dönemdeki şartları, zorlukları, takım değil ama yönetim içindeki şeref yoksunlarını hatırlayanlar Hagi'nin kurduğu takımın, oynattığı oyunun kıymetini çok çok daha iyi anlayacaklardır. Bu yüzden ben Hagi'nin teknik direktör olarak bizde başarısız olduğuna asla katılmam. Üstelik saf Galatasaraylı'dır kendisi. Diğer takımlardaki performansı zerre ilgilendirmez beni.

Öte yandan Hagi karaktersizlik yapacakları, armayı değil kendini düşünenleri asla affetmez. Hakan Ünsal'ı yollayan, Hakan Şükür'ün şovlarına Cafercan ayarıyla cevap veren, üstelik o kadar kötü kadroda bunu yapabilecek cesarete sahip olan müthiş bir liderdir. Karar vermede en ufak sıkıntı yaşamaz. Doğru veya yanlış her zaman oradadır. Fenerbahçe'ye 5 sallayan, daha sonra Kadıköy'de yenilirken Fenerbahçe taraftarının laf atmalarına, onlardan korkmadan 5 işareti yapabilen bir adamdır. O stadyumda Gerets'e, Mondragon'a atılanları düşününce cesaretinin ne boyutta olduğunu anlayabiliyoruz. Bir de maçı iptal etsem 50.000 kişi Kadıköy'ü yıkardı diyebilen zavallı hakemler var. Neyse.

Hagi'nin yerli oyunculara sözünü dinletebileceği, özellikle altyapı çıkışlı isimlerin kendisine çok büyük saygı duyacağına eminim. Diğer taraftan şu an Galatasaray'da Hagi karakterinde çok adam var. Baros, Kewell, Cana, Neill gibi hakikaten hırs ve karakter abidesi isimler Hagi'nin vazgeçilmezleri olur. Sahada korkmayan, sorumluluk alan, sakatlanana kadar forması için çarpışan adamlar bunlar. Bu adamların yanına Bosnalı olan, hırslı bir adamı, Misimovic'i motive edebilirse harika verim alabilir yabancılardan. Tek sorunu Elano ile Pino'da yaşar diye tahmin ediyorum. Onlardan ne kadar verim alırsa, o kadar ekstra katkı olur takıma.

Bir diğer açı ise gençlere verdiği önem. Zafer, Cafercan, Arda, Uğur gibi isimler Hagi tarafından futbola sunulmuş isimlerdir ve Hagi'nin gençlere verdiği önemi Emre Belözoğlu'na altyapıdan çıktığı zamanlarda gösterdiği ilgiden anlayabiliriz. He Emre Galatasaray'dan çok erken koparak Hagi'den öğrenebileceği tonla şeyi ıskalamış olsa da attığı paslardaki yüksek isabet, topa vuruş şekli açısından Hagi'den hala izler taşımaktadır. He hiçbir zaman 10'un öğrencisi olmaya layık olamamıştır orası ayrı.

Gençlere dönersek Hagi'yi hazine gibi görmesi gereken isimler kadromuzda var. Emre Çolak, Berkin Aslan, Cumhur gibi isimler hem şut, hem oyun görüşü, hem karakter anlamında Hagi'nin ağzının içine bakmalılar. Gerekirse ekstranın ekstrası çalışmalar yapmalılar Hagi'yle. Hagi'den ekstra ödevler istemeliler. Hagi'nin kapısını çalıp sohbet etmeliler. Zira Hagi bunlara açık bir öğretmendir. O eğitmendir. Yeter ki istesinler. Hagi'nin hiçbirini geri çevireceğine inanmıyorum. Özellikle ve özellikle Emre Çolak'ın ne yapıp edip Hagi'den öğrenebildiği kadar şey öğrenmesi gerekiyor.

Hagi çok büyük bir isimdir. Bugün Hagi'yi izleyip de teknik direktör olarak Galatasaray'a dönmesine sevinmeyen Galatasaraylı yoktur. Olmamalıdır da zaten. Hagi bu camia için çok şey yapmıştır, aldığı paranın hakkını defalarca vermiş, bu armayı bir kez olsun yüzüstü bırakmamıştır. Haftasonu oynanacak derbiden önce takıma geçecek kadar yüreği de vardır. Arma 10'u göreve çağırmıştır, O da geliyor. Hagi ile Galatasaray arasındaki bağı hiçbir şey zedeleyemez. Bu sözlerim ona zamanında bir kaç şerefsiz yönetici yüzünden "HIRSIZ" diye bağıran gerizekalı taraftarlarımızadır. O gün Hagi'yi savunmaya kalkan gerçek Galatasaraylılara saldıran bu zavallılardan çoğu bugün yine tribündedirler. Umarım rant, bir kez daha Galatasaray armasından önce gelmeyecektir.

Bu arada Hagi'nin yardımcısı ise Tugay Kerimoğlu oldu. Atletico Bilbao maçındaki o unutulmaz son dakika golünün mimarı olan bu iki güzeller güzeli adam umarım yine çok çok iyi anlaşacaklar. İki karakterli, üst düzey futbol bilen, büyük Galatasaraylı adamlar umarım takımı rotasına sokacaklardır. Şu saatten sonra taktik, teknik konuşulmaz. Liderlikler, hırslar, hamleler ön plandadır.

Bu iki büyük adam bunları başarabilecek güçte ve bilgidedirler. Frank Rijkaard'ın gidişi bizi çok üzdü. Çok kırdı. Fakat Hagi gelirken surat asık kalamaz. Hagi'den tek arzum Frank Rijkaard ile bir şekilde iletişim kurup O'nun altını oyan, takımı satan rezil şerefsizleri öğrensin ve hepsini kadro dışı bıraksın. Başka bir şey istemem kendi adıma.

Tüm Galatasaray camiasına hayırlı olsun güzel adamlar.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Rijkaard Gider


Frank Rijkaard ile yollar ayrıldı. Ağustos ayında şöyle bir yazı yazmıştım. İsteyenler okuyabilir. Başka ayrıntılı bir yazı yazmayacağım. Fakat şunu söylemek istiyorum;

Frank Rijkaard'ın gelişi bir tercihtir. Gönderilişi de öyledir. Tercihlere ben saygı duyarım. Ama eğer hemen, bugün başta Servet ve Ayhan olmak üzere bilerek, isteyerek hocasının ve takımının altını oyan adamların sözleşmesini feshetmezsek bu yönetimin şeref ve haysiyetini sorgularım.

Eğer Rijkaard'ı gönderiyorsak, bu tercihi yapmamızdaki tüm etkenlerle yollar ayrılmalı hatta kovulmalı bu adamlar.

Fatih Terim ismi geçiyor. Büyük ihtimalle o olur yeni teknik direktör. Gelsin, ayrı yazı yazarız. Fakat daha önemlisi kadro içindeki değişiklikler. Önümüzdeki yılları etkileyebilecek hamleler yapılabilir veya aynı tas aynı hamam devam edebiliriz.

Göreceğiz.

Kamuoyuna Açıklama

20 Ekim 2010 tarihi itibarıyla Teknik Direktörümüz Frank Rijkaard, antrenörümüz Johan Neeskens ve yardımcılarıyla yaptığımız karşılıklı görüşme sonucunda yollarımızı ayırma kararı vermiş bulunuyoruz...

Bugüne kadarki çalışma sürecimizde iş disiplini, çalışkanlığı, insanlığı, kimlik ve kişiliği ile karşılıklı ilişkilerimizde hiçbir sıkıntı yaşamadığımız, tecrübe ve birikimini bizimle paylaşan Sayın Frank Rijkaard’a Galatasaray’a verdiği emek ve mesaisi için teşekkürü borç biliriz.

Çalışması ve beyefendi kişiliğiyle birlikte olduğumuz süreçte futbol adamlığı ve ustalığını, bu konuda deneyimlerini ve görüşlerini aynı ortamlarda soluduğumuz antrenörümüz Johan Neeskens’e Galatasaray camiasına katkıları, emeği ve çalışması için müteşekkir olduğumuzu belirtiriz.

Her iki ustanın yanısıra teknik heyetimizde yer alan Alberto Roca Pujol ve Carlos Quadrat’a da bugüne kadar kulübümüz bünyesinde vermiş oldukları mesaileri için teşekkür ederiz.

Galatasaray Spor Kulübü

18 Ekim 2010 Pazartesi

Episode Episode Açıklanacak Olan Radikal Kararlar

Mehmet Helvacı karar aldık ama yavaş yavaş açıklayacağız demiş. Rijkaard'ın tazminatı falan değildir kesinlikle bunun sebebi. Zira ne tazminatı, ne pazarlığı. Zaten son yılı sözleşmesinin. Yeni hoca artık her kimse derbide yıpratmamak için derbiyi de Frank Rijkaard ile geçireceğiz. Sonra yollar ayrılacak. Bu yani olay.

Yeni adamlar yıpranmasın.

Bir ufak umudum ise 3-4 oyuncunun sözleşmeleri Rijkaard'la birlikte fesholur da en azından oyuncu tayfası bu olaydan sıyrılmaz.

Bizi Bu Havalar Mahvetti

Galatasaray'ın sorunu hem çok büyük, hem çok basit. Buyrun Ankaragücü maçı sonrası konuşan iki oyuncumuz. Servet medyaya, Insua ise Twitter sayfasına konuşmuş. Önce Servet;

"Ben Galatasaray'a ilk geldiğim zaman da söylemiştim, bana güvenilen yerde başarılı olurum. Eğer takımım benden fayda elde etmek istiyorsa, yöneticisi ve hocası bana güven duymalı. Bu her futbolcu için geçerlidir. Güven olursa, performans yükselir. Bana güvenin olduğu her ortamda başarılı olacağımı düşünüyorum"

Bu da daha geleli 2 ay olmayan Insua;

"I can not sleep. I am very disappointed for the game of today! the only thing i can say to the fans is sorry and the only way to reverse this is by winning the next game that is very important for everyone. we have to work hard this week and correct the mistakes of today!"

Servet hala o bir türlü anlamlandıramadığım egoları yüzünden bilerek, isteyerek kötü performans sergilediğini söylerken, bu şerefe sahipken, 2 aylık Insua, gencecik Insua mağlubiyet yüzünden uyuyamadığını, hafta arası çok fazla çalışıp, hatalarını düzeltmeye çalışacaklarını söylüyor.

Hani parasını alıp yatmaya bakan yabancılar var ya onlardan biri işte Insua. Diğeri de karakterli Türk futbolcusu.

Çok yazık. 105 yıllık kulübün hocasını topun ağzına getirebiliyor Servet. Söylenecek tek söz yok.

Evet abi. Bizi hakikaten bu "HAVALAR" mahvetti. Başka bir şey değil.

17 Ekim 2010 Pazar

Servet ?

Maçın yorumu budur. Bir oyuncu 4 golün 3'ünde bariz, bilerek diyebileceğim hatalar yapıyorsa sormak gerekir O'na.

Servet?

16 Ekim 2010 Cumartesi

Kapak


Nuri, Podolski'ye kapağı taktıktan hemen sonra çekilmiş yukarıdaki fotoğraf. Yüzyılın ayarlarından biri. Podolski, Köln - Dortmund maçında, durumu 1-1'e getiren golü attıktan sonra Almanya - Türkiye maçını hatırlatan 3 işareti yapıyor. Nuri son dakikada durumu 1-2 yapınca haliyle Podolski'ye yüzyılın kapağını takıyor.

Dortmund'da Xavivari oynayan bu güzel adama bu yakışır. Çok yaşa Nuri.

Not: Uyarılar için teşekkürler. Hakikaten bambaşka dünyalarda yazmışım yazıyı.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Yeniden Milli Takıma Dönmek


Günümüzde futbolda başarılı bir çok başarılı ülke, Milli futbol takımlarını kulüp takımı gibi yönetme esasına dayalı olarak bu başarıları elde etmiştir ve etmektedir. Almanya, İspanya gibi çok çok sağlam iki örnek günümüzde varken, 2002 Dünya Kupası'nda da Galatasaray ağırlıklı bir kadronun neler yaptığını hatırlıyoruz.

Fatih Terim'in yaptığı, Hiddink'in devam ettiği düzen ise artık kesinlikle işlemiyor. Muhteşeme Euro 2008 heyecanından sonra zaten buraya geleceği belliydi doğrusu. Zira o turnuvada son oynadığımız Almanya maçı hariç hiç top oynamamıştık. Bize maçları getiren şans mıydı peki? Kusura bakmayın ama sadece şans olduğuna inanmak aptallıktır. Bize o maçları getiren, maçın son düdüğüne kadar pes etmeyen takım ve Fatih Terim'in müthiş oyun hamleleridir. Zaten neredeyse en vasat kadroya sahip milli takımı yarı finale çıkarmak başka türlü olmazdı ki bu hamleleri yüzünden Euro 2008'in en başarılı teknik direktörlerinden oldu, konferanslar verdi.

Fakat bizim futbolcumuz maalesef profesyonel değil. Büyük kulübe geldiğinde geliştirme gösteren futbolcu sayımız ne kadar acaba? Mesela Galatasaray'da Mustafa Sarp. İlk geldiğinde bir çıkış yaptı, kadroya girince oyunu gün geçtikçe kötüleşti. Mesela Aydın Yılmaz. Büyük umutlar bağlandı, kimsenin, çoğu genç oyuncunun göremeyeceği desteği gördü fakat kendini bıraktı. Fenerbahçe'de milyonlarca Euro para verilip alınan Mehmet Topuz güzel bir örnektir. Bir diğer yandan Arda'yla kıyaslanan, Arda'dan büyük olan Özer'in hali ortada. Beşiktaş'ta ise İbrahim Toraman ve İbrahim Üzülmez gibi iki transfer örneği duruyor. Kendilerini bir üst seviyeye çekmiş adamlar bunlar. Bu işi yapabilenler düşünüldüğünde Galatasaray'da Servet bir numaralı örneklerden biridir, Avrupa'ya transfer olan Mehmet Topal'da güzel bir örnektir. Fenerbahçe'de ise Gökhan Gönül ilk akla gelen isim. Volkan Demirel'in de gösterdiği çıkış müthiş. Kartalspor'dan gelip bu seviyede top oynuyor şimdi.

Fakat bu adamların bile bir doyumu var maalesef. O da bugün geldiğimiz noktadır. Gökhan Gönül'ün Zico'nun Fenerbahçe'yle çok çok iyi işler yaptığı seneden sonra göstermiş olduğu ekstra bir performans yok. Keza Volkan Demirel'de gün geçtikçe daha da kötüye gitmekte. Servet'in mental sorunları tavan yapmış durumda vs. Bu durum ise direkt olarak kulüp takımı zihniyetiyle hareket eden Milli takımımız etkiliyor. Nasıl etkiliyor peki?

Birincisi eskisi gibi Milli takıma seçilmek için formlarını yükselten, o form düzeyinde kalan oyuncular yok. Nasılsa seçilemeyeceğini bildikleri için Milli takım hevesi de kalmıyor bu oyuncularda. Mesela İbrahim Üzülmez'in Evra gibi oynayıp hala yedek dahi olsa milli takıma alınmaması gibi. Bu durum Milli takımdaki oyuncular için de etkili. Mesela bir oyuncu Milli takımın oynadığı bir maçta ekstra çaba sarfetmiyor, Milli takımda kalmak için uğraşmıyor. Tamamen kendi kendini sıfırlayan bir durum söz konusu. Bu anlayış mutlaka değişmeli. Gerekirse yepyeni kadrolar seçilmeli ki herkese Milli takım yolu açılsın, herkes Milli takıma girmek için özel performanslar göstersin.

İkincisi ise bu kulüp takımı zihniyetinin seyirciyi çok etkilediği gerçeği. Artık eskisi gibi bir Milli takım heyecanı yaşayan taraftar sayısı çok çok az. Zira sürekli aynı yüzler, sürekli aynı başarısızlıklar seyirciyi rahatsız etmiş durumda. Geçmişte çok çok kötü milli takım performansları sergileyen Nihat'ın halen daha ilk 11'de maçlara başlayabilmesi, yapabileceklerinin ne olduğunu iyi bilen seyirci için eksi motivasyon getiriyor. Kötü bir orta, başarısız bir hücum girişimi bu oyuncu için seyircide varolan negatif enerjinin dışarı çıkmasını sağlıyor. Yepyeni yüzler bu anlayışı da değiştirip seyirciyi de Milli takımımıza bağlar.

Üçüncüsü ise adalettir. Özer yerine Volkan Şen giremiyorsa kadroya bu adaletsizliktir. İsmail Köybaşı veya Hakan Balta yerine İbrahim Üzülmez oynayamıyorsa bu adaletsizliktir. Baya baya formsuz olan Onur, Volkan gibi isimler Milli takıma çağırılırken Sinan Bolat gibi bir ismi kaybetmek üzere oluşumuz bir adaletsizliktir. Mevlüt gibi bir oyuncumuz varken Semih'le, Tuncay'la, yani oynamayan adamlarla maça başlamak adaletsizliktir. Arda yokken Gökdeniz'in kadroda olmaması adaletsizliktir. Hatta Arda varken bile olmaması adaletsizliktir. Mehmet Topal'ın kadroda olmaması adaletsizliktir. Bütün bunlar futbolcuları ve taraftarları etkileyen durumlar.

Yeniden Milli takıma dönmemiz için, o heyecanı hem oyuncu hem taraftar düzeyinde yakalamak için kısa vadede en mantıklı çözüm budur bana göre. Oyuncu kadrosunu form durumuna göre belirlemek. Bir adam kendi kulübünde kötüyken, Milli takımda iyi olması çok az rastlanan bir örnek. Benim aklıma sadece Tümer Metin'in efsane performansı geliyor o kadar.

Ben Milli takımların kulüp takımı gibi yönetilmesi gerektiğini düşünen biriyim. Zira başarı bu yoldan geçiyorsa, bu yolda yürümeliyiz bana göre. Fakat bizim futbolcularımız aynı kafada değil anlaşılan. Direkt olarak rotayı değiştirmek, başarıyı başka isimlerle aramak gerekiyor.

Yeniden hem futbolun, hem de taraftarın hemfikir olduğu kadroları görmeye başlarız umarım. Tabii burada iş Guus Hiddink ve Oğuz Çetin'e düşüyor.

12 Ekim 2010 Salı

Ayıp: Azerbaycan 1 - 0 Türkiye

Maçı izlemedim. Yorum yapmayacağım. Fakat ne olursa olsun, istersek mükemmel, istersek çok kötü oynamış olalım. Azerbaycan'a yenilmek ayıptır. Ayıptan da öte Türkiye'ye hakarettir.

Almanya neyse de Azerbaycan yahu.

Çok yazık.

8 Ekim 2010 Cuma

Almanya 3 - 0 Türkiye


İlk 11 tercihi, taktik dağılış vs. konuşmak ilk etapta çok önemli değil.

Şimdi önemli olan Arda Turan'ın yaşadığı sakatlıktır. Arda Turan bariz bir şekilde Türk futbolunun yarısıdır. Sorun da işte budur. Arda Avrupa'ya gidemez, Arda abartılıyor, Arda şu, Arda bu diyene kadar 2, bilemedin 3 tane daha böyle adam yetiştirmeyi düşünmediğimiz için bugün Almanya maçı böyle bitti. Arda olmadığı için değil yanlış anlamayın. Arda gibi 2-3 tane daha adam yetiştirmek yerine Arda'yı da yokettiğimiz için böyle bitti.

Maça dönelim;

Sahaya çıkan 11 mutlaka ki hem isimlerle, hem de mevkii tercihleriyle çok eleştirilecektir. Ben Hiddink'e güvenen biri olarak yaptığı seçimleri körü körüne eleştirmek yerine anlamayı deniyorum. Birincisi solbek Sabri. Benim için bu seçimin tek mantıklı açıklaması Almanya'nın müthiş hızlı kontralarına karşı bir önlem olmasıdır. Başka bir açıklaması yok. Peki Sabri ne yaptı? Sürekli içe kaçtı, yerini kaybetti vs. Kötü bir tercih olmuş. Olacağı belli miydi peki? Evet. İkinci tercih Özer. En son ne zaman Fenerbahçe'de 4-5 maç üstüste oynamış hiç bilmiyorum. Yeteneğine saygım ve inancım var fakat kendi takımında müthiş işler yapan, CL'de parlayan, formda, maç eksiği olmayan bir Volkan Şen kadroda bile yokken Özer'in ilk 11 başlaması hakikaten çok çok acı bir durum. Muhtemelen Hiddink, Arda'nın yokluğunda içe katedebilen, yaratıcı, top sürebilen, pasör bir adam olarak Özer'i düşündü. Özer'i doğru düzgün izlediğine bile şüpheliyim. Oğuz Çetin tavsiyesi gibi duruyor. Maç içinde de sıfırdı Özer. Hiçbir iş yapmadı ki bu da doğaldı. Üçüncü ve son tartışmalı 11 tercihi ise Hamit'in sol kanatta başlaması. Son zamanlarda Bayern'de böyle oynadığı için pek hatalı bulmuyorum. Zaten oynadığı yerde tekrar oynadı. Maç içinde bana göre nispeten fena değildi.

Maçtan puan çıkarmak için tek yapabileceğimiz iş vardı o da Almanya'nın 4-2-3-1'ini bozmak. Stoper ve içlere baskı yapıp, 3'lünün topla buluşmasını engellemek. Fakat biz oynamayı tercih etmek gibi büyük, kocaman bir hata yapınca aradaki kalite ve takım oyunu farkı çok öne çıktı. Çıkması doğaldı. Zira biz Almanya'ya karşı top oynayan bir ekip olmamız için her ayrıntıdan öte savunmamızın takımı ileri sürüklemesi önemli. İç için yeterli kalitede adamımız var. Nuri Dortmund'da Xavi gibi oynarken, burada yokolmasının sebebi kalitesizliği değil yani. Takım içi konular oyuncuların tam performansını vermesini müthiş şekilde engellemekte. Tıpkı Misimovic'in Galatasaray'da ipleri daha eline alamaması, Elano'nun bir türlü takıma adapte olamaması gibi. Bu adamlar mükemmel adamlar. Elano, biraz kendisinin de payı olsa da takımın genel yapısı itibariyle bu kadar silik kalmakta. Öte yandan geçen senenin son 10 maçlık periyodunda inanılmaz oynayan Emre'den eser yok bu sene. Yine sadece idare eder bir oyun oynamaya çalışınca sahada yokoldu gitti. Ne topla çıkış yapıyor bu adam, ne hücuma destek. Keşke o performansına tekrar ulaşsa da hem iyi bir oyuncu seyretsek, hem de Milli takıma faydası dokunsa.

İçler işlemedi de kanatlar işledi mi sanki? Hayır. Özellikle Özer büyük hayalkırıklığı yarattı doğrusu. Kötü oynamasını bekliyordum doğrusu fakat bu kadar kötü olması, bu kadar etkisiz olması inanılmaz doğrusu. Süratle top taşıyan bir Volkan Şen çok çok daha etkili olabilirdi. Arda'nın değerini tekrar anlamak için, Arda'nın neler yaptığını, neler başardığını, ne kadar önemli bir isim olduğunu anlamak için önemli bir maçtı Almanya maçı.

Aurelio'nun sakatlığından sonra oyuna girecek, memlekette 10.000.000 adet bulunan "Cana"vari topçudan bir tanesinin bile milli takım kadrosunda olmaması ise tesadüfle açıklanabilir sanırım. Rıdvan babaya selamlar.

Aurelio'nun çıkışından sonra hücumda hafif bir kıpırdansakta golü inanılmaz bir hatadan yedik. Göstere göstere geldi gol hakikaten. Ömer ne yapıyordu Klose'nin yanında inanın bilmiyorum. Servet'te oradaydı üstelik. Gol yedikten sonra iş bitti zaten. Tamamen Almanya'nın goller bulabileceği, bizim bütün savunma defolarımızın ortaya çıkacağı bir oyun oldu. İkinci yarıyı konuşmaya bile gerek yok. Daha farklı bitebilirdi. Şansımız 3-0'da bitmesi.

Mesut'a vatan haini falan diyenler olacaktır. Zırlamazlar umarım fazla. Mesut yine de sevinmedi. Keşke sevinseydi. İyi oynadı, golünü attı. Helal olsun.

Bizim ise almamız gereken çok ders var.

1 Ekim 2010 Cuma

Aytekin Gerçekten Durmadı: Karabükspor 2 - 1 Galatasaray


Maçın ilk 10 dakikasında katledilen bir Galatasaray, Galatasaray'ın aldığı riskleri çok iyi kullanıp, sonuca gidemeyen bir Karabükspor izledik.

Galatasaray'ın oynamaya çalıştığı oyun belliydi. Oyunu tutup, ilerideki becerikli adamlarıyla gol bulmak. Bir aydır mağlubiyet almayan, rakibe doğru düzgün pozisyon vermeyen Galatasaray, aynen böyle devam edecekti kısaca. Rijkaard muhtemelen rakibin kendi evindeki direncini ve zemini düşünüp Aydın yerine Barış'la başladı.

Alakasız bir penaltı, alakasız bir faul maçı 2-0'a getirdi. Bu dakikadan sonra işlerin çok zor olacağı zaten belli bir durum. Emenike gibi hakikaten ligin en başka adamlarından biri için en rahat oyun baştan hazırlanmış oldu. Bol bol boş alan bulup hem hızını, hem de kuvvetini çok iyi kullandı ve Gökhan Zan'ı maç boyunca çok yordu. Bir de üstüne bu boş alanlarda rahatlayan Cernat eklenince Karabükspor bol bol gol kaçırmaya başladı. İlk yarıda farkı 3 veya 4 bile yapabilirdi Karabükspor.

Galatasaray ise iyice gömülen rakip savunmayı açamadı. Duran toplarda da Misimovic'in 30. dakika civarında kullandığı bir serbest vuruş dışında etkili olamayınca ilk yarı tatsız tutsuz geçti Galatasaray açısından. Bu yarıda saçmalayan Cana yerine Aydın oyuna girdi. Bence doğru bir tercihti. Zira tamamen demoralize olmuştu Cana. Onun gibi 60 adam bulanlar yine başlayacaktır söylenmeye o ayrı ya neyse.

İkinci yarı sakatlığından dolayı Neill çıkıp Ali girdi. Takım biraz daha derli toplu oynadı doğrusu. Emenike yine çok teketek kalsa da ilk yarıdaki kadar etkili olamadı. Cezasahasına pek yaklaşamadı bu yarıda. Zira Ali ile Gökhan tamamen bu oyuncuya konsantre oldu ki Karabükspor'un tek yaptığı da önce Cernat'a topu aktarmak, oradan da Emenike'yi pozisyona sokmaktı ki başarılı bir stratejidir 2-0'dan sonra.

Galatasaray her ne kadar toparlansa da en önemli pozisyonuna 60'da girmiş olması biraz da iç oyuncularının kabahatidir. Forvet sadece bir mevkiidir. Çok önemlidir evet. Ama tek forvet oynayan takımlarda forvet değil ortasahalar ön plana çıkmalıdır her zaman. Kenardan orta yapılırken içten bir oyuncu, ters kanattan bir oyuncu her daim içeri koşu yapmalıdır. Bugün bunu çok az yaptı Galatasaray. Hatta son 15 dakika hariç hiç yapamadı.

Öte yandan maç oynanırken değişik platformlarda garip şekilde sövülen Barış'ın golü geldi. Benim Barış için yazdıklarım ve beklentilerim bellidir. Bu takım rakibe baskı kurmak istiyorsa oynatması gereken iki adam var. Birincisi Cana, ikincisi Barış. Bunlardan biri, hatta ikisi sürekli takımda olursa, bu takım o kadar rakibe baskı kurar. Barış topla rezalettir, saçmasapan tercihler yapar amma ve lakin rakibe baskıyı en ileride yapar, en ileride rakibi bozar. Sarp ile Ayhan rakibin topu almasını bekleyip, hatta topla dribbling yapmasını bekleyip sonra hamle yaparken Cana ile Barış topu almasına müsade etmemeye çalışırlar. Bu da ya faul ile sonuçlanır, ya top kazanmakla. Barış'ın neden oyunda olduğunun mantıklı açıklaması budur bana göre. Golü de klasik cezasahası dalışlarından birinde bulmuştur zaten.

Sonuç olarak Galatasaray maçı kaybetti, 60. dakikaya kadar çok da verimsiz oynadı. 4 haftanın aksine aldığı riskler dolayısıyla pozisyon verdi fakat bu takım 4 hafta boyunca yalancı bahar falan yaşatmadı. Hakederek maçlarını kazandı, savunma performansını yükselterek maçlarını kazandı. Şu maçın ilk 10 dakikası hakemin şovuna kurban gitmeseydi muhtemelen yine böyle olacaktı.

Ama akbabalar için gün yeniden doğdu orası ayrı.

Frank Rijkaard'ın Babası Vefat Etti

Hayat hakikaten çok garip. Daha dün doğumgünü olan hocamızın, bugün babası vefat etmiş. Mekanı cennet olsun. Frank Rijkaard'a ve ailesine başsağlığı diliyorum.

Başsağlığı Mesajı

Profesyonel Futbol Takımı Teknik Direktörümüz Frank Rijkaard’ın babası Herman Rijkaard’ın vefatını üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz.

Teknik Direktörümüz Frank Rijkaard’ın acısını paylaşıyor, kendisine başsağlığı diliyoruz.

Not: Herman Rijkaard’ın cenazesi 8 Ekim 2010 Cuma günü Amsterdam’da düzenlenecek törenden sonra defnedilecektir.

Galatasaray Spor Kulübü

Geç Kalınmadı Mı?


Servet Çetin'in kadroya alınmamasını biliyorsunuzdur. Galatasaray'ın yıllardır çektiği, iyi giderken mutlaka patlak veren konusu yerli oyuncuların egolarıdır. Bazı futbolcular kendi kendine düzelir, bazıları futbolu bıraksa da düzelmez.

Birisi "Galatasaray keşke beni satılığa koysa.." deme cüretinde bulunur, birisi futbolu bırakmasına rağmen hala "Kırgınım." der. Bu egoları biraz sorunda çıksa yönetebilen bir adamdı Fatih Terim. Sert bir hocaydı. Gerekirse Galatasaray'ın en önemli adamını, Florya'ya bile almayacak kadar söz sahibiydi. Fakat o bile Hakan Şükür ile jeep krizi yaşamıştı.

Geçmişten bugüne geldiğimizde ise Servet sorunu tekrar ortaya çıktı. Yukarıda da söylediğimiz gibi Servet'in garip bir egosu var. Ben profesyonelim adıyla istediğini söyleme cüretinde bulunuyor. Oysa ki Servet'i bugün buraya getiren Galatasaray'dır. Sivasspor'da istediği kadar iyi oynasın hangi Avrupa kulübü teklif yapardı Servet'e? Veya Galatasaray'dan başka hangi takım Fenerbahçe rezilliğinden sonra güvenirdi Servet'e?

Ama işler öyle olmuyor. Kalkıp beni keşke satsalar diyebiliyor bir adam. İşte o gün kadro dışı bırakılması gereken adam, sene başında Galatasaray'ı yakan, bir çok hata yapan adam bugün, sonunda kadro dışı. Evet iyi oynarken, savunma çok iyi oturmuşken saha içi performansı etkileyecek bir karar. Fakat sorun zaten sahadışı olduğu için, Florya'da yerliler padişah gibi olduğu için böyle bir karar alınması gereken bir karardı. İyi de oldu. Karabükspor'a kaybedebilir Galatasaray. Fakat Servet'e biat edip sezonları kaybetmekten her zaman için daha iyidir. Taraftar çağırınca gitmeyen, taktik disiplinden çok çok uzak bir adam zaten Servet. He çok iyi de bir stoperdir. Adı üstünde yani. Başarılı bir defans bilgisi yoktur, pozisyon hatası bolca yapar ki çok konuşmuştuk bu blogda hatalarını, ama müthiş de adam durdurur. İlk hamleleri genellikle isabetlidir ve sahada inatçı bir adamdır Servet. Zaten bu inadı onun ismini Avrupa'da duyurmuştur. Fiziksel olarak üst düzey olduğundan bahsetmeye bile gerek yok.

Fakat iş sadece bunlarla bitmiyor. Öncelikle bir adam kendini armanın, yönetimin, teknik direktörün önünde görmemeli. Onun yeri gerekirse yedek kulübesidir, gerekirse tribündür, gerekirse de ilk 11'dir. Rijkaard tekrar Servet'e şans vermeye başlamışken, onlarca saçmasapan açıklamasına rağmen formayı teslim etmişken Servet hala antrenmanda Rijkaard gibi birini bile kadrodışı bırakma hamlesine mecbur ediyorsa diyecek hiçbir şey yok.

Umarım yönetim bir baskı vs. uygulayıp bu karardan döndürmez teknik direktörü. Zamanında Sabri'de bu duruma düşmüştü fakat Sabri, Galatasaraylı'dır. Onun önceliği Galatasaray'dır. O kadrodışı konumdan çıkıp affedildiğinde akıllanıp bugünkü durumuna kadar yükselmiştir. Servet ise kendi deyimiyle profesyoneldir. Chelsea oyuncusu John Terry'den farkının olmadığını zanneder. Bu yüzden Servet'in affedilmemesi şarttır.

Çok geç alınmış bir karar olsa da, muhtemelen Karabükspor maçında defansın hataları olacak olsa da takım içi disiplin için, daha iyi bir Galatasaray için atılmış iyi bir adımdır.

Not: Bu yazı Servet'in kadrodışı kalma sebebi yedek/as takım konusunda Rijkaard'la tartışığı haberinden yola çıkılarak yazıldı. Servet konusunda benim fikirlerim zaten bellidir. Fakat asıl sebebi veya kadrodışı kalıp kalmadığını bu akşam Rijkaard'ın ağzından duyabiliriz sanırım. O zaman yazıya ekleme yaparız.