1 Nisan 2010 Perşembe

This Is Your Captain Speaking!


Arda Turan müthiş bir röportaj vermiş Tam Saha dergisine. Tamamını Futbol Federasyonu'muzun resmi sitesinde bulabilirsiniz. Harika bir röportaj olmuş ve Arda'nın yorulduğunu göstermiş bana göre. Özellikle medyanın Arda'ya takındığı üslup bunaltmış kaptanı. Tabii bizim taraftarımız da arada saçmalamıyor değil. Bunun dışında her konuyla alakalı kendini bilgilendirdiği ve bir fikri olduğunu görebiliyorsunuz. Yani sadece futbol değil, kişisel olarak da kendini sürekli geliştiren bir adam Arda Turan. Neyse. Ben buraya bazı bana göre önemli bölümleri alıntılayacağım;
Deplasmanda İspanya'ya kaybettiğimiz maç var. Bir kişi İspanya'nın nasıl bir takım olduğunu göremiyor ve bizim o gün oynadığımız futbolu eleştiriyorsa, ben gerçekten o kişinin futboldan anlamadığını düşünürüm. Çünkü o gün pozisyonuna sadık, iyi oynayan hatta İspanya'dan daha etkili pozisyonlar bulan bir takım görüntüsündeydik. Ancak 1-0 öne geçtikten sonra Bernabeu'nun atmosferini kullanıp kazandılar. Ama Ali Sami Yen'de onları mahvettik. 3-0 bitebilecek maçı 2-1 kaybettik. Neden? 1-1'i korumayı düşünmedik. Eğer 1-1'i korusaydık o 1 puan bizi ikinci yapmaya yeterdi. Ama onu düşünmedik. Çünkü Türk insanın ve Türk medyasının üç günlük maç aralarındaki baskısı bizi etkiliyor.

Avrupa üçüncülüğü bu ülke insanları için başarı değil. Her zaman Avrupa üçüncüsü oluyoruz ya!

Artık futbolda biz ve o yok. Çünkü herkes pozisyonuna sadık bir oyun oynuyor. Bu nedenle çok iyi takımların bile bulduğu pozisyonların sayısı 6-7'yi geçmiyor. Bunları da kaçırdığınız zaman oyun dengede gidiyor.

Her zaman Türk hocadan yana oldum. Fikrimi söylediğimde "Bu Arda'nın haddine değil" dediler. Hayatında futbol oynamamış insanlar bu konuda fikir beyan ediyorsa, bu onlardan çok benim haddimedir. Ben bu Milli Takım'ın futbolcusuyum ve bu ülkenin Milli Takımı'nın başına geçecek teknik direktörün uyruğu hakkında söz söylemem kadar doğal bir şey olamaz. Steven Gerard ile Frank Lampard çıkıyor ve İngiliz Milli Takımı'nın başına kimin geçmesi gerektiğiyle ilgili isim söylüyor. Ben söyleyince "Arda'nın haddine değil" oluyor. Benim haddime değilse, hiç kimsenin haddine değil. Ben fikrimi söyledim, "Türk hoca olmasından yanayım" dedim. Çünkü duygular da önemli. Ama Hiddink kararına da saygı duyuyorum. Sonuçta Hiddink çok iyi bir hoca, kariyeri ortada. Umarım Milli Takımımıza çok faydalı olur.

Türk futbol modelinden söz edilecekse her zaman oynamayı düşünen bir takım olmalıyız. Çünkü biz savunma yapmayı çok iyi beceremiyoruz. Biz topa sahip olarak savunma yapmalıyız. Hep oynayan ve hücum eden bir takım olmalıyız.

Daha bugün yeni bir röportaj okudum. İsim vermeyeceğim ama bir altyapı sorumlusu, kendi altyapısında oynayan oyuncuyu eleştiriyor. 40 maç yenilmeyen bir Genç Milli Takımımız vardı. 1987 grubunda inanılmaz oyunculara sahiptik. Cafer Can, Mülayim, Uğur Uçar, Serdar Özkan, Gürhan Gürsoy, İlhan Parlak, Ergün ve içinde daha birçok oyuncunun bulunduğu 40 maç yenilmeyen o takıma bakıyorsunuz, bugün sadece 2-3 tanesi oynuyor, sadece 1-2 tanesi ilk on birde yer alabiliyor. Böyle bir yerde bütün suç çocuklarda mı? Sorun çocukların kişisel gelişimini sağlayamamakta. Onlara yardımcı olamamakta. O psikolojik dönemde, destekle beraber çıkmalarını sağlayamıyorlar. O çocuklar okullarında çok üst düzey eğitim görmüyorlar ki. Aile durumları da çok iyi olamayabiliyor. Biz İngiltere'de, Hollanda'da, Fransa'daki gibi büyümüyoruz ki. Dertlerle, sıkıntılarla büyüyoruz. Bu çocuklara yardım etmezseniz, kötü oynama fırsatı vermezseniz bu çocuklar çıkamaz. Fabregas Arsenal'deki ilk döneminde her maçında iyi mi oynamıştı? Açsın maç kasetlerini baksınlar. Bu çocuklara 10 maç versinler, eminim ki hepsi büyük takımların tümünde oynayacak kalitede.

Kim, çocuğu alıp 4-4-2'de nerede, nasıl durulur, top ceza sahasına yaklaştığında defans oyuncusu alandan adama geçer, çünkü golü adam atar diye öğretmiş? Bana hiç kimse 4-4-2'yi anlatmadı. "Oradan oraya, buradan buraya kayacaksın" dediler sadece. Ama 4-4-2 sadece böyle bir şey değil ki. Alanı nerede kapatırsın, alandan adama nerede geçersin, mesafeleri nerede daraltırsın, nerede oyunu açarsın? Üç kişiyi geçip de orta yapabilirsiniz, hiç kimseyi geçmeden de orta yapabilirsiniz. Ama ben bunları yeni öğreniyorum. Bunları öğretmedilerse benim suçum ne? Ben bunları A Milli Takım'da öğrendim. Fransız çocuklar, Benzema'lar, Hatem Ben Arfa'lar bunları 15 yaşında biliyordu, ben şimdi öğreniyorum. E bana öğretmiyorlarsa suç kimde? Sonra beni onlarla kıyaslıyorlar. Beni onlarla niye kıyaslıyorsunuz ki? Benim kendi ülkemde giydiğim cekete kızıyorlar. Neymiş, özel hayatımı göz önünde yaşıyormuşum. Ben göz önünde yaşamıyorum. Üç günde bir maç oynuyorum, haftada bir kez yemeğe gidiyorum. Oraya 35 tane kamera geliyor. Kusura bakmasınlar ama 35 kamera oraya geliyor diye haftada bir kez gittiğim yemekten kaçamam yani. Giydiğim ceketi eleştireceklerse eleştirsinler. Umurumda değil. 18-19 yaşındaki çocuğun hiçbir şeyine izin vermiyorsun, sadece eleştiriyorsun. Çocuk güzel kızla gezemiyor, iyi arabaya binemiyor, kaliteli yemek yiyemiyor, psikoloğunu tutmuyorsun, iyi antrenman vermiyorsun, sonra çocuk büyük futbolcu olsun diye bekliyorsun. Olamayınca da suçluyorsun. Ben bunu kabul etmiyorum. İsteyen bana "Çok bilmişsin" desin. Peki, o çocukları oynatan nasıl oynatıyor? Fatih Hoca kimleri oynattı. Ersun Yanal, Yılmaz Vural, Tolunay Kafkas, Ertuğrul Sağlam, Abdullah Avcı, Samet Aybaba, Thomas Doll nasıl oynatıyor? Zaten artık o hocaların zamanı. Gençleri oynatanlar fark oluşturuyor. Herkes bu hocaların takımlarından bahsediyor. Çünkü bu genç çocuklar oynamak istiyor ve fırsatını bulduklarında da ellerinden gelenin en iyisini yapıyor. Ben bunlara kafamı takıp düşünsem eriyip giderim.

Asıl mesele bu zaten. Çocuklar sosyal hayatlarını geliştirmedikleri için kendilerini sahaya da yansıtamıyor. Çünkü özgüvenleri eksik kalıyor. Sanat önemli, dizi oyuncuları önemli ama futbolcular bu halkın en önemli figürleri. Çünkü bu ülkede herkes futbol konuşuyor, futbolla yaşıyor. Bu derece önemli bir aktivitenin figürü olan 17-18 yaşındaki oyuncular sinemaya gitmeli, kız arkadaşıyla gezmeli, izin gününde gece hayatına da gitmeli. Ha, çok alkol alıyorsa uyarırsınız. Eğer oyuncu yaşayamazsa olmaz. Ben senede 50 maç oynuyorsam insanlar buna saygı duymalı. İyi oynamış, kötü oynamış önemli değil. 50 maç sahaya çıkmak dile kolay. Demek ki ben futbola aşığım, Galatasaray'a çok aşığım. Birinin bunu anlayamaması için kör olması lâzım. Arkadaşlarım doğum günümle ilgili bir DVD hazırlamış, annemin de görüşlerini almışlar. Annem "Yani" diyor, geveliyor, "Oğlum Galatasaray'ı çok seviyor" diyor, düşünüyor, "Ya her şeyi Galatasaray oğlumun" diyor. Annem bunu anlatmak istiyor. Yani ben böyle bir adamsam, futbola âşıksam, kıyafetimi çek koy, ama saatlerce programında eleştirme. Bu çocuğun annesine, babasına, kız arkadaşına lâf söyleme. Bu çocuk da insan. Ben insanların ailesiyle, kız arkadaşlarıyla ilgili konuşuyor muyum?

90 dakika iyi oynuyorsunuz ama bir anlık konsantrasyon hatasından golü yiyorsunuz. Mesela Atletico Madrid maçında taçtan gol yedik. Siz istediğiniz kadar penaltımızı vermediler diye feryat edin. Adamlar taçtan, kornerden gol yemiyor. Siz böyle gol yerseniz elenirsiniz. Ben inanıyorum ki Uğur Uçar çok iyi bir defansif oyuncu, Sabri Sarıoğlu, Gökhan Gönül, Hakan Balta da öyle… Caner'i sol bek oynatamıyoruz. Bu kadar müthiş bir sol ayağı sol bek oynatamıyoruz. Neden? Çünkü bilgi eksikliği var. Caner'in nasıl bir kumaşı var biliyor musunuz? Topa nasıl vuruyor biliyor musunuz? Her topa vurduğunda 5 dakika onu seyrediyorum. Ama nasıl oynayacağını bilememek gibi bir sorunu var. Bunu en başta da kendim için söylüyorum. Bu konuda Ayhan Akman çok iyi bir örnektir.

Oradaki psikolojik şartlarla buradaki arasında dağlar kadar fark var. Sen burada bir maç kaybettiğin zaman 15 gün sokağa çıkamıyorsun. Oradaki oyuncu kaybettiği maçın ardından stadın barında bir şeyler içiyor. Bakın Sabri'nin saçlarına kaç tane beyaz var. Daha 24-25 yaşında. Benim de saçlarımda aklar oluşmaya başladı. Bunlar hayatın gerçekleri. Kafamıza takmıyoruz diye bir şey yok. Sokağa bu gerçeklerle çıkıyoruz. Evet, çok para kazanıyoruz. Peki, Chelsea'deki adam çok para kazanmıyor mu, onlar da şöhretli değil mi?

Ali Sami Yen'de kendimi evimdeki yatak odasından daha rahat hissediyorum. Ali Sami Yen'deyken bana dünyanın en iyi futbolcusuyum gibi geliyor. Sanki güllerin üzerinde yürüyormuş gibi hissediyorum. Geçenlerde bir takımın yönetici "Ali Sami Yen kokuyor" demişti. Ben kazan dairesinin o kokusunu bile seviyorum. Her maç öncesi orada çay içmek benim için bir zevk. Yani alıştığınız stadın atmosferi çok önemli.

Mourinho'nun çok güzel bir sözü var, "Bana baskı var mı diye soruyorlar, baskı evine ekmeye götürmeye çalışan insanların üzerinde olur" diyor. Evet, benim üzerimde baskı var ama ben bu baskıdan keyif alıyorum. Bir de şöyle bir şey var. Galatasaray taraftarı bazen bana homurdanıyor. En fazla gücüme giden de bu oluyor. Çünkü ben iyi de oynasam kötü de oynasam daima mücadele ediyorum. Babam da bana homurdandığında bozuluyorum. Çünkü ailemden biri huzursuzluk çıkarmış gibi geliyor. Galatasaray'daki homurtulara da aile içindeki huzursuzluk olarak bakıyorum.

Ben Galatasaray'da sağ bek de oynadım. 3-5-2 sisteminde beşlinin solunda da oynadım. Ön libero, forvet arkası, kanatlar, her yerde oynadım. Bana ne görev verirlerse onu yaparım. "Otur bekle" desinler oturur beklerim. Çünkü ben Galatasaraylıyım. Ama bunun benim için ne demek olduğunu bilmiyorlar. "Galatasaray taraftarına yaranmaya çalışıyor" diyorlar. "Benim buna ihtiyacım yok" dediğimde de millet yanlış anladı. Ben bunu söylemiyorum ki. Ben ölesiye Galatasaraylıyım, ben bir Galatasaraylının düşünebileceği kadar takımımı düşünüyorum. Oynamadığım maçta taraftar gibiyim. Kendi maçımı izlerken kendime kızıyorum.

Şartlar oluşunca gitmek istiyorum. Yani şampiyon olduğumuz zaman gitmek istiyorum. Galatasaray taraftarı da beni orada görmek ister. "Bizim çocuğumuz Avrupa'da oynuyor" düşüncesi onlara da gurur verir. Burukluk olacaktır belki ama ben 90 yaşıma da gelsem yine Galatasaray taraftarıyım. Gitmek istiyorum çünkü bu ülke şartları beni çok zorluyor. Çok üstüme geliyorlar, sıkıyorlar, keyfimi kaçırıyorlar. Ben gülmeyi, eğlenmeyi, yaşamayı seven bir adamım. Belki Avrupa'da başaramayacağım ama denemek istiyorum.

Ben bulabiliyorum. Her gün ana haber bültenlerini izliyorum. Evde pijamalarımı giyer, "ajans" dinlerim. Hatta bana gülerler, "Dede" diye. Çok isterim ki ülkemiz çok daha iyi yerlere gelsin. Mesela Anzaklar Harry Kewell'la beni barış elçisi seçmişlerdi ve o gün bir şey söylemiştim. O cümleyi de nasıl söylemiştim bilmiyorum ama çok mutlu olmuştum. "Ben bu ülkeye her baktığımda bu toprakların savaşmak için değil yaşamak için olduğunu düşünüyorum" demiştim. Geçenlerde Veda filmine gittim; orada, "Oğul sen bilmezsin, biz bu ülkeyi korurken, Kürtler, Lazlar, Çerkezler hep beraber savaştık" diye bir cümle vardı. Ya, biz kimi öldürüyoruz? Gelin hep birlikte yaşayalım, gelişen dünyaya ayak uyduralım. Doğuya her türlü yatırım yapılsın. Belki Emre ağabeyle Ayhan ağabey bana kızacaklar, çünkü özel bir şey bu ama üçümüz bir okul yaptırmak istiyoruz. Bu okulu da Doğu'da yaptıralım istiyoruz. Oralara gidiyoruz, aslan gibi insanlar var. Bu ülke hepimize yeter.

Hiç yorum yok: