8 Ocak 2011 Cumartesi

Türkiye'de Değişen Karakterler


Bugün twitter'daki bir yazı sonucu aklıma düştü bu konu. Bazı yabancı oyuncuların Türkiye'de sorumluluk alarak oynamaları, takıma bizim deyimimizle "abilik" yapmaları.

Akıllara hemen Galatasaraylı olduğumuz için Kewell, Mondragon geliyor mesela. Kewell'ın hep sorunlu bir oyuncu olduğunu duyduk. Çok agresif bir oyuncunun burada müthiş bir karaktere bürünmesi, bir nevi pazubandı olmadan kaptanlık yapması hakikaten büyük bir değişimdir. Mesela Hamburg deplasmanında savunmaya kendi isteğiyle geçmesi, Sabri'yi koruması, takım kötü giderken inadına performansını yükseltip skor katkısı yapması hep bunun göstergesi. Burada O'na gösterilen sevginin, saygının, ilginin bir dışavurumu olarak görüyorum bu karakter değişimini. He iyi mi oluyor? Tabii ki de çok iyi oluyor.

Mondragon'un da ilk geldiği sene ile giderken kafamızda bıraktığı o anılar hep bu durumun göstergesi. Takımını savunması, kalede her daim iyi performans göstermesi, gerekirse tek başına rakiple savaşması(Bkz: Liverpool - Galatasaray), saha dışındaki hal ve hareketleri vs. Metz'de böyle bir kaleci değildi Mondragon. Burada takım ve ülke uyumuyla bir anda kaptan gibi hareket etmeye, ona göre oynamaya başladı. Keşke kalede olsaydı Mondragon diye boşuna söylemiyoruz mesela. Büyük karakterdi. Sorun çıkardığı da oldu ama geneline bakarsak müthiş bir değişimi görebiliyoruz.


Fenerbahçe'nin de böyle oyuncuları oldu. İlk akla gelen Hooijdonk. Her zaman için müthiş bir oyuncudur, gittiği takımlarda çok çok büyük katkılar yapmıştır. Fakat Türkiye'de 10 oyuncuyu sırtlayıp şampiyon yaptığını, saha içindeki teknik direktör olduğunu, sadece gol atmayıp asist de yaptığını, en zor zamanlarda tek başına maç kazandıracak kadar hırslandığını hepimiz biliyoruz. Hooijdonk denince saygı duymamızın sebebi sadece attığı goller değildi. Sahada ruhuyla oynadığını bilirdik. Ben Galatasaraylı'yım. Şu ana kadar iki Fenerbahçeli oyuncu beni çok etkiledi. Biri Hooijdonk'tur, diğeri Rapajic. Rapajic'in de Hooijdonk kadar olmasa da Türkiye'de değiştiğini söylemek mümkündür. Efsane oynadığı maçlar vardır. Ama bu efsanelik muazzam sol ayağından olduğu kadar sahadaki duruşundan dolayıdır.


Beşiktaş ise Zago, Ronaldo gibi oyuncularda bu duruşu gördü. Bu sene başında gelen Guti ve Quaresma koşar adım bu yolda ilerliyorlar. Guti her zaman bir efsanedir. Fakat Beşiktaş'ta oynarken sahaya yaydığı enerjiyi daha önce hiç görmedim açıkçası. İbrahim Üzülmez'den, Necip'e kadar herkesin saha içinde saygı duyduğu bir oyuncu oldu Guti. Üstelik Beşiktaş için oynamaya çok hevesli olduğunu da her daim anlıyoruz. Sene sonuna kadar bu karakter tamamen erişeceğini ve ipleri tamamen ele alacağını düşünüyorum. Diğer isimse Quaresma. Inter, Barça ve Chelsea gibi kötü zamanlar yaşasa da Porto'da nasıl oynadığını ve nasıl oynatıldığını biliyoruz Quaresma'nın. İlk geldiği gün yazmıştım Quaresma'nın ilacını: Sorumluluk! Quaresma'ya takımın hücum anahtarını verirsen, o da sana potansiyelini tamamen yansıtmaya çalışan bir oyuncu olarak geri döner. Schuster'in müthiş anlaştığını düşünüyorum Quaresma'yla. Fakat en önemli değişiklik Quaresma'da müthiş şekilde takımı için oynamaya başlaması. Ben hayatım boyunca Quaresma'nın kaptırdığı topu 70 metre kovalayıp tekrar çaldığını görmedim.


Daha bir çok böyle örnek var aslında. Şota'nın Trabzonspor'a yaptığı katkıları, Kratochvil'in Denizlispor'a ve Türk futboluna verdiklerini ve şimdi daha aklıma gelmeyen onlarca yabancıyı sayabiliriz. Bazı oyuncular verilen sorumluluk sonucu hakikaten enteresan bir değişim geçiriyorlar. Alex gibi, Hagi gibi örnekleri onların doğuştan lider olduklarını düşündüğüm için yazmadım.

Umarım bundan sonra gelecek yabancılar da aynı şekilde oynar ve gerçekten takımlarına ve Türk futboluna katkı yapar.

Hiç yorum yok: