17 Mayıs 2011 Salı

Mayıs Okşar Galatasaraylı Ruhumu

Vaktiyle yazdığım bir yazıydı. Tamamı küçük harfle yazıldı ne yazık ki. Düzeltmeye de vaktim yok maalesef. Neyse;

sabah kalkıyorum.

tabii ki kalpte varolan heyecanı anlatmaya gerek yok. izlemişiz o güne kadar bütün avrupa maçlarını. cl maçları desen zaten komşularla toplanma sebebi. öyle hepsi de galatasaraylı değildir he. biri trabzonsporlu, diğeri fenerbahçeli. en iyi fenerbahçeli ölü fenerbahçeli gibi abuk subuk söylemleri daha duymadım o zaman. elbetteki takılıyorduk, şakalaşıyorduk onla da. ama ne zaman ki maç olur en az bizim kadar gole sevinirdi adam.

neyse sabah okula gittik haliyle. ders mers kimin umrunda ki? hocalar bile öylesine ders anlatıyorlar zaten. onuncu dakikadan sonra hocam maç nolur, çocuklar endişelenmeyin kupa bizim vb. bir dolu havaya karışan cümleyle doluyor. içimize çekiyoruz umudu bizde. arsenal oğlum boru mu!? bergkamp var bir kere. adı yeter. petibör diye dalga geçtiğimiz petit de fena adam değil aslında. vieira aynı hep. sadece o zaman daha genç, daha aktif. kalitesi hep belli. henry var. garip top sürüşü var diye dalga geçiyoruz ama işte. adam henry. neyse eve geldim sonrasını hatırlamıyorum maç saatine kadar.

maç başlayacak. kardeşim uyumuş, annem de ablasında kalıyordu sanırım. babam desen zaten eve gelmemiş o gün. bir yerde arkadaşlarıyla izliyordur kesin. evdeyim. tekim. bir koltuk var bizim. tv koltuğu değil ama baya geniş bir tekli koltuk. uzanıp izleyebiliyorsun. oraya kurulmuşum. bir dolu heyecan yaşadım o ana kadar, türlü türlü maçlarla. ama kalbim hiç öyle acımamış o güne kadar. endişelenmiyorum. derken bizimkiler sahaya çıkıyor. bir doğruluyorum yerimde. sayıyorum takımı eksik yok. hagi oynamayabilir, okan oynamayabilir, emre zaten cezalı, hakan ünsal'da sakattı sanırım. ama cezalılar dışında tam takım sahada. oh diyorum. 10 numara orada ya bize bir şey olmaz.

maç başlıyor;

bizimkilerin diziliş zaten belli. 4-3-1-2. o 3'lü habire koşuyor. olacak şey değil. nereden buluyorlar bu enerjiyi diyorum kendi kendime. nasıl bu kadar koşar bir insan? hele suat. hele ki suat. o nasıl pozisyon bilgisidir, o nasıl dirençtir, o nasıl kuvvettir anlamak mümkün değil. rakibin petit'inden en az 3-4 kat daha başarılı. ağır değil bir kere. neyse. hayran hayran seyrediyorum. overmars'ın bir vuruşunu çıkarıyor taffarel. aslan tafo! tafo diyorduk o ara. neden bilmiyorum. belki gazetede okumuşumdur. neyse. ilk yarının sonuna doğru arif bir anda cezasahasında topla buluşuyor. kimse yok. ofsayt diye uyumuş arsenal'in toplam 1000 yaşındaki defansı. arif pas ver, pas ver diye içimden çığlık atıyorum. vermiyor. sol ayağıyla vuruyor auta. babam aklıma geliyor direkt; "bu adam o kadar maç kurtardı ama bir gün teknik direktör olsam, antrenmana bile almam bu adamı!". nasıl sövüyordur şimdi izlediği yerde kimbilir?

ilk yarı bitiyor. çok az şey hatırlıyorum. kalbim her dakika daha hızlı atıyor. korkuyorum ilk defa. noluyor diye. acıyor artık çünkü. acayip. hiç böylesini görmedim ki ben. daha doğrusu hissetmedim ben. çişim var. ama tuvalete gitmiyorum. ya bir bokluk olur da erken başlarsa maç? evet bunu düşündüm. gitmedim tuvalete. son penaltı atılana kadar, kupa töreni bitene kadar gitmedim. adşklsadşlkasdşaskld. hagaden malmışım. neyse bekle bekle. kıvranıyorum ama. sonra ikinci yarı başlıyor, idrarım da "olm maç başladı lan!" diye sıkıştırmayı bırakıyor. ikinci yarıya dair hatırladığım çok az şey var. birincisi hakan şükür'ün direkten dönen topu, ikincisi hagi'nin o klasik pas verme hareketi. hani topun üstünde ayağını döndürüp, ayağının dışıyla topu atıyor ya. o işte. bir de ikinci yarının sonuna doğru hakan'ın ceza sahasında topu rakibinden kurtardığı halde ayağı kaydığı için seaman'ın aldığı top.

uzatmalar şimdi. maç bitmeyecek belli oldu. hemen başlıyor zaten uzatmalar. hiç beklemiyor hakem. sövüyorum bütün bildiğim küfürleri. "bizim çocuklar nasıl dayanır lan bu kadar strese, yorgunluğa?". dayanıyorlar ama. uzatmalarda hatırladıklarım da çok az şey. bir üşüme hali geliyor bana. üşüyorum. üşümek değil donuyorum hatta. hemen yerdeki battaniyeye sarılıyorum. çok üşüyorum yahu. hagaden bilindiği gibi değil. uzatmalar da canımdan can alıyor. hagi, adams ibnesinin oyununu yiyor, kırmızı kart. bülent sakatlanıyor. koluna bandaj, maça devam ediyor. bakıyorum tek kolunu sallayamıyor bile koşarken. yahu nasıl denge kuruyor peki bu adam?! bir ara da henry kafayı vuruyor. gözümü kapıyorum;

- flashback -

burada araya 17 mayıs belgeseli'nden bir görüntü girmek lazım gelir. fatih terim'in odası sanırım. konuşuyor fatih terim. adam ezberlemiş arsenal'i. kim ne yapar, neler yapabilir, nereye top atar, kim nereye, nasıl koşar vs. vs. sayıyor. en sonunda tek korkum maçın adıdır diyor. hiç deneyimimiz yok. hiç final oynamamışız bugüne kadar. bizim çocuklar finalin adına yenilir diye çok korkuyorum diyor.

- flashback -

işte o güven bizde de yok. halbuki bizim takım gayet iyi oynuyor. ama ne yaparsa yapsın sanki sürekli arsenal bizi eziyor gibi görüyorum. kafada öyle yaşıyorum maçı. stresten boğulucam. ama bakarsan işte. biz bakmıyoruz. gözümü açıyorum. taffarel topu çıkarmış. budur diyorum. üşüme geçiyor. bir güven geliyor lan. çok acayip. galatasaray gayet iyi oynuyor. derken uzatmalar da bitiveriyor. penaltılar. takıma bakıyorum. ergün var. ümit var. bunların golleri zaten garanti. hakan şükür desen zaten gol krallığında lider uefa'da. o da atar be diyorum. ama hagi yok. olsa bile son penaltıyı kim atar ki diyorum. bilmiyorum.

penaltılar başlıyor. en başta ergün. hiç korku yok adamda. hakeme bakıyor. hakem düdüğü çalıyor. tak üst köşeye bırakıyor. oh diyorum. ilk adımı attık. sonra suker geliyor. '98 hırvatistan'ına hayran olmayan yoktu herhalde. hayranız adama. vuruyor direk! noluyor lan diyorum böyle. acayip. ümit geliyor sonra. belli abi. heyecanlanmıyorum bile. aynen ters köşe. şimdi onlardan parlour topun başında. cm'den falan tanıyorum adamı. atamaz bu mal diyorum. göt oluyorum. aslşdkşlsadkşlsadşklsda. sonra hakan şükür. biraz panik var bende. malum hakan. geliyor rahatça golü atıyor. bir kez daha rahatlıyorum. fark 2 olmuş. şimdi tafo bir tane çıkarır kupaya sarılırız diyorum. vieira geliyor. aha diyorum bu kesin kaçırır. geliyor, vuruyor üst direği yıkıyor neredeyse ayı. popescu geliyor, vuruyor;

- flashback -

"evet, evet ,evet. rapid maçıyla başladık. size hep bir şeyler söyledik. dedik ki arkadaş; biz bu işin sonuna kadar gideriz, gidersiniz. allah'a şükürler olsun ki aslan gibi bir periyot çizdiniz, aslan gibi top oynadınız. bugün 17. avrupa kupası maçımıza çıkıyoruz ve bunun adı da final. yine söylüyorum; kazanacaksınız, kazanmak için uğraşacaksınız ama netice ne olursa olsun siz benim gönlümde hep kazandınız, hep şampiyonsunuz. ve öyle kalacaksınız...

allah yardımcınız olsun!"

fatih terim, uefa finali öncesi, soyunma odası.

- flashback -

o ana kadar 95 yıldır hedefi avrupa kulüplerini yenmek olan galatasaray yeniyor. başarıyor. bakıyorum ekrana öyle. fatih terim ağlıyor, taffarel havaya atılıyor, popescu desen öyle bir kalabalık var ki sadece kolu gözüküyor. sonra bağırmaya başlıyorum. deliriyorum lan. bildiğin gibi değil. ağlıyorum, yerde yuvarlanıyorum böyle. anlatılmayacak bir sevinç. yaşanılması lazım sadece. kapı çalıyor. hemen koşup açıyorum; fenerli komşum bana sarılıyor, bir şey söylemeden gidiyor tekrar. benim kadar heyecanlanmış adam. içimden bir dolu teşekkür ediyorum fenerlisine, beşiktaşlısına, trabzonsporlusuna, bursasporlusuna vs. vs. hakikaten galatasaray adı altında bir türkiye başarısı olmuş bu. ilerleyen zamanlarda elbette birbirimize takılmak için yok uefa kupası kupa mı, yok şu bu mu diye lafı söyleyeceğiz. ama o an sevinme zamanı. ne kadar program, ne kadar cümle varsa kupa hakkında duyuyorum. yoruluyorum artık. bu kadar mutluluk, heyecan yoruyor beni.

yatıyorum.

Hiç yorum yok: