25 Mayıs 2011 Çarşamba
Selçuk İnan Galatasaray'da!!!
Mutluluktan delirdim. Bütün sezon TS'li arkadaşlarıma Selçuk'un ne büyük futbolcu olduğunu, sezon sonu bize gelmesi durumunda delireceğimi söylemiştim. Selçuk İnan sonunda Galatasaray formasını giyecek artık. Hem de 5 yıllığına.
Selçuk'un özelliklerinden bahsetmeye gerek var mı bilmiyorum; Şut opsiyonu, duran top kabiliyeti, mükemmel oyun görüşü, çok iyi savunma bilgisi ile Türk futbolunda çok zor bulunabilen bir oyuncu, bir sarkık oyun kurucu Selçuk.
Galatasaray'ın tam da ihtiyacı olan yere müthiş bir transfer oldu bu. Tabii ki Ercan Saatçi ve Gürcan Bilgiç gibi zavallılar için oldukça zor bir gece olacak bu gece. Zira kendileri Selçuk Fener'de, parayı basar alırız tadında açıklamalar yapmıştı.
Size maden suyu, bize şampanya.
Yuvana hoşgeldin GALATASARAYLI SELÇUK!
Etiketler:
Galatasaray,
Transfer Haberleri
17 Mayıs 2011 Salı
Mayıs Okşar Galatasaraylı Ruhumu
Vaktiyle yazdığım bir yazıydı. Tamamı küçük harfle yazıldı ne yazık ki. Düzeltmeye de vaktim yok maalesef. Neyse;
sabah kalkıyorum.
tabii ki kalpte varolan heyecanı anlatmaya gerek yok. izlemişiz o güne kadar bütün avrupa maçlarını. cl maçları desen zaten komşularla toplanma sebebi. öyle hepsi de galatasaraylı değildir he. biri trabzonsporlu, diğeri fenerbahçeli. en iyi fenerbahçeli ölü fenerbahçeli gibi abuk subuk söylemleri daha duymadım o zaman. elbetteki takılıyorduk, şakalaşıyorduk onla da. ama ne zaman ki maç olur en az bizim kadar gole sevinirdi adam.
neyse sabah okula gittik haliyle. ders mers kimin umrunda ki? hocalar bile öylesine ders anlatıyorlar zaten. onuncu dakikadan sonra hocam maç nolur, çocuklar endişelenmeyin kupa bizim vb. bir dolu havaya karışan cümleyle doluyor. içimize çekiyoruz umudu bizde. arsenal oğlum boru mu!? bergkamp var bir kere. adı yeter. petibör diye dalga geçtiğimiz petit de fena adam değil aslında. vieira aynı hep. sadece o zaman daha genç, daha aktif. kalitesi hep belli. henry var. garip top sürüşü var diye dalga geçiyoruz ama işte. adam henry. neyse eve geldim sonrasını hatırlamıyorum maç saatine kadar.
maç başlayacak. kardeşim uyumuş, annem de ablasında kalıyordu sanırım. babam desen zaten eve gelmemiş o gün. bir yerde arkadaşlarıyla izliyordur kesin. evdeyim. tekim. bir koltuk var bizim. tv koltuğu değil ama baya geniş bir tekli koltuk. uzanıp izleyebiliyorsun. oraya kurulmuşum. bir dolu heyecan yaşadım o ana kadar, türlü türlü maçlarla. ama kalbim hiç öyle acımamış o güne kadar. endişelenmiyorum. derken bizimkiler sahaya çıkıyor. bir doğruluyorum yerimde. sayıyorum takımı eksik yok. hagi oynamayabilir, okan oynamayabilir, emre zaten cezalı, hakan ünsal'da sakattı sanırım. ama cezalılar dışında tam takım sahada. oh diyorum. 10 numara orada ya bize bir şey olmaz.
maç başlıyor;
bizimkilerin diziliş zaten belli. 4-3-1-2. o 3'lü habire koşuyor. olacak şey değil. nereden buluyorlar bu enerjiyi diyorum kendi kendime. nasıl bu kadar koşar bir insan? hele suat. hele ki suat. o nasıl pozisyon bilgisidir, o nasıl dirençtir, o nasıl kuvvettir anlamak mümkün değil. rakibin petit'inden en az 3-4 kat daha başarılı. ağır değil bir kere. neyse. hayran hayran seyrediyorum. overmars'ın bir vuruşunu çıkarıyor taffarel. aslan tafo! tafo diyorduk o ara. neden bilmiyorum. belki gazetede okumuşumdur. neyse. ilk yarının sonuna doğru arif bir anda cezasahasında topla buluşuyor. kimse yok. ofsayt diye uyumuş arsenal'in toplam 1000 yaşındaki defansı. arif pas ver, pas ver diye içimden çığlık atıyorum. vermiyor. sol ayağıyla vuruyor auta. babam aklıma geliyor direkt; "bu adam o kadar maç kurtardı ama bir gün teknik direktör olsam, antrenmana bile almam bu adamı!". nasıl sövüyordur şimdi izlediği yerde kimbilir?
ilk yarı bitiyor. çok az şey hatırlıyorum. kalbim her dakika daha hızlı atıyor. korkuyorum ilk defa. noluyor diye. acıyor artık çünkü. acayip. hiç böylesini görmedim ki ben. daha doğrusu hissetmedim ben. çişim var. ama tuvalete gitmiyorum. ya bir bokluk olur da erken başlarsa maç? evet bunu düşündüm. gitmedim tuvalete. son penaltı atılana kadar, kupa töreni bitene kadar gitmedim. adşklsadşlkasdşaskld. hagaden malmışım. neyse bekle bekle. kıvranıyorum ama. sonra ikinci yarı başlıyor, idrarım da "olm maç başladı lan!" diye sıkıştırmayı bırakıyor. ikinci yarıya dair hatırladığım çok az şey var. birincisi hakan şükür'ün direkten dönen topu, ikincisi hagi'nin o klasik pas verme hareketi. hani topun üstünde ayağını döndürüp, ayağının dışıyla topu atıyor ya. o işte. bir de ikinci yarının sonuna doğru hakan'ın ceza sahasında topu rakibinden kurtardığı halde ayağı kaydığı için seaman'ın aldığı top.
uzatmalar şimdi. maç bitmeyecek belli oldu. hemen başlıyor zaten uzatmalar. hiç beklemiyor hakem. sövüyorum bütün bildiğim küfürleri. "bizim çocuklar nasıl dayanır lan bu kadar strese, yorgunluğa?". dayanıyorlar ama. uzatmalarda hatırladıklarım da çok az şey. bir üşüme hali geliyor bana. üşüyorum. üşümek değil donuyorum hatta. hemen yerdeki battaniyeye sarılıyorum. çok üşüyorum yahu. hagaden bilindiği gibi değil. uzatmalar da canımdan can alıyor. hagi, adams ibnesinin oyununu yiyor, kırmızı kart. bülent sakatlanıyor. koluna bandaj, maça devam ediyor. bakıyorum tek kolunu sallayamıyor bile koşarken. yahu nasıl denge kuruyor peki bu adam?! bir ara da henry kafayı vuruyor. gözümü kapıyorum;
- flashback -
burada araya 17 mayıs belgeseli'nden bir görüntü girmek lazım gelir. fatih terim'in odası sanırım. konuşuyor fatih terim. adam ezberlemiş arsenal'i. kim ne yapar, neler yapabilir, nereye top atar, kim nereye, nasıl koşar vs. vs. sayıyor. en sonunda tek korkum maçın adıdır diyor. hiç deneyimimiz yok. hiç final oynamamışız bugüne kadar. bizim çocuklar finalin adına yenilir diye çok korkuyorum diyor.
- flashback -
işte o güven bizde de yok. halbuki bizim takım gayet iyi oynuyor. ama ne yaparsa yapsın sanki sürekli arsenal bizi eziyor gibi görüyorum. kafada öyle yaşıyorum maçı. stresten boğulucam. ama bakarsan işte. biz bakmıyoruz. gözümü açıyorum. taffarel topu çıkarmış. budur diyorum. üşüme geçiyor. bir güven geliyor lan. çok acayip. galatasaray gayet iyi oynuyor. derken uzatmalar da bitiveriyor. penaltılar. takıma bakıyorum. ergün var. ümit var. bunların golleri zaten garanti. hakan şükür desen zaten gol krallığında lider uefa'da. o da atar be diyorum. ama hagi yok. olsa bile son penaltıyı kim atar ki diyorum. bilmiyorum.
penaltılar başlıyor. en başta ergün. hiç korku yok adamda. hakeme bakıyor. hakem düdüğü çalıyor. tak üst köşeye bırakıyor. oh diyorum. ilk adımı attık. sonra suker geliyor. '98 hırvatistan'ına hayran olmayan yoktu herhalde. hayranız adama. vuruyor direk! noluyor lan diyorum böyle. acayip. ümit geliyor sonra. belli abi. heyecanlanmıyorum bile. aynen ters köşe. şimdi onlardan parlour topun başında. cm'den falan tanıyorum adamı. atamaz bu mal diyorum. göt oluyorum. aslşdkşlsadkşlsadşklsda. sonra hakan şükür. biraz panik var bende. malum hakan. geliyor rahatça golü atıyor. bir kez daha rahatlıyorum. fark 2 olmuş. şimdi tafo bir tane çıkarır kupaya sarılırız diyorum. vieira geliyor. aha diyorum bu kesin kaçırır. geliyor, vuruyor üst direği yıkıyor neredeyse ayı. popescu geliyor, vuruyor;
- flashback -
"evet, evet ,evet. rapid maçıyla başladık. size hep bir şeyler söyledik. dedik ki arkadaş; biz bu işin sonuna kadar gideriz, gidersiniz. allah'a şükürler olsun ki aslan gibi bir periyot çizdiniz, aslan gibi top oynadınız. bugün 17. avrupa kupası maçımıza çıkıyoruz ve bunun adı da final. yine söylüyorum; kazanacaksınız, kazanmak için uğraşacaksınız ama netice ne olursa olsun siz benim gönlümde hep kazandınız, hep şampiyonsunuz. ve öyle kalacaksınız...
allah yardımcınız olsun!"
fatih terim, uefa finali öncesi, soyunma odası.
- flashback -
o ana kadar 95 yıldır hedefi avrupa kulüplerini yenmek olan galatasaray yeniyor. başarıyor. bakıyorum ekrana öyle. fatih terim ağlıyor, taffarel havaya atılıyor, popescu desen öyle bir kalabalık var ki sadece kolu gözüküyor. sonra bağırmaya başlıyorum. deliriyorum lan. bildiğin gibi değil. ağlıyorum, yerde yuvarlanıyorum böyle. anlatılmayacak bir sevinç. yaşanılması lazım sadece. kapı çalıyor. hemen koşup açıyorum; fenerli komşum bana sarılıyor, bir şey söylemeden gidiyor tekrar. benim kadar heyecanlanmış adam. içimden bir dolu teşekkür ediyorum fenerlisine, beşiktaşlısına, trabzonsporlusuna, bursasporlusuna vs. vs. hakikaten galatasaray adı altında bir türkiye başarısı olmuş bu. ilerleyen zamanlarda elbette birbirimize takılmak için yok uefa kupası kupa mı, yok şu bu mu diye lafı söyleyeceğiz. ama o an sevinme zamanı. ne kadar program, ne kadar cümle varsa kupa hakkında duyuyorum. yoruluyorum artık. bu kadar mutluluk, heyecan yoruyor beni.
yatıyorum.
sabah kalkıyorum.
tabii ki kalpte varolan heyecanı anlatmaya gerek yok. izlemişiz o güne kadar bütün avrupa maçlarını. cl maçları desen zaten komşularla toplanma sebebi. öyle hepsi de galatasaraylı değildir he. biri trabzonsporlu, diğeri fenerbahçeli. en iyi fenerbahçeli ölü fenerbahçeli gibi abuk subuk söylemleri daha duymadım o zaman. elbetteki takılıyorduk, şakalaşıyorduk onla da. ama ne zaman ki maç olur en az bizim kadar gole sevinirdi adam.
neyse sabah okula gittik haliyle. ders mers kimin umrunda ki? hocalar bile öylesine ders anlatıyorlar zaten. onuncu dakikadan sonra hocam maç nolur, çocuklar endişelenmeyin kupa bizim vb. bir dolu havaya karışan cümleyle doluyor. içimize çekiyoruz umudu bizde. arsenal oğlum boru mu!? bergkamp var bir kere. adı yeter. petibör diye dalga geçtiğimiz petit de fena adam değil aslında. vieira aynı hep. sadece o zaman daha genç, daha aktif. kalitesi hep belli. henry var. garip top sürüşü var diye dalga geçiyoruz ama işte. adam henry. neyse eve geldim sonrasını hatırlamıyorum maç saatine kadar.
maç başlayacak. kardeşim uyumuş, annem de ablasında kalıyordu sanırım. babam desen zaten eve gelmemiş o gün. bir yerde arkadaşlarıyla izliyordur kesin. evdeyim. tekim. bir koltuk var bizim. tv koltuğu değil ama baya geniş bir tekli koltuk. uzanıp izleyebiliyorsun. oraya kurulmuşum. bir dolu heyecan yaşadım o ana kadar, türlü türlü maçlarla. ama kalbim hiç öyle acımamış o güne kadar. endişelenmiyorum. derken bizimkiler sahaya çıkıyor. bir doğruluyorum yerimde. sayıyorum takımı eksik yok. hagi oynamayabilir, okan oynamayabilir, emre zaten cezalı, hakan ünsal'da sakattı sanırım. ama cezalılar dışında tam takım sahada. oh diyorum. 10 numara orada ya bize bir şey olmaz.
maç başlıyor;
bizimkilerin diziliş zaten belli. 4-3-1-2. o 3'lü habire koşuyor. olacak şey değil. nereden buluyorlar bu enerjiyi diyorum kendi kendime. nasıl bu kadar koşar bir insan? hele suat. hele ki suat. o nasıl pozisyon bilgisidir, o nasıl dirençtir, o nasıl kuvvettir anlamak mümkün değil. rakibin petit'inden en az 3-4 kat daha başarılı. ağır değil bir kere. neyse. hayran hayran seyrediyorum. overmars'ın bir vuruşunu çıkarıyor taffarel. aslan tafo! tafo diyorduk o ara. neden bilmiyorum. belki gazetede okumuşumdur. neyse. ilk yarının sonuna doğru arif bir anda cezasahasında topla buluşuyor. kimse yok. ofsayt diye uyumuş arsenal'in toplam 1000 yaşındaki defansı. arif pas ver, pas ver diye içimden çığlık atıyorum. vermiyor. sol ayağıyla vuruyor auta. babam aklıma geliyor direkt; "bu adam o kadar maç kurtardı ama bir gün teknik direktör olsam, antrenmana bile almam bu adamı!". nasıl sövüyordur şimdi izlediği yerde kimbilir?
ilk yarı bitiyor. çok az şey hatırlıyorum. kalbim her dakika daha hızlı atıyor. korkuyorum ilk defa. noluyor diye. acıyor artık çünkü. acayip. hiç böylesini görmedim ki ben. daha doğrusu hissetmedim ben. çişim var. ama tuvalete gitmiyorum. ya bir bokluk olur da erken başlarsa maç? evet bunu düşündüm. gitmedim tuvalete. son penaltı atılana kadar, kupa töreni bitene kadar gitmedim. adşklsadşlkasdşaskld. hagaden malmışım. neyse bekle bekle. kıvranıyorum ama. sonra ikinci yarı başlıyor, idrarım da "olm maç başladı lan!" diye sıkıştırmayı bırakıyor. ikinci yarıya dair hatırladığım çok az şey var. birincisi hakan şükür'ün direkten dönen topu, ikincisi hagi'nin o klasik pas verme hareketi. hani topun üstünde ayağını döndürüp, ayağının dışıyla topu atıyor ya. o işte. bir de ikinci yarının sonuna doğru hakan'ın ceza sahasında topu rakibinden kurtardığı halde ayağı kaydığı için seaman'ın aldığı top.
uzatmalar şimdi. maç bitmeyecek belli oldu. hemen başlıyor zaten uzatmalar. hiç beklemiyor hakem. sövüyorum bütün bildiğim küfürleri. "bizim çocuklar nasıl dayanır lan bu kadar strese, yorgunluğa?". dayanıyorlar ama. uzatmalarda hatırladıklarım da çok az şey. bir üşüme hali geliyor bana. üşüyorum. üşümek değil donuyorum hatta. hemen yerdeki battaniyeye sarılıyorum. çok üşüyorum yahu. hagaden bilindiği gibi değil. uzatmalar da canımdan can alıyor. hagi, adams ibnesinin oyununu yiyor, kırmızı kart. bülent sakatlanıyor. koluna bandaj, maça devam ediyor. bakıyorum tek kolunu sallayamıyor bile koşarken. yahu nasıl denge kuruyor peki bu adam?! bir ara da henry kafayı vuruyor. gözümü kapıyorum;
- flashback -
burada araya 17 mayıs belgeseli'nden bir görüntü girmek lazım gelir. fatih terim'in odası sanırım. konuşuyor fatih terim. adam ezberlemiş arsenal'i. kim ne yapar, neler yapabilir, nereye top atar, kim nereye, nasıl koşar vs. vs. sayıyor. en sonunda tek korkum maçın adıdır diyor. hiç deneyimimiz yok. hiç final oynamamışız bugüne kadar. bizim çocuklar finalin adına yenilir diye çok korkuyorum diyor.
- flashback -
işte o güven bizde de yok. halbuki bizim takım gayet iyi oynuyor. ama ne yaparsa yapsın sanki sürekli arsenal bizi eziyor gibi görüyorum. kafada öyle yaşıyorum maçı. stresten boğulucam. ama bakarsan işte. biz bakmıyoruz. gözümü açıyorum. taffarel topu çıkarmış. budur diyorum. üşüme geçiyor. bir güven geliyor lan. çok acayip. galatasaray gayet iyi oynuyor. derken uzatmalar da bitiveriyor. penaltılar. takıma bakıyorum. ergün var. ümit var. bunların golleri zaten garanti. hakan şükür desen zaten gol krallığında lider uefa'da. o da atar be diyorum. ama hagi yok. olsa bile son penaltıyı kim atar ki diyorum. bilmiyorum.
penaltılar başlıyor. en başta ergün. hiç korku yok adamda. hakeme bakıyor. hakem düdüğü çalıyor. tak üst köşeye bırakıyor. oh diyorum. ilk adımı attık. sonra suker geliyor. '98 hırvatistan'ına hayran olmayan yoktu herhalde. hayranız adama. vuruyor direk! noluyor lan diyorum böyle. acayip. ümit geliyor sonra. belli abi. heyecanlanmıyorum bile. aynen ters köşe. şimdi onlardan parlour topun başında. cm'den falan tanıyorum adamı. atamaz bu mal diyorum. göt oluyorum. aslşdkşlsadkşlsadşklsda. sonra hakan şükür. biraz panik var bende. malum hakan. geliyor rahatça golü atıyor. bir kez daha rahatlıyorum. fark 2 olmuş. şimdi tafo bir tane çıkarır kupaya sarılırız diyorum. vieira geliyor. aha diyorum bu kesin kaçırır. geliyor, vuruyor üst direği yıkıyor neredeyse ayı. popescu geliyor, vuruyor;
- flashback -
"evet, evet ,evet. rapid maçıyla başladık. size hep bir şeyler söyledik. dedik ki arkadaş; biz bu işin sonuna kadar gideriz, gidersiniz. allah'a şükürler olsun ki aslan gibi bir periyot çizdiniz, aslan gibi top oynadınız. bugün 17. avrupa kupası maçımıza çıkıyoruz ve bunun adı da final. yine söylüyorum; kazanacaksınız, kazanmak için uğraşacaksınız ama netice ne olursa olsun siz benim gönlümde hep kazandınız, hep şampiyonsunuz. ve öyle kalacaksınız...
allah yardımcınız olsun!"
fatih terim, uefa finali öncesi, soyunma odası.
- flashback -
o ana kadar 95 yıldır hedefi avrupa kulüplerini yenmek olan galatasaray yeniyor. başarıyor. bakıyorum ekrana öyle. fatih terim ağlıyor, taffarel havaya atılıyor, popescu desen öyle bir kalabalık var ki sadece kolu gözüküyor. sonra bağırmaya başlıyorum. deliriyorum lan. bildiğin gibi değil. ağlıyorum, yerde yuvarlanıyorum böyle. anlatılmayacak bir sevinç. yaşanılması lazım sadece. kapı çalıyor. hemen koşup açıyorum; fenerli komşum bana sarılıyor, bir şey söylemeden gidiyor tekrar. benim kadar heyecanlanmış adam. içimden bir dolu teşekkür ediyorum fenerlisine, beşiktaşlısına, trabzonsporlusuna, bursasporlusuna vs. vs. hakikaten galatasaray adı altında bir türkiye başarısı olmuş bu. ilerleyen zamanlarda elbette birbirimize takılmak için yok uefa kupası kupa mı, yok şu bu mu diye lafı söyleyeceğiz. ama o an sevinme zamanı. ne kadar program, ne kadar cümle varsa kupa hakkında duyuyorum. yoruluyorum artık. bu kadar mutluluk, heyecan yoruyor beni.
yatıyorum.
Etiketler:
17 Mayıs 2000,
Galatasaray
16 Mayıs 2011 Pazartesi
Kazanmayı Öğreten Adam
Büyük ihtimalle gerçekleşti sonunda.
Biliyorum Galatasaray taraftarı ikiye bölünecek. Bazıları istemeyecek, bazıları ise mutluluktan delirecek. Benim için bu ülkeye kazanmayı öğretmiş adamdır Fatih Terim. Bu ülkeye korkak olmayan iki adam geldi. İkisi de tarihe altın harflerle adını yazdırdı. Biri Fatih Terim, diğeri Hagi. İkisi defalarca Galatasaray'a gelip, başarısız olsalar tek ses etmem. Zira bu adamların her zaman en tepeye oynadıklarını bilirim. Başarılı olmak ya da olmamak benim için bu adamları, bu güzel adamları eleştirme kriteri değildir.
Fatih Terim'in neden sevilmemesini de anlayabiliyorum. Fatih Terim uç bir karakterdir. Nötr olamazsın. Ya hayransındır, ya değilsindir. Fatih Terim çok yüksek bir egoya sahiptir. Bugün başardıkları da o egonun ürünüdür. Başarısızlıkları da. Ama O'nu kazanan adam yapan da budur bana göre.
Benim için Fatih Terim asla ama asla değişmeyecek bir futbol dehasıdır. Onun başarısını bağırıp çağırmaya yoranlar gidip herhangi bir pazarcıyı teknik direktör yaparak şampiyon olmayı gönül rahatlığıyla deneyebilir.
Fatih Terim o burun kıvırılan, şans denilen Euro 2008'de şov yapmıştır. Turnuva sonrası dersler vermiştir teknik direktörlere. Evet o turnuvada şansımızda vardı tabii ki. Ama şansı insanlar kendi yaratır. Fatih Terim'in turnuva boyunca yaptığı neredeyse her taktiksel hamle, her oyuncu değişikliği direkt maçın skoruna ve gidişatına tesir etti. Bunu sadece ben değil, tüm Avrupa söyledi ki Terim konferanslara katıldı.
Fatih Terim için tek endişem şu takımı adam edebilirim düşüncesine sahip olma ihtimalidir. He edebilir tabi. Kalli döneminde ve Euro 2008'de inanılmaz oynayan Hakan Balta'yı bir anda sahada görebiliriz veya hatasız, sadece işini yapan bir Servet'i seyredebiliriz. Bu oyuncuların karakterleri adına güzel bir gösteri olur tabii ki.
Fatih Terim hakkında konuşacak o kadar şey var ki. Fakat pek konuşmayıp Galatasaray üyesi Arda Selim Üçer'e sözü bırakalım;
"Fatih Terim kadar Galatasaraylı olun, yeter..."
Hoşgeldin İmparator!
9 Mayıs 2011 Pazartesi
Galatasaray 3 - 1 Kasımpaşa
2 aya yakın süredir yazamıyorum. İş günlerimin zaman bırakmamasından ve maçları takip edemememi sağlamasından, izin günlerimde ise maç olmamasından dolayı bu. Yoksa Galatasaray iyi oynamış, kötü oynamış falan değil. Bugün ise izin günüm, maç gününe denk geldi. İyi de oldu.
İzleyemediğim maçlar boyunca Galatasaray pek ileri gitmemiş. Ama geri de gitmemiş. Olduğu yerde sayıyor hala. Bugün özellikle hücuma baktım. Bülent Ünder hücum organizasyonlarını beğenmiş. Fakat benim adıma tam hayal kırıklığıydı. Savunmanın oluşturamadığı çizgiyi, bizim hücumcular maç boyu yaptı. Bir adam çıkıp topa gitmedi. Orta açılır, topa koşan tek isim Servet. Ne yazık ki Servet. Rijkaard gittiğinden beri oldukça iyi maçlar çıkarsa da Servet bu takımın yüz karasıdır. Cem Sultan olayından sonra hele hala gol attıktan sonra ismi Arena'da bağırılıyor. Hakediyorsunuz bu ve bunun gibi onlarca sezonu sevgili Galatasaray taraftarı.
Maç için söylenecek pek bir şey yok. Galatasaray'a geldiğinden beri aynı Aykut var mesela. Bir ileri git be adam. Çıkmayı bir öğren yahu. Çağlar'ın zerre suçu yok gol pozisyonunda. Zira adamı da yakalayıp bozuyordu zaten. Ama Aykut'un volesi topa değil Çağlar'a oldu. Bunun dışında hala gereksiz yere faul yapıp rakibe pozisyon veriyor savunma oyuncuları. Türk savunma oyuncuları şu alışkanlıklarından ivedilikle vazgeçmeli. Kaç tane gol yedik bu gibi durumlardan bilemiyorum. Bu işi en çok yapan isimse Servet.
Ortasahada tek ben futbolcuyum diyen adam Culio her zaman olduğu gibi. Seneye mutlaka kalmalı. Yekta sakatlıktan sonra biraz daha ürkek olması doğal ama yetenekli adam. Mutlaka kalmalı. Emre Çolak bugün fena değildi. Biraz daha sakin kalsa o büyük yeteneğini sahaya sunabilecek ama olmuyor. Bazen heyecanlanıp gol atmak istiyor, bazen doğru pası veremiyor. Ama Stancu'ya attığı 2 top müthişti. Stancu demişken; Bugün çok kaçırdı belki ama ben kendisinden fazlasıyla memnunum. Takımda kalması gerkeiyor. Zira hem genç, hem sürekli oyun içinde kalmayı başaran bir oyuncu. Sağlam bir kurguda iyi katkı yapar.
Yukarıda bahsettiğim orta işi ise hakikaten vahim. Orta açıyoruz içeride bir kişi var. Orta açılınca topa koşan tek adam maalesef Servet. Ne ortasahadan destek olanlar, ne de forvet oyuncuları topa tek hamle yapmıyor. Tamam ortalar da kötü ama azıcık da topa doğru hamle yapın yahu. Bu kadar pasif hücum mu olur?
İşin diğer tarafı bu takımın çoğu maalesef kalacak. Evet. Tüm kadro yenilenmeli 5-6 isim dışında ama bu mümkün değil gibi. Zira iyi diyebileceğimiz tüm yerli oyuncuların Galatasaray'a gelmek için hevesli olacağını pek sanmıyorum. Belki Fatih Terim veya daha iyi bir ismin güvencesi altında bu olabilir.
Neyse daha fazla konuşacak bir şey yok zaten. Öyle veya böyle kazanmak, gol attığımızı görmek güzel.
Umarım seneye bunun gibi bir işkence sezonu daha yaşamayız.
İzleyemediğim maçlar boyunca Galatasaray pek ileri gitmemiş. Ama geri de gitmemiş. Olduğu yerde sayıyor hala. Bugün özellikle hücuma baktım. Bülent Ünder hücum organizasyonlarını beğenmiş. Fakat benim adıma tam hayal kırıklığıydı. Savunmanın oluşturamadığı çizgiyi, bizim hücumcular maç boyu yaptı. Bir adam çıkıp topa gitmedi. Orta açılır, topa koşan tek isim Servet. Ne yazık ki Servet. Rijkaard gittiğinden beri oldukça iyi maçlar çıkarsa da Servet bu takımın yüz karasıdır. Cem Sultan olayından sonra hele hala gol attıktan sonra ismi Arena'da bağırılıyor. Hakediyorsunuz bu ve bunun gibi onlarca sezonu sevgili Galatasaray taraftarı.
Maç için söylenecek pek bir şey yok. Galatasaray'a geldiğinden beri aynı Aykut var mesela. Bir ileri git be adam. Çıkmayı bir öğren yahu. Çağlar'ın zerre suçu yok gol pozisyonunda. Zira adamı da yakalayıp bozuyordu zaten. Ama Aykut'un volesi topa değil Çağlar'a oldu. Bunun dışında hala gereksiz yere faul yapıp rakibe pozisyon veriyor savunma oyuncuları. Türk savunma oyuncuları şu alışkanlıklarından ivedilikle vazgeçmeli. Kaç tane gol yedik bu gibi durumlardan bilemiyorum. Bu işi en çok yapan isimse Servet.
Ortasahada tek ben futbolcuyum diyen adam Culio her zaman olduğu gibi. Seneye mutlaka kalmalı. Yekta sakatlıktan sonra biraz daha ürkek olması doğal ama yetenekli adam. Mutlaka kalmalı. Emre Çolak bugün fena değildi. Biraz daha sakin kalsa o büyük yeteneğini sahaya sunabilecek ama olmuyor. Bazen heyecanlanıp gol atmak istiyor, bazen doğru pası veremiyor. Ama Stancu'ya attığı 2 top müthişti. Stancu demişken; Bugün çok kaçırdı belki ama ben kendisinden fazlasıyla memnunum. Takımda kalması gerkeiyor. Zira hem genç, hem sürekli oyun içinde kalmayı başaran bir oyuncu. Sağlam bir kurguda iyi katkı yapar.
Yukarıda bahsettiğim orta işi ise hakikaten vahim. Orta açıyoruz içeride bir kişi var. Orta açılınca topa koşan tek adam maalesef Servet. Ne ortasahadan destek olanlar, ne de forvet oyuncuları topa tek hamle yapmıyor. Tamam ortalar da kötü ama azıcık da topa doğru hamle yapın yahu. Bu kadar pasif hücum mu olur?
İşin diğer tarafı bu takımın çoğu maalesef kalacak. Evet. Tüm kadro yenilenmeli 5-6 isim dışında ama bu mümkün değil gibi. Zira iyi diyebileceğimiz tüm yerli oyuncuların Galatasaray'a gelmek için hevesli olacağını pek sanmıyorum. Belki Fatih Terim veya daha iyi bir ismin güvencesi altında bu olabilir.
Neyse daha fazla konuşacak bir şey yok zaten. Öyle veya böyle kazanmak, gol attığımızı görmek güzel.
Umarım seneye bunun gibi bir işkence sezonu daha yaşamayız.
Etiketler:
Galatasaray,
Spor Toto Super Lig
6 Nisan 2011 Çarşamba
5 Nisan 2011 Salı
Simurg Anka
Simurg anka kuşların hükümdarı, herşeyi bilirmiş. Diğer tüm kuşlar onun büyüklüğüne inanıp ondan yardım isterler, onun kurtarıcı olduğunu düşünürlermiş. Zamanla Simurg anka ortalarda gözükmemeye başlamış. Diğerleri onun öldüğünü düşünürken bir gün buldukları ona ait olan tüy onlara inanç vermiş. Hepsi toplanıp kaf dağının tepesinde olan yuvasına gidip, Simurg anka'dan yardım istemeye karar vermişler. Ancak bu süreç çok tehlikeli olduğu için her adımda azalmışlar, her adımda vazgeçenler olmuş. En sonunda yuvaya vardıklarında 30 kuş kalmışlar. Yuvaya geldiklerinde öğrenmişler ki Simurg Anka "30 kuş" anlamına gelmekteymiş. Yani aslında küllerinden doğan; bekleyip aciz şekilde korkmayı reddedip ölme pahasına tepeye uçan o 30 adet kuşmuş.
Haftalar birbirini kovaladıkça, her hafta dibi gördük diyip daha da derinlere indikçe sinirlerimiz geriliyor, umudumuz azalıyor. Takım bu hale nasıl geldi, nasıl Simurg anka kayboldu bir sürü sebep sayabiliriz. Bir çok neden sıralanabilir. Adnan Polat başka olmak üzere onlarca faktör.. Tüm bunları doğru değerlendirip tekrarlamamak üzere düzeltmemiz gerekiyor. Yeni gelecek yönetim, yeni gelecek teknik kadro, oyuncular.. Devasa bir yenilenme gerekiyor klübe. Son Antalya maçında Tita kadar oynayamayan oyuncularımızdan arınmak... Bunların hepsi yapılması gerekiyor. Ancak şuan asıl gereken bir baş kaldırış, gerçekten vizyonlu ve yıpranmamış bir başkan eşliğinde o dağın tepesine uçarak Galatasaray'ın büyüklüğünü ve haysiyetini hatırlayacak 30 Simurg Anka. O tepeye çıktıkları gün tam anlamıyla her bir birimle birlikte aslında küllerinden doğması gerekenlerin onlar olduğunu anlayacaklar.
Daha kötü günler de görebiliriz, daha kötü pozisyonlarda da bulunabiliriz. Kaptanımız hata yapabilir, oyuncularımız iki adıma koşmaktan acizleşebilir, 15 yaşında, hayatında Galatasaray'a ne verdikleri tartışılır bebeler kalkıp oyuncularımıza küfredebilir.. (haklı olmaları üsluplarını doğrulamaz) hepsi olabilir. Şuan tek gereken, Galatasaray'ın ne olduğunu gerçekten bilen ve bu yaşananları en az bizim kadar sindiremeyen bir başkan ile yönetim kurulu. Sonrası zaten gelecektir.
Elbet ayağa kalkacaktır Galatasaray bundan şüphe yok, kolundan bacağından ne kadar aşağı çekenler de olsa. Umarım kalktıktan sonra o asılan fazla yükleri silkeleyebiliriz.
28 Mart 2011 Pazartesi
Olan Biten
Baya hareketli bir hafta geçirdik.
Önce Hagi gitti, Bülent Ünder geldi. Dün ise Adnan Polat dönemi sona erdi ki bir dönem aday olamayacağı şekilde sona erdi. Hepsine değineceğiz. Baştan başlayalım;
Hagi'nin gidişi sürpriz değil açıkçası. Bekliyorduk. Fakat bizim muhteşem(!) taraftarımız, Adnan Polat'ın yemini o kadar çabuk yuttular ki hedefi hemen değiştirdiler. Hagi geldiği andan itibaren istenmeyen adamdı. Kimse kimseyi kandırmasın. Medya yavşaklarının sevmediği, vakti zamanında satılmış köpeklere "Hırsız Hagi" diye hakkında bağırtılan bir adamdı "teknik direktör" Hagi. Rezalet kadroyu, kemik kadro yapmış. Bugün F5 gibi sefil esprilerin ortaya çıkmasını sağlamış adamdır Hagi. Başarısız diye sıfatlanan takım 75 puan toplamıştı ve son ana kadar şampiyonluğu kovalamıştı.
Bütün bunlara rağmen iyi bir teknik direktör müydü? Hatasız mıydı? Tabii ki hayır. Hataları hep vardı, hep de olacaktır. Kendisi bile büyük teknik direktör olmadığını söylemiştir zaten. Fakat iki adet rezalet yapılanmanın başına getirildiğini ve bütün bunlara rağmen şu takımın müzesine bir kupa koyduğunu unutmamak gereklidir. Rezalet kelimesiyle eş değer yönetilen bir takımda çalışmak kolay olmasa gerek. Gittiği için sevinen adamlar da olmadı değil tabi. Görüyoruz çeşitli platformlarda. Sanki Hagi'ymiş bütün suçlu da gitti kurtuldunuz. Rijkaard, Hagi sadece kurbandı. Tıpkı bugün "yönetim kurulunu devirdik heyt be!" diye sevinen bir ton Galatasaray taraftarı gibi. Geleceğiz oraya da.
Hagi'nin gidişiyle takım olabilecek en iyi isme teslim edildi bana göre; Bülent Ünder. Şu 8 haftayı iç işlerini iyi bilen, tecrübeli, zamanında çok çok büyük katkılarda bulunmuş biri ile geçirmek en doğrusuydu, Tugay'ın yüzünü eskitmek yerine. Ayrıca Bülent Ünder her zaman için kulüp tarafından sevilen, sayılan bir isim olmuştur. Her zaman için aklın, sakinliğin göstergesi olmuştur. Şimdi görüyorum bu adam bile tartışılıyor. Yok şu kadar yıl teknik direktörlük yapmamış falan diye. Beyler, kendinize gelin isterseniz. Bu takımın, bu hale gelmesinin en büyük sebebi yönetimden önce taraftarının obezliği, açgözlülüğüdür. Daha sonra yönetim, daha sonra futbolcular ve en son olarak teknik direktörler suçlu sıralamasını doldurur deyip işin yönetim boyutuna gelelim;
Kimse kimseyi kandırmasın. Adnan Polat en başından beri istenmeyen adamdı. Fakat ona doğru düzgün bir rakip çıkmadı. İlk çıktığında nasıl zorlandığını da hatırlıyoruz. Burada taraftarın desteği çok önemliydi. Zira Adnan Polat kazanmıştı çoktan taraftarı. Bunun yanına rakipsizlik eklenince o koltuğa oturdu ama her dönem, her an daha fazla istenmeyen adam oldu. Bugün biz istemedik, demokrasi kazandı, Galatasaray başkanını halk devirdi vs. gibi çok acayip ve saçma laflar duyuyorum. Olacak olan, taraftarın da kaybedilmesiyle hemen oldu. Dün TT Arena açılışındaki olaylar çok ağza konu oldu ama 2-3 kişi hariç hiçbiri samimi değil, bildiğin leş kargasıydı. Olay sıcakken çıkıp konuşmayan, susan andavallar, iş menfaate, iş çıkara gelince aslan kesildiler. Bu adamların kuracağı yeni yönetimin içine şimdiden tüküreyim.
Dün Telegol'de Ahmet Çakar, "Galatasaray bitmiştir. Rant kapısı haline gelmiştir." gibi şeyler söyledi. Ömründe ettiği en doğru laftır bu. Galatasaray içindeki irinleri, pislikleri temizlemeden düzelemeyecektir. Umutlu olmak için hiçbir sebep yok şu an. Zira kulübün içi pis. Adnan Polat'ı göndermek hiçbir zaman sorun değildi ki? Hiçbir zaman dert olmadı ki? Doğru zaman, yanlış yönetim tarzıyla ortaya çıktı ve bu iş oldu. En kötü bir yıl sonra zaten yine başkan seçilemeyecekti. Fakat sorun Galatasaray'ı rant kapısı gören zihniyetteki bir dolu sahtekar adamda. Dün Mehmet Helvacı denen kımıl zararlısı gülüp duruyordu. Dünya'nın görüp görebileceği en karaktersiz insandır kendisi. Daha dün aynı boku sıçarlarken, bugün etrafı nasıl pisletmişler diyebilecek kişiliksizlikte bir insandır. Galatasaray'ın bu ve bunun gibi bir çok uru temizlemesi, gelecekteki sağlığı için şart oğlu şarttır.
Konuşmak bile mide bulandırıyor artık. Galatasaray'ın hali içler acısı şu an. Bu halden kurtulmak için önce taraftar başlayacak pisliğini temizlemeye. Daha sonra bu temizlik yönetime, oradan futbolculara... Kısaca herkes taşın altına elini sokacak artık. Başka bir Galatasaray, başka bir doğru yok çünkü. Futbol başarısı vs. ikinci plan şu an. Büyük bir arınmaya, büyük bir silkenişe ihtiyacı var Galatasaray'ın. Çünkü sportif olarak başarısızlık çok önemli olmasa da, artık Galatasaray'ı şamaroğlanı haline getirmiş bir yönetim ve muhalefet var ortada. Bir hakeme, hakemliği bıraktıracak kadar güçlü bir duruştan, tüm hakemlerin doğradığı ve bundan rahatsız bile olmadığı bir duruşa geldik. Muhalif, yönetim herkesin Galatasaray'a küfreden adamlarla, Galatasaray'la dalga geçen adamlarla aynı sofralara oturduğunu, röportaj verdiği bir döneme geldik. Bugün hakikaten hiçbir şey, şu duruşu kaybetmekten, şu kuvveti kaybetmekten daha mühim değildir.
Galatasaray'a ve O'nun taraftarına hakaret eden onlarca iktidar sahibi ve onların yalakaları karşısında susmak değildi Galatasaraylı olmak. Gerekirse alın stadınızı deyip, Ali Sami Yen'e veya Florya'ya dönebilmekti Galatasaraylı olmanın özelliği. Kimseye boyun eğmemekti. Ama bizimkiler Egemen Bağış'ın karşısında ezildi. Padişah... Pardon başbakandan özür üstüne özür diledi. Abdurrahim Albayrak gibi zavallı adamların, Galatasaray'ı temsil ediyormuş gibi "Umarım bizi affeder başbakanımız. Büyüklük yapar." gibi sözler söylemesine karışılmadı. Sustuk. Sustukça ezildik. Sustukça dağıldık. Şimdi can çekişiyoruz. Tabii ki çıkıp bizi savunan, TT Arena konusunda devletin kazandığı bir çuval parayı mertçe söyleyen Hayrettin Kozak gibi müthiş Galatasaraylılar ve BAĞIMSIZ GALATASARAY TARAFTARLARI vardı. Bunları unutmamak lazım. Çürüyen değerleri korumaya çalıştılar bu isimler.
Son olarak İzzet Ungan'ın dün söylemiş olduğu muhteşem bir cümleyle noktalayalım yazıyı;
"Galatasaray bayrağı dalgalansın, ben altında huzur bulayım."
Saygılar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)